Oğulmaya Saparova

Hayma Ana


Скачать книгу

işitti. İlk kez bütün bedeninin boşalmış gibi olduğunu hissetti. Sabahtan beri yaşadığı hadiseleri gözünde canlandırdı. Nurbike’nin ince beline kemer gibi dolanan simsiyah saçları, yanaklarındaki gamzeler, edalı sesi, atın üstünde oturuşu çevresini kuşatan dağların, gür kırların, ormanların renklerini değiştirmiş gibi göründü gönlüne. İlk defa doğduğu obaya dönmek istemedi. Buradan doğruca Kuşçu Sofi’nin çadırına geriye dönesi geldi. Kendi kendine söylendi:

      – “Ne yüzle gideceksin. Teşekkür ettin, konuk sofrasına oturdun. Şimdi bahanen de yok. Ayağım kırıldığında hiç kalkmadan yatıvereydim keşke!”

      Süleyman, Miriş’in;”Yeter bu topladığımız, gidelim artık” sesiyle kendisine geldi. Atlarına atlayıp Gökkaya’ya geldiklerinde, güneş dağın arkasında gizlenmişti. Burası, Süleyman’ın çocukluğunun geçtiği yerdi. Çok kereler bu kayada, kendi sesinin yankısını dinlemişti. Atından indi. Gökkaya’nın eteğine varıp yavaşça;” Okçu Dağbaşı’n kızı Nurbike!’”diye seslendi. Kayadan ses yankılandı:

      “Dağbaşı’n kızı Nurbike! Kızı Nurbike! Nurbike! Bike, keee.. keee…”

      Süleyman’ın yarası tazelenmiş gibi oldu. Derdini paylaşmak için Gökkaya’yı bulmuştu, sırdaşı sadece burasıydı. Miriş ile Tanatar koşa koşa Süleyman’ın yanına geldiler.

      “Gün battı, gidelim. Bilmiyorum ama biri, Bike diye bağırıyor gibi geldi. Geceye kalmayalım. ‘Kayalarda Al(*) olur, Arvah(*) olur.’ derdi ninem. Duyduğum sesten korktum..”

      “Tanatar! Hani sen, Sultanın askeri olacaktın ya! Bu korkaklığınla, ninemin sözünü tut, Kumru Eley’in kızını al da evin başköşesinde yatıver. Kulağına kızların adı geldiyse yapacağın belli..”

      Tanatar, Süleyman’ın bu sözlerine karşılık altta kalmak istemedi.

      “Gerçekten duydum ya.. Sadece ben değil, Miriş de duydu. Nurbike! Nurbike! Der gibi oldu. Çabuk bu kayadan uzaklaşalım.”

      Obaya geldiklerinde el ayak çekilmiş, herkes evine girmişti. Burla nine ile Aysenem, getirdikleri alvancıkları koklayıp koklayıp yere koydular. Bunları bulmak herkesin harcı değildi. Bu dağ bitkisinin kökündeki meyveyle yoğrulan hamur, obanın bir yıllık maya ihtiyacını karşılıyordu. Dağlarda seyrek görülen bu bitkiyi bulup getiren torunlarına gururla baktı Burla nine. Evdekileri sofra başına çağırdı. Sofra başında sohbete devam ettiler.

      Kuşçu Sofi’den, gerektiğinde obada toplaşmak isteği olduğundan, kendilerine gösterdiği hürmetten, yol gösterip alvancık bulunan yerleri tarif ettiğinden, hatta kocaman başlı, adam kılıklı Alabay’dan dem vuran Tanatar birden:

      – “Süleyman! Sen, onun dilsiz torunu ile Üç Mazı’nın yanında konuştun mu?” diyerek beklenmedik bir soru sordu.

      “Haa.. O dilsiz değilmiş. Konuştuk biraz. Utanacak gibi olursa konuşmuyormuş!”

      “Adı neydi, sormadın mı? Kuşçu Sofi’nin tek oğlu Okçu Dağbaşı’nın oğlu olmalı.”

      “Yok, sormadım. Az konuştuk. Geceye kalmayın, obanıza dönün, dedi.”

      “Okçu Dağbaşı’nın oğlu da mı varmış? Kuşçu Sofi’nin hanımı, Tutuş beyin kızı rahmetli Çiğildem kızı olduğunda bir yaşındayken ölmüş, diye duymuştuk. Garibin kızı değil de oğlu mu olmuş?”

      Burla nine, Süleyman’ın yüzüne baktı. Süleyman;

      “Bilmiyorum!” diyerek elleriyle iki omzunu yokladı.

