Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi

İslam Tarihi


Скачать книгу

Dozy, Veyil ve daha birtakım tarihçilerde bizim affetmediğimiz kabahatler bunlardır.

      Bunu bir misal ile daha açık olarak ortaya koyalım. Tarihin en kuvvetli bir şekilde ispat ettiği hakikatlerden biri de Kur’an’ın, Hz. Muhammed’in çağdaşları tarafından kabul ve itiraf olunan eşsiz ve benzersiz belagat ve fesahatidir. Hz. Ömer gibi metin ve azimli bir adam, birkaç ayeti işitir işitmez, çok büyük ruhi değişikliklere ulaşmıştır. Zamanın en güzel konuşan şair ve edipleri, Kur’an’ın her fesahat [kurallı, etkileyici, heyecan verici, inandırıcı, sanatlı söz söyleme] üstünde bir fesahate sahip olduğunu itiraf etmişlerdi. Hatta Kur’an’ın kutsi kaynağını tasdik etmeyenler bile ona muciz [aşka insanları bir benzerini meydana getirmekten aciz bırakan şey] ve sihir nazarıyla bakarlar, bu şekilde Kur’an dilinin güzellik ve pürüzsüzlüğünü tasdik ederlerdi. Bugün bile iyi ve pürüzsüz konuşan bir Arap, Kur’an’ın muhteşemliği ve letafeti önünde hayran kalıp kendinden geçiyor.

      Böyle iken Dozy ve onun benzeri olan diğer aşırıcılar, Kur’an’da her türlü yüce ve temiz fikirler, pürüzsüzlük ve güzellik bulunmadığını zan ve iddia ediyorlar. Kur’an’da gördükleri yegâne dikkate değer şey, onun kendine has üslubudur. “Kur’an, ne nazım ve ne de nesirdir. Bundan dolayı nazımdan nesire doğru bir geçit hükmündedir. Bu itibarla edebî yenilik gösteriyor. Tesiri de bu yenilikten ileri gelmiştir.” diyorlar. Özellikle kapsadığı hükümler bakımından, bu hüküm tamamen yanlıştır. Kur’an’ın ne nazım ve ne de nesir oluşu, Kur’an’ın edebî şeref ve meziyetine delalet eder, onun aleyhinde bir fikre vesile olamaz. Hollandalı bir beyin, ne kadar derin bilgi sahibi ve hassas olsa, yine bir Arab’ın kendi lisanından aldığı derin ve ince hazzı duyamaz. Bundan dolayı bir Felemenk çobanının şiirinde meziyet gören bir Hollandalının, Kur’an’ın zevkini almaya gücü yetmeyeceği tabii bir şey ise de bu noksanını itiraf edecek yerde noksanı Kur’an’da görüşü doğru bir düşünce ve bakış tarzı değildir.

      İşte Dozy ile Renan, bu gibi noktalarda ayrılıyorlar. Renan, Kur’an’da pek temiz ve yüce parçalar bulunduğunu hararetli bir dille itiraf ediyor.

      Renan, Volter’in Cenab-ı Risalet’e (Hz. Peygamber’e) atfettiği saltanat hırsı, hile ve gayz gibi şeylerin kesinlikle yalan olduğunu ve bunun tam aksine olarak Hazreti Nebi’nin her türlü hırs ve kibirden, hile ve riyadan, kin ve öfkeden münezzeh, şerefli işlerinin sade, tavır ve hareketlerinin samimi ve tatlı, kalbinin hassas ve zarif bulunduğunu tarihî şahadetlere ve düsturlara dayanarak tasdik ve ispat ediyor.

      Yine tekrar ederiz ki Renan, İslam dininde “semavi din ve kutsiyet” şekli görmüyor. Peygamberliği, bazı zatlara Allah tarafından bağışlanmış olan bir şeref şeklinde saymıyor. Fakat Renan’ın bu görüş ve düşünüşü yalnız İslam dinine ve onun peygamberine mahsus olmayıp her din ve her peygamber için böyledir. Bu adı geçen filozof, tarihî bir gerçeği, tarihî şahısları inceliyor, neticede İslam peygamberini, İslam düşmanlarının asılsız isnat ve iftiralarından ileri gelen ithamlardan ayrı buluyor, İslam dinini “mukaddes ve meşru” görüyor.18

      Renan, hiçbir din hakkında bu derece müspet düşüncelerde bulunmamıştır. Dinleri, beşeriyetteki fıtratın bir tekâmül şekli olarak gören Renan’dan daha fazlası zaten beklenemez.

