Sağat Aşimbayev

Eleştiri Yazıları


Скачать книгу

ve edebiyatın gelişme hızı, toplumun üretim güçlerinin gelişimiyle uyumlu değildir.” M. Mağavin eserinde K. Marks’ın bu düşüncesini esas alarak Kazak Bozkırı’nda Orta Çağ’da üretici güçler ile üretim ilişkileri gelişmemesine rağmen söz sanatının geliştiğini, bunu yapan yüksek bedii söz ustalarının çıktığını ispat etmiştir. Eserin ana düşüncesi, önemi ve getirdiği yeniliğin tamamı bunun içinde yani ispattadır.

      Eskiden başlatmak sözle kolaydır; ancak konunun bilimlik delilerle ispatlanıp bir monografi çerçevesinde çözülmesi önemli bir sorundu. Burada söz konusu eserle birlikte H. Süyinşeliyev’in monografisinin önemini de vurgulamak gerektir. Ancak hakkında söylenecekler vaktiyle söylendiği için burada Süyinşaliyev’in eseri üzerinde durmayacağız. M. Mağavin, her dönemde bir değinip kaçılan bu karmaşık ve önemli konuyu cesurca çözmek için çok çok çalışmıştır.

      Araştırmacı, o devirde ömür sürmüş, isimleri yüzyıllar geçtikçe unutulmaya ve silinmeye başlamış, eserlerinin çoğu kaybolmuş veya unutulmuş, birçok eserleri arşivlerde toz toprak içinde kalmış veya rüzgârın önündeki yaprak gibi sağa sola savrulmuş jıravları ve eserlerini bilimlik yöntemlerle yeniden ele almış; hakkında söylenenleri bilim adamı gözüyle yeniden yazmış, eserlerini de büsbütün yok olmaktan kurtarmıştır. Mağavin, eserde söz konusu edilen jırav ve eserlerini inceleyip değerlendirirken Marksist-Leninist klasik estetik ilkelerine dayanmaktadır.

      Monografi, giriş ve sonuçtan başka üç ana bölümden oluşmaktadır. Eser, belli sebeplerden dolayı mimari bir ilkeyle yapılandırılmıştır. Müellif, Ketbuğa, Jumakul, Sıpıra ve Kodan-tayşı jıravlar hakkında topladığı az ama sağlam malumatı ayrı tutarsak edebiyat yolu, sanatçı tabiat ve sanat hayatı on iki olgu gibi benzer olan on iki jıravın eldeki eserlerini, edebî çalışmalarını; şiir sanatını getirdikleri saf yenilikleri, kendilerine has kahramanlık yırı özelliklerini, takip ettikleri edebî gelenekleri, estetik yöntemleri günün talepleri ve anlayışı açısından genişçe tahlil etmeyi en önemli amaç olarak görmüştür.

      Belirtilmesi gereken önemli bir şey de eserin dilinin sağlamlığı ve akıcılığıdır. Müellifin düşüncelerinin hedefine kolayca ulaşmasının; araştırmanın beğenilmesinin, sıcaklığının, anlaşılırlığının sebebi de dilinin akıcı ve samimi oluşudur.

      Dilin yalnızca edebî eserin değil aynı zamanda ilmî eserin de en birinci ve önemli unsuru olduğu, genç bilim adamının monografisini okuma sürecinde bir kez daha anlaşılıyor. Eser sağlam bir ilmî üslupla kaleme alınmıştır, iyi bir edebî eser gibi rahat anlaşılmaktadır.

      Monografide yazarın evvelce bilinmeyen birkaç jıravdan da söz ettiğini yukarıda belirtmiştik. Bize göre bunlar içinde en güçlü çözümleme, Şalkiyiz hakkında olandır. Araştırmacı, öncelikle jıravın hangi yıllar arasında yaşadığını delillerle ispat etmeye çalışıyor. Sonra şairin eserlerini mevcut verilere göre tahlil ediyor: “Şalkiyiz’in eserlerinin özelliği, felsefi düşünceler bakımından zengin oluşudur. Kendinden önceki örneklerle karşılaştırıldığında Şalkiyiz’in eserleri, zamanın ilerlediğinin ve edebiyatın geliştiğinin tanığı gibidir.” gibi ciddi çıkarımlar ve değerlendirmeler yapıyor. Yazar “Şüphesiz Şalkiyiz’in talim ve terbiye aldığı beşik, Kaztuvğan, Kodan-tayşı, Asan Kaygı ile adları bize ulaşmayan birçok ozan ve jıravın eserleridir.” diyerek Şalkiyiz’in öz edebiyatımızın tarihinde önemli yere sahip bir şahsiyet olduğunu belirtiyor. Yazarın bundan sonra Şalkiyiz ile Mahambet’in yırlarını karşılaştırması da önemlidir. Bilim adamı bunu yaparken Şalkiyiz’in şiirindeki cengâverlik, erlik, yiğitlik ruhunun Mahambet’in şiirine etkisini ortaya koymak istiyor. Müellif, Şalkiyiz’in yenilikçiliği, şiirlerinde birçoğunda derin anlamlı sözlerin bulunduğu gibi meseleler üzerinde de duruyor.

