Sağat Aşimbayev

Eleştiri Yazıları


Скачать книгу

anılan gençlerin eserlerinde şiire özgü güzelliğin teminatı olan imgelem bulunmadığını söylemeyiz. Marat Otaraliyev’in “Karanfil” adlı kitabında ateşli şair kalbinin amansız vuruşunu duymamak mümkün değildir.

      Ruhuma bu ülkenin sırrı malum,

      Fırtınada kum savrulur inleyerek.

      Başından ak kumluğun apak karı,

      Şımarık yel götürür sürükleyerek.

      Marat’ın şirinin bu sadece bu mısralarında bile memleketin etkili resmini görüyoruz. Onun şiirlerinde böyle resimsi tasvirlere, imgeli söz öbeklerine sık rastlanmaktadır. Sözgelimi “inleyen kum” imgesi ne kadar da güzeldir!

      Bu yer üstündeki gece asuman,

      Şımarık yel iç çekti, yırladı dal.

      İniyor, akıp duruyor durmadan,

      Çiçeklere atılarak bulaklar.

      Yüzüyor altın ay uzakta,

      Bağrını okşuyor tül gibi bulut.

      Yine olağanüstü tablolar… Bu şiiri okurken avıl gecesini ve açık gökyüzünü gözünde canlandırıyor insan. O güzel günleri arar gibi oluyor. Bu dizelerde yalnızca harika resimler değil aynı zamanda dupduru duygular da vardır.

      Marat Otaraliyev’in şiirinin süsü, duygudaki gerçekçiliktir. Ancak Marat’ın kimi şiirlerinin basit bir öykünmeden doğduğu da anlaşılıyor. Özellikle ana temli şiirler serisinde bu daha açık görünmektedir.

      “Yavru” adlı kitabı, Seysen Muhtarulı’nın şiire adım attığını göstermektedir. Genç şair yere sağlam basmaktadır. Şiirin biçiminde ve içeriğinde cesurca yenilikler yaptığını belirletmek lazım. Şiirin güzelliği olan imgeye Seysen’in kitabında bolca rastlanmaktadır.

      Kıvır kıvır kıvırcık kum,

      İleri atılıyor koşarak,

      Ak develer uzatır taş bacağını,

      Tepecik olmuş sanki kırılıp.

* * *

      Biçare yollar bağrını görünce,

      Çevre yatamaz irkilmeden.

      Yakınlaşır yer ile gök,

      Tekerlerler gümbürder yürek gibi.

      Böyle gönül çelişi resimler yapmayı Seysen çok seviyor. Bu gayretini destekliyoruz, ancak sebepsiz yere hece sayısını artırıp eksilmesini makul görmüyoruz. Gözyaşı gibi duru lirik resimler yapabilen Seysen’in bundan sonra herkesi ilgilendiren temlere yönelmesini ümit ediyoruz.

      Temirhan Medetbekov’in şiirleri düşünce yoğunluğu ve duygu derinliği ile dikkatleri çekmişti. Medetbekov’un şiirlerini okurken Şiir, şairin ölçütüdür sözünün doğruluğunu bir kez daha teyit ediyor. Diğer yandan Temirhan Medetbekov’un şiirleri imgelemiyle de kayda değerdir.

      Dallara ak yeni asılsın ak karı,

      Silkeliyor soğuk yer öfkeyle.

      Tramvaylar koşuyor tepinerek

      Asılarak üstündeki kara telden.

      Bu soğuk yer tutuveriyor ağacı,

      Bir dalını kırarak alıp kaçacak.

      Damar damar dallar direniyor,

      Kaslı bileklerini sıvayarak.

      Dallara asılmış kar, silkeleyen soğuk yel, tepinerek koşan tramvaylar, bir tabloyu seyreder gibi gözümüzün önünde canlanıyor. Hatta okurken soğuğun ve rüzgârın öfkesini de hisseder gibi oluyoruz. Bütün bunlar, söz konusu tasvirlerin tabiiliğinin delidir.

      Deli gönlü tuzaklayan,

      Bana benzeyip kalan

      Dağlar da çökermiş ah,

      Ufukları kucaklayan.

      Bu tür dizeleri Temirhan’ın şiirlerinde bolca bulmak mümkündür. Böylece şair duygularının duruluğuna tanık oluyoruz. Şiirlerin kusuru şudur: Şairin, insani temlerde bazen kuru gürültüye ve laf kalabalığına düştüğü oluyor. Umumen Medetbekov’un kuşağının yetenekli bir temsilcisi olduğunu söylememiz gerektir.

