köyünden gelen delikanlı Sergey Yesenin’in şiirlerini dikkatle dinleyen A. Blok’un söylediği sözler, geleceğin büyük şairinin duygu ve heyecanının alabildiğine yükselmesini sağladığı bir gerçektir. Biz ise gençler şöyle dursun, büyüklerin bile herkesçe bilinen özelliklerine söylemekten çekiniyoruz. Bu durum elbette kabul edilemez.
Ciddi yazmayı amaç hâline getiren genç eleştirmen R. Nurğaliyev de kendine özgü bir sese sahiptir. Burada yazar Ğ. Müsirepov’un “Ömür Seferi” hikâyesi hakkında yazdıklarına değineceğiz. Söz konusu hikâye hakkında hiç kimse ağzını açıp bir şey söylememişti. Eseri çoğunluk beğendi, ancak zevkleri farklı olan insanlardan bazılarının da beğenmemesi gerekmez miydi?
Rımğali Nurğaliyev’in adı geçen hikâyenin iç estetik gücünü tespit edip onu büyük bir hikâyecilik başarı olarak değerlendirmesi boşuna değildi. Hikâye gerçekten de bu övgüyü hak ediyor. Bunu hemen hissetmiş olması, bu cesur eleştirmenin tespitlerindeki isabetini de göstermişti. Peki, biz bu delikanlıyı, kabiliyetinin gerektiği yerde yani eleştiri meydanındaki açık mücadelede görebilecek miyiz?
Yakın zamanlarda Askar Süleymenov da eleştiri yazıları yazmaya başladı. Askar’ın neşredilen yazıları iki elin parmağını geçmez. Ancak eleştirmenin yazıları ciddiyeti ve ağırlığı ile temayüz etmektedir. “Biçim Üzerine”, “Genç Nasirler Hakkında” makaleleri bu bilgili gencin kendine özgü bir tarza sahip; derin edebî bilgiye, düşünceye ve kavrayışa sahip olan; estetik bir duruşu bulunan kabiliyetli bir eleştirmen olduğunu göstermişti. İleri sürdüğü düşüncelerde yanlışlık veya çelişki mi vardı, bir eseri çok sert bir şekilde mi eleştirdi (Ne de olsa biz böyle gençlerden hoşlanmayız!) bilinmez, artık eleştiri cephesinde hiç görünmez oldu.
Aşırıya kaçmak, genç eleştirmenlerde rastlanan tabii bir özelliktir. Gelişme düz bir çizgi biçiminde olmaz. Çelişki ve aykırılık da Marksçı felsefeye göre bir tür gelişme değil midir? Vaktiyle büyük eleştirmen D. İ. Pisarev de şüpheyle bakarak A. S. Puşkin’in şairliğini eleştirmemiş miydi? A. Süleymenov, Kazak edebiyat eleştirisi için lüzumlu bir yetenektir. Bunu Askar’ın da diğerlerinin de iyice anlaması lazımdır.
Umumen genç eleştirmenlerden ziyade genç şairler ve genç yazarlar hakkında daha çok konuşulup yazılmaktadır. Onlar hakkında sürekli resmî toplantılar düzenlenmekte, makaleler yazılmakta, yazılar yayımlanmaktadır.
Elbette bütün bunlar faydalı ve gerekli işlerdir. Bu işlerin birer sosyal düşünce ve bilinç görünüşü; genç edebiyatçıların eserlerine gösterilen ilgi ve sevginin samimi birer tezahürü, genç yazarlar için gerçek birer destek olduğu inkâr edilemez.
İmdi esas meseleye dönecek olursak genç nasir ve şairlere gösterilen ilgi ve himayenin hiçbirinin genç eleştirmenlere gösterilmediğini söylemek zorundayız. Hatta çok az dikkate alındıklarını da belirtelim. Belki de bu yüzden bilgili ve hevesli gençlerden bir kısmı bu sahada kalamıyorlar. İşte bundan dolayıdır ki genç eleştiri alanı durgundur, bu alanda hareket çok az ve yavaştır.
Biri belli bir eser hakkında eleştiriş yazısı yazdığını çoklukla bunu yansız değerlendirme ve yerinde tespit olarak kabul etmiyoruz, bilakis müellifin kuyusunu kazma, fitne çıkarma, öç alma hatta kin besleme şeklinde değerlendiriyoruz ve böylece eleştirinin değerini düşürüyoruz. Bazen kötü eserler çoğalınca yansız eleştiri azalır demek yanlış olmayacaktır. Elbette son zamanlarda eleştirinin iyice niteliksiz zayıf eserlerin çoğalmasına bağlamak düşüncesinden uzağız. Lakin bizde edebî eleştiriyi eğitimci değil de dayakçı olarak algılama âdeti hâkimdir. Genç eleştirmenlerin böylesine önemli bir sanattan âdeta kaçar gibi uzaklaşmasının bir sebebi de bu olmalıdır.