      Monografide dikkat çeken önemli noktalardan biri de yazarın, Bukar Jırav Kalmakanulı’nın doğum tarihini kendi yazdıklarına dayanarak, tarihî olayları dikkate alarak tespit etmesidir. Bu da edebiyat tarihi için çok önemli bir meseledir, zira tarih tespit etmedeki yöntemsizlik göz yumulacak bir konu değildir. Bukar Jırav hakkında çok şey yazıldığı doğrudur. Ancak M. Mağavin sadece bunları tekrarlamakla yetinmiyor, kendi düşüncelerini de ortaya koyuyor. Sözgelimi Bukar Jırav’ın kendinden önce yaşamış göçebe, bozkırlı söz ustalarının tabii bir devamı olduğu, şiirinin geçmişle yani Şalkiyiz gibi yır ustalarının sanatındaki felsefi unsurlarla, edebî gelenekle doğrudan bağlantılı olduğu; bu bağlantının çok derin bir biçimde kurulduğu ve sürdürüldüğü üzerinde duruyor. Araştırmacı üçüncü bölümde kitapta söz konusu edilen jıravların eserleri üzerinde umumi kuramlık tahlil yapmıştır. Bunu yaparken de şiirin kuruluşuna dikkat ediyor; akın ile jırav arasındaki farkı -diğer bilim insanlarının fikirlerini de göz önünde bulundurarak- tespit ediyor. İfade edilmesi gereken bir gerçek de şudur ki M. Mağavin eserinde, ilk Kazak bilim adamı Ş. Valihanov’un düşüncelere sık sık başvuruyor ve böylece bunlara çok değer verdiğini göstermiş bulunuyor.

      Bu eserin okuyucuları sevindireceğine şüphe yoktur. Monografinin hiçbir kusuru yoktur demek de yanlış olur. Böyle karmaşık bir konuyu yazarken ufak tefek hataların yapılması, bazı noktaların eksik bırakılması tabiidir. Bundan dolayı eserin gölgesinden ziyade güneşli tarafı, iyiliği ve yeniliği üzerinde durduk.

1968

      Ancak Arayan Bulur

      Tölen Abdikov, ilk kitabına “Ufuk” adını uygun görmüş. Kitapta bu adı taşıyan bir hikâye mevcut değil. Ancak içeriğe bakıldığında bu adın cuk oturduğunu da söylemek lazımdır.

      İnsan bir hedefe ulaşmak üzere yola çıkar. Bu düşüncesini gerçekleştireceği de şüphesizdir. Zorluklar ve engellerle dolu sanat yolunda ise hedeflenen menzile bir anda varmak mümkün değildir. Belki de büyük yazarlar bile yaptıklarını beğenmeyerek göçmüşlerdir bu dünyadan.

      Sanat yolu da ufka doğru dosdoğru yürünen bir hayat yoludur. Ufka ulaşmak mümkün müdür? Asla mümkün değildir. Ancak gönlündeki hedefe göre ulaşılan yere kanaat edilebilir belki…

      Tölen’in bu kitabını sanat ufkuna yapacağı yolculuğun başlangıcı olarak görüyoruz. Peki, gidişat nasıldır? Bunun üzerinde duracağız.

      Hikâye türü üzerine yazılıp çizilenlerin ardı arkası yoktur. Bu konuda çok çeşitli düşünceler bulunduğu da malumdur.

      Kısa bir metinde büyük meseleleri gündeme getirmek, hayatta ara sıra karşılaşılan uygunsuz durumları cesurca yermek hikâyenin tabiatını aykırıdır demek doğru değildir.

      Bu açıdan bakıldığında Tölen’in kitabı üzerinde durmaya değer bir eserdir. “Ufuk” kitabından bazı çıkarımlar yapmak mümkündür. Sözgelimi bazı hikâyelerde idrak, yazar düşüncesi ve insani bir ses var. Buna “Konuklar” ve “Kafatası” hikâyelerini örnek gösterebiliriz.

      İki hikâye de entelektüellerin hayatıyla ilgilidir. Yazarın kahramanları yaşça kendi akranları sayılacak kişiler. Birinci hikâyede doğup büyüdüğü yere gelen entelektüelin “entelektüellikleri” anlatılmaktadır.

      Hikâye sahneyi sadece göz önünde canlandıran değil, aynı zamanda gönülde ve yürekte derin izler bırakan ayrıntılarla doludur. Sapabek’in hikâye anlattığı anlar, “ufacık kıymık gibi bir minderin üstüne nasıl oturacağını bilmeden kâh ellerini yere dayayıp kâh yanına dayanan; milletin anlattıklarını anlamayarak sessiz sessiz yüzlerine bakan” Toma’nın durumu gibi ayrıntılar…

      Hikâyede, canlı, boyu boşu yerinde, safdil, merhametli baba Ğabılbek; şarkıcı delikanlı Aspandiyar gibi gerçek ve