      Renan’ın şu sözleri de kayda değer bir nitelik taşımaktadır:

      “Hristiyanlık, kadınlar tarafından tesis edilmiş bir dindir. İslam ki yalnız tamamen mukaddes değil, aynı zamanda tabii, ciddi, hürriyet fikrini besleyen ve geliştiren bir erkek dinidir.”19

      Renan, Müslümanlıkta kadına verilen konum hakkında, Avrupa’da yayılan veyahut kayıtsız ve dikkatsiz tarihçiler tarafından hâlâ herkese duyurulan rivayetleri şiddetle reddedip inceleyerek bugün mesela Osmanlı kadınlarının çoğunluğunda görülen cahilane hâllerin İslam’a atfedilmesinin doğru olmadığını beyan ediyor ve şu sözleri yazıyor:

      “İslam’ın ilk asrı, önemli vasıflar sahibi birçok kadını bize gösteriyor. Ömer ve Ali’den sonra en önem verilmeye değer simaları, Ayşe ve Fatıma’dır. Hatice’nin başı, kutsiyetin nurdan tacı ile ışıl ışıldır. Cenab-ı Muhammed (s.a.v.) için, tarihte misli olmayan bir şereftir ki Allah tarafından kendisine verilmiş olan peygamberlik vazifesi, kendisinin doğruluk derecesini (yani sadık olup olmadığını) herkesten iyi bilmesi lazım gelen Hatice tarafından herkesten evvel tasdik edildi.”20

      İşte görülüyor ki tabiatıyla “Müslüman ve Muhammedî” olmayan Renan, ne inkâr harareti ile ifrata varan akliyyun gibi ne de taassup tesiriyle ne dediğini bilmeyen rakip dinlerin mensupları gibi idare-i kelam ediyor. Ekolünün ve araştırmalarının kapsamı ve müsaadesi derecesinde hakikati ortaya koymaya çalışıyor. Fakat Renan’ın en önemli düşünce ve hükümleri, İslam dininin istikbaline aittir. Bu hususta diyor ki:

      “İnsan cinslerinin çeşitliliği nispetinde genel olmaya çağrılmış ve esasen istilacı olan medeniyetin karşısında İslam’ın mukadderatının ne olabileceği hakkında henüz kesin bir fikir ortaya konulamamıştır.

      Dinler mahvolmak yeteneğinin üstünde bulunduğu için diyemeyiz ki ‘İslam dini mahvolursa ve yalnız dünyanın mühim bir parçasında vicdanlara rehber olmaktan vazgeçerse bu, başka bir dinin galibiyeti yüzünden değil, kendisiyle rasyonalizmin ve eleştiri kurallarını yayan ‘zamanımızın bilimleri’ yüzünden olacaktır. Fakat şurasını da hatırdan çıkarmamak gerekir ki İslam, fırtınaya karşı zor kullanmaya kalkışan ve bütün görünüşüyle devrilip yıkılan burçlara benzemez, onun şekillenme kabiliyetinde gizli direniş kuvvetleri vardır.

      Dinî ıslahatlarını ortaya koyabilmek için Hristiyan toplulukları, dinî birliği kırmaya ve dinî hâkimiyete karşı isyana mecbur oldular. Ne papaya ne ruhban meclislerine ne de rahiplere ve piskoposlara sahip olan İslam, lâyuhtilik [hata işlemezlik] denilen dipsiz çukuru sonda etmek zaruretini hissetmediğinden rasyonalist kaidelerinin ortaya koyduğu şeylerden o kadar korkmasına gerek yoktur.21 Gerçekten münekkit neye hücum edecek ve neyi tenkit edecek? İslam’ın esasında olmadığı hâlde İranlıların ilaveleriyle hasıl olan22 peygamber hakkındaki hurafelerle karışık rivayetlere mi? Fakat bir Müslüman, dinine hiçbir zarar gelmediği hâlde bu gibi hayalî şeyleri defedebilir. Böyle bir dinde Straos’un yapacağı iş yoktur.23 Acaba münekkit, İslam itikadına hücum edebilir mi? Fakat İslam dininin esasında, en saf ve tabii bir dine yegâne ilave olarak yalnız “nübüvvet” ve “kader”24 bahsi var.

screen_99_54_24

      Acaba münekkitler, İslam’daki ahlaki prensiplere mi hücum edecek!.. Fakat sünnet ehlinin dört mezhebinden herhangi birisine bakacak olsak görürüz ki onların “ahlak fikri ve hissi” namus dairesinde insana ait hürriyetin hakkını teslim ediyor.25

      Ayine gelince: Sonradan ilave edilen bazı fazlalıklardan vazgeçilirse İslam’ın sadeliği bilim ve felsefeyle arı hâle getirilmiş Protestan mezheplerindeki sadelikle mukayese edilebilir…”

      Avrupa’nın son yetiştirdiği en büyük mütefekkirler arasında cidden müstesna bir mevkisi olan Renan’ın bundan sonra ileri sürdüğü doğru düşünceleri Müslüman adı taşıyan ve henüz vicdanı yüce duygulardan mahrum olmayıp vatan ve milletini seven, bilim ve hakikati üstün tutan her insaf sahibi insanın hususi bir dikkatle takip etmesi gerekmektedir. Renan diyor ki:

      “Mısır