Burada şunu da belirtmek lazımdır ki yukarıda adı anılan gençlerin büyük çoğunluğu kendilerini altmışlı yılların başında göstermeye başlamıştır. Ondan sonra büyük eleştiri kervanına katılan bir genç aday bile bulunmuyor. Bu elbette sebepleri araştırılması ve üzerinde düşünülmesi gereken bir meseledir. Yeni ve orta kuşağın, elde bulunanla yetinmeyip eski kuşakların yaptıklarını yeterli görmeyerek gelişip büyüdüğü gerçeğini kabul edersek söz konuşu yeni kuşağın, eski kuşağın taşıdığı bayrağı alıp daha ileri götürecek bilgi ve beceriye sahip olması gerektiğini de unutmamalıyız.
Yeri gelmişken söylemek gerekir ki bizde edebiyat dışındaki sanat eleştirmenlerinin yani resim, müzik, sinema ve tiyatro eleştirmenlerinin de hâlâ bir iki kişiden aşmaması da eleştiriye karşı soğuk bakışımızın açık göstergesidir. Bizde söz konusu sanat alanlarının eserlerini tahlil ve tenkit edebilecek gerçek eleştirmenler yok denecek kadar azdır desek yanlış olmaz.
Yukarıda genç eleştirmenlere destek ve ilgi gösterilmediğini söyledik. Bu iddiamızı ispatlamak için somut delillere ihtiyaç olduğu bir gerçektir. Bunun için çok araştırmaya yapmaya gerek yok. “Genç eleştirmenler vardır!” diye bağırıp işi bitirmek de mümkündür. Ancak bir nesnenin daima iki yüzü bulunur. Öyleyse genç eleştirmenlerin başarılarının da eksiklerinin de olduğunu belirtmek durumundayız. Gazete ve dergi sayfalarında genç şair ve nasirleri değerlendiren -çok eleştiri içermese de- birçok yazı yayımlanmaktadır. Ancak herhangi bir genç eleştirmen hakkında böyle hoşa gidecek güzel bir söylendiğini işittiniz mi? Elbette değişik yerlerden gelen, telgraf uzunluğunda bir iki söz oluyor; ancak bunların bir sürü parlak gence ne yararı olabilir? Kısaca söylemek gerekirse eleştiriye de eleştirmenin hem hatasını hem savabını gösterecek akıllı ve ciddi kişiler gerektir.
Genç eleştirmelerin az yazması, gazete ve dergilerde seyrek görünmesi, kendilerine gösterilen ilgi, yapılan destekle doğru orantılıdır. Destek de gerekli olduğuna inanılan işler için geçerlidir.
Eleştiriyi estetik mantığa sahip bir sanat olarak kabul etmeleri, genç eleştirmenlerin en önemli başarısıdır.
Kendi kuşağından olan şair ve nasirlerin eserlerini çözümlemedeki isteksizlikleri ise genç eleştirmenlerin eksikliği olarak kayda geçmelidir. Bazen yazdıkları olmuyor değil ancak belli kişileri ele alıyorlar ve yalnızca bir okşayıp geçiyorlar.
Genç eleştirmenlerin, eleştirinin estetik önemine çok fazla dikkat etmeleri gerekir. Eleştiri estetiğini ise dış güzellik, biçim ve içerik uyumuyla sınırlandırmak mümkün değildir.
Marksist-Leninist estetik, bilimi estetik ile birlikte ele alır. Estetikten uzak duran bir eleştirinin hayatı tanımaya yaramayacağını, bilakis ilkesizliğe yol açacağını belirtir. Eleştirimizdeki bazı ilkesizlikler, hiç kimseyi üzmeme, gönül yıkmama alışkanlığına doğru gitmektedir.
Eleştiri cephesinin ön saflarında keskin kalemlerini eline almış gençleri daha fazla görmek istiyoruz.
Vazifesini İfa Eden Bir Eser
Bugün Sovyet Kazak edebiyatı, biçimi millî, içeriği sosyalistik ve enternasyonal özellikler taşıyan, uzun soluklu, köklü ve gelişen edebiyatlardan biridir. Güçlü edebî eserlerden önde gelenlerinin dünya edebiyatında layık olduğu yeri aldıkları da malumdur. Günümüzde durum böyledir. Ancak bu edebiyatın temellerinin on sekizinci yüzyılda yaşamış Bukar Jırav’la4 atıldığı söyleniyor. Öyle ise Bukar Jırav bir anda ortaya çıkıp hiç yoktan bir edebiyat mı meydana getirmiş oluyor?
Hiç şüphesiz, Bukar Jırav’ın edebî talim terbiye aldığı, manen beslendiği birçok kaynak, söz sanatını öğrendiği benzersiz birçok üstat olmuştur.
İşte bu ve bunun gibi çözümü zor meseleler, genç bilim adamı, edebiyat tarihçisi M. Mağavin’in “Kopuz Sarını”