      Bu kısa makalede Kazak şiirinin tabii devamı sayılan dördüncü kuşağın bazı temsilcilerine dair kısa değerlendirmelerde bulunduk. Bu kuşağın güçlü bir kuşak olduğu açıktır.

1969

      Büyük Yazarın Uzun Soluğu

      Kazak hikâyeciliğinin son yıllarda katettiği gelişme, ulaştığı bedii seviye söz konusu olduğunda ilk önce tecrübeli yazarımız Ğabiyt Müsirepov’un ismini anarız. Bu elbette sebepsiz değildir. Çünkü bugün Kazak hikâyesinin durumu ve gidişatı, onun ismiyle doğrudan bağlantılıdır.

      Kazak hikâyeciliği tarihinde B. Maylin ile M. Avezov ne kadar önemli ise Ğ. Müsirepov da o kadar önemlidir demek yanlış olmaz. Nitekim Müsirepov “Yassı Burun”12 hikâyesi vasıtasıyla bütün sanatkârlık gücüne sahip bulunduğunu ve eşi bulunmaz bir usta olduğunu göstermiştir. Yazar bu hikâyede devrin gerçekliğini çok küçük ayrıntılarla süsleyerek sosyal psikolojiyi açık bir şekilde ortaya koyabilmiştir.

      “Rastlanılmayan Bir Kişilik” adlı kitabı yazarın tamamıyla olgunlaşmış ve zirveye ulaşmış sanat gücünü yeni yönleriyle ortaya koydu.

      Müsirepov’un adı geçen kitabını okurken E. Hemingway’ın ünlü Buzdağı Kuramı’nı hatırlamamak mümkün değildir. “Buzdağının hareketini etkileyiciliği, yalnızca sekizde birinin su yüzünde olmasındadır.” (s. 186, c. 2, 1966). Bu, yazarın sanat gücünün sanatkârane bir biçimde ifadesidir. Hemingway, gerçek düşüncesinin yalnızca bir ucunu elinize tutuşturmaktadır.

      Ğ. Müsirepov’un söz konusu kitabı, Kazak edebiyatında kıtlığı çekilen bedii renkleri bir araya toplama tecrübesi, düşünceyi simgeleştirme yoluyla verme denemesinin bir yemişi gibidir. Zamanın ilerlemesine, estetik zevkimizin değişmesine bağlı olarak düşünceyi meydana çıkarmanın bir yöntemi olan simgeleştirmenin kullanılması çok tabiidir.

      Yayımlanır yayımlanmaz kitap hakkında bazı değerlendirmeler yapılmıştı. Ancak bir mesele unutulmuş gibidir. Yazarın başarısı büyük övgülerle dile getirilirken bu başarıya ulaşma sırrı hiç gündeme getirilmemektedir. Ğ. Müsirepov’un kaleminden çıkan karmaşık ve renkli desenlerin anlamını ve farkını ortaya çıkarma gayretlerinin şimdilik çok az olduğunu belirtmek lazımdır.

      Ğ. Müsirepov’un yeni hikâyelerinin dikkat çeken, hoşa giden yanları, simgelik ve romantik unsurların tam bir iç içe geçmişliği ve kaynaşmasının bir sonucudur. Bu da bugünkü hikâyeciliğimizin eksik yönlerinden biridir.

      Simgeleştirme ana düşünceyi belirsizleştirme ve bir nevi gizleyerek söylemek demektir. Diğer bir ifadeyle, estetik zevki gelişmiş günümüz okurlarına ekmeği çiğneyerek vermek mümkün değildir ilkesini benimsemek yani söyleyeceğiniz şeyi hazır bir şekilde ellerine tutuşturmaktan kaçınmak demektir. Buradaki “kaçmak”yı “soyutlayarak anlaşılmazlaştırma” ile karıştırmamak lazımdır.

      A. P. Çehov’un şu düşüncesi değerini hâlâ korumaktadır. “Yazar meseleyi çözmek değil doğru ortaya koymak zorundadır. Yani meselenin çözümü değil doğru dürüst anlatılması esastır. Sanatkâra gerekli olan da budur.” (c. 14, s. 203, 149).

      Ğ.