* * *

      O günden beri ay dolandı, gün dolandı. Yasa evindekiler bir neticeye vardılar. Obalar birleşip yavaş yavaş göç hazırlıklarına başlayacaklardı. Korkut Dağının eteğindeki Çakır Bayat’ın obasına ulak gönderildi. Herkes, gidecekleri yerin yollarını, uzaklığını öğrenmek için birbirlerine sorular soruyordu. Ancak sorulara cevap verebilen yoktu. Bildikleri tek şey, Kaya Alp’in ağzından kaçan bir kısım bilgilerdi. Yani Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in taht mirasçısı Kutalmış’ın oğlu Süleyman Şah’ın bir zamanlar Türkmenleri yerleştirdiği yere göç edecekleri bilgisiydi.

      Kandaşlarının sürüleri için otlak, yaylak, yurt yerleri verecekleri ve kendilerini kabul edecekleri inancıyla yol hazırlıklarına giriştiler. Kaya Alp’in niyeti, birkaç atlıyı beş-altı gün önceden gönderip, yol-iz öğrenildikten sonra ağır göçü yola salmak şeklindeydi. Suvar’dan, Beyli’den, Dumanlı’dan, Köyler’den, Bayat’tan, Bayındır’dan gelecek atlıları bekliyordu. Bir gün belirlense yola çıkılıverilecek gibiydi. Şafak söker sökmez, Töre Evinde obalardan gelecek haberleri bekliyordu. Ancak annesi Burla hanımın bağırtılı sözleriyle toparlanıp otağdan çıkmaya mecbur kaldı.

      “Erkenden kalktım. Baktım ki Tanatar’ın yatağı boş. Gece de yatmamış. Miriş’in evine koştum, gördüm ki Keyik bacı da Miriş’i bulamamış. Ava gitseler, söyleyip giderlerdi. Hiç kimseye de haber vermemişler. Gelirler diye beklesek lâkin heybeye yiyecek-giyecek doldurup gitmişler. Bu onların uzak yollara niyetlendiklerini gösterir. Son zamanlarda yatıncaya kadar hiç ayrılmıyorlardı. Cüveyn’den geldikten sonra daha da yakınlaştılar. Şimdi bunları nerden buluruz. Ah, Gündoğdu oğlum sağ olsaydı, ben Tanatar’a hiç kaygılanmazdım. Babasını görmeden büyüdü diyerek ne dese yaptım. İşte sonunda beni de yaktı, annesini de!.”

      – “Süleyman da bilmiyor mu onların nereye gittiklerini? Gidip, Süleyman’ı çağırın derhal.”

      Süleyman, ta şafakta bu haberi almış, atıyla Gökkaya’ya kadar gidip gelmişti.

      “Oğul! Senin haberin yok mu? Nereye gitti bu yiğitler?”

      “Bilmiyorum ki baba!”

      Miriş’in annesi Keyik bacı koşarak geldi, Burla ninenin ellerini tuttu. Titrek sesiyle acı acı söylenmeye başladı.

      – “Geçen gördüğüm düş, gerçek mi çıktı ne! Kapımıza iki kartal yavrusu gelip konmuş. Şimdi yeni tüylenmiş yavrular uçmayı da bilmezler, diyorum. Kapıdaki tavuk kümesine girmeye çalıştılar. Ben elimdeki sopayı kaldırıp salladım. Aceleyle ikisi de çırpınıp uçuverdi Allah’ın kudretiyle. Ben de peşlerinden: Yere konan kartal görmedik ömrümüzde. Uçun, gidin; yeriniz gökyüzü, yüce dağların başı deyip bağırmışım. Obanın üzerinde dolana dolana uçup gittiler. Ben şimdi derim ki: Tanatar’ın ninesi! Kartallarımızı uçurup gittik mi? Ben de göçmeye hazırlanıyordum. Onların nereye gittiklerini bilmezsek, gözümüz arkada kalır, nerelere gidelim?”

      – “Dur hele, Keyik bacı! Çocukların akılları başındadır. Yolda kavurma gerekir diyerek ava çıkmışlardır belki de. Hadi oğul, yanına Örcen Böke’yi al da obanın çevresini bir dolaş, bak bakalım bir iz yok mu?

      “Baba! Ben anlatayım. Gökkaya’ya kadar iz sürdüm. Hiçbir yerde onlardan iz yok. Fakat..”

      “Fakat da ne? Bildiğin bir şey varsa söyle. Biz de ona göre davranalım..”

      “Baba! Onlar Cüveyn’den geldiğimizden beri Selçuklu sultanlarına asker olmak istiyorlardı. Ben de alvancığa gittiğimizde, Kuşçu Sofi’ye anlatırlarken duydum.

      “Ne? Ne? Alvancık nere, Kuşçu Sofi nere! Hadi sen bana olan işleri anlat tek tek bakayım.”

      Süleyman her şeyi olduğu gibi anlattı. Kuşcu Sofi’nin yardım etmediğini, kendi oğlu Dağbaşı’ndan da arkadaşlarıyla birlikte gittikten sonra hiçbir haber alamadığını söyledi.

      “Baba! Olmazsa ben Kuşçu Sofi’nin çadırına varıp geleyim. Yalvar yakar gitmiş olabilirler.”

      “Git