Fikirlerinin Özeti
Bir İslam tarihi yazmış olan Dozy, bunlardan biridir. Onun ve benzerlerinin fikirleri şu şekilde kısaca anlatılabilir:
1. Bilimsel kanunlardan başka bir kanun, hadiseler zincirinin üstünde incelenmesi mümkün olan bir şey yoktur.
2. Aksi iddiada bulunanlar ya aldanıyorlar veya aldatıyorlar.
3. Harikalar ve tabiatüstü şeyler bir zan ve hayalden ibarettir.
4. Bundan dolayı dinler, insan yapısı olan alelade bir “bilgiler manzumesi”dir.
5. O hâlde bir din ile bir tarihî olay arasında sebep ve gaye bakımından bir fark yoktur.
6. Bundan dolayı dinde sembol, işaret, kutsiyet gibi özelliklerle anlamlandırılarak ifade edilen şeyler, bilim diline tercüme edilerek bilimin kanunları ve kuralları ile ifade edilmelidir.
7. Dinlerden biri olan “İslam dini” hakkında da aynı şekilde muamele olunması [davranılması] lazımdır.
Bu iddiaların hiçbirisi herkesçe kabul edilebilecek şeylerden değildir. Bununla beraber İslam dininde “akıl ve bilim” dışında hiçbir şey bulunmadığından onun bu kaidelerle incelenmesine de razı olabiliriz.
Fakat bir şartla: Tarihi imkânsız bırakacak yarım hükümlü zanlardan, olayları çarpıtmak ve değiştirmekten yahut da inanç durumuna göre ve belirli bir maksada yararlı kılmak sevdasından kaçınmak şartıyla.
3. Tarihi İmkânsız ve Ruhsuz Bırakan Yarım Hükümlü Zanlar
Bu şartlara riayet edilmezse değil İslam tarihi, hiçbir tarihi yazmak mümkün değildir. Bu şartları kendinde taşımayarak yazılan bir esere “bilim ve felsefe” bakımından hiçbir kıymet verilemez. Böyle bir eser baştan başa “bir şeyi yine kendi şehadetiyle ispat etmeye kalkışma işlerinden ibaret” olur. İşte Dozy’nin İslam’ın esasına ait olarak yazdıkları hep bu şekildedir. Gerçi eserin metnindeki değişiklikleri, iftira ve isnatları, yerleri geldikçe reddeceksek de iddiamızı ispat için burada şekil bakımından küçük ve netice bakımından büyük bir örnek verelim:
Dozy’nin tarihinin 32. sayfasında şu sözler yazılıdır:
“Muhammed (s.a.v.) altı yaşında olduğu hâlde pek asabi mizaçlı ve pek hararetli bir kadın olduğu anlaşılan annesi Amine’yi kaybetti.”
Bu satırların yarısı doğru, yarısı yalandır. Dozy, Peygamber Efendimiz’in annesinin “pek asabi mizaçlı ve pek hararetli bir kadın” olduğunu nereden biliyor? Bunu nerede görmüş? Bu hükümleri nereden çıkarıyor?
Hiç! Hatta bu hiçliği “olduğu anlaşılan” gibi kaçamaklı bir cümle ile itiraf ediyor.
Dozy, tarihinin tespit ettiği ve kaydettiği şeylerden herhangi birisi işine gelmezse ya çıkarıp attığı yahut da çarpıtarak ve değiştirdiği hâlde hiçbir tarihte olmayan bir şeyi “anlaşılan” izafetiyle hayalinden çıkarıp ilave ediyor. Sebep?
Okuyucularımızın bir kısmı, Dozy tarafından böyle bir yalanın niye uydurulduğuna akıl erdiremezler. Peygamber Efendimiz’in annesinin asabi veya lenfavi [lenfatik], hararetsiz veya hararetli oluşu ile koca İslam dini arasında bir yakınlık göremezler. Fakat aldanırlar. Dozy’nin bir tarihi hakikate, yani “Peygamberin kendisi altı yaşında iken annesinin vefatına”, bir de “bu annenin asabi ve hararetli oluşu” gibi keyfî ve şahsi kanaatinin öngördüğü bir cümle ilave etmesi, ileride öne süreceği başka bir yalana bilimsel bir şekil vermek, bilim ve hakikat namına okuyucularını kandırıp yanıltmak içindir. Gerçekten de Dozy, vahyin alelade bir “adalî histeriye” ve Cenab-ı Nebi’nin peygamberliğinin bir tür hastalıktan ibaret olduğunu iddia edecek. Bu iddiayı bir kat daha haklı gösterebilmek için “sinir hastalığına müptela olan Cenâb-ı Nebi’nin annesinin de asabi mizaçlı ve hararetli bir kadın olduğunu” ileri sürüyor. Ta ki bu hastalığın varlığı “irsiyet” denilen bilimsel kurallarla da sabit olsun!
Demek ki Dozy, bu meselede bilime ve namusa aykırı üç harekette bulunuyor:
Birincisi, hiçbir tarihî şehadete dayandırmış olmayarak alelade bir zan ve bir yalan.
İkincisi, bizzat tecrübe edip incelemediği, bu sebeple de şekillerinin ve arızalarının hakikatinden habersiz bulunduğu bir hadiseyi sanki kesin imiş gibi ortaya atmaktan ibaret diğer bir yalan. Fakat bu defa tarihî bir vaka ve bir şehadetin çarpıtılmasından ibaret olan yalan.
Üçüncüsü, bir zannı akla yatkın ve meşru göstermek, herkesi aldatmak için yalan uydurmaya tenezzül.
İşte Dozy’nin tarihi, genellikle böyle yalanlar ve çarpıtmalarla doludur. Yalan söylemek ve saçmalamak Dozy’nin hakkı olabilir. Fakat bu saçmalıklarda bilimsel bir kıymet ve bir hakikat görmeye kalkışmak, özür kabul etmez saçmalıklardandır.
4. Olayları Çarpıtarak Kendi Ekol ve Maksadına Yararlı Kılma İlleti
Birisi kalksa da “Ben dinlerdeki kutsiyete, dinlerde bulunan hususlara inanmam!” dese biz ona karşı hiçbir hiddet ve infial hissetmeyiz. Başka bir kimse “Ben maddecilik ekolüne mensubum, bu ekolün kaideleri ve sonuçları gereğince hiçbir dine inanmam!” dese ona da bir diyeceğimiz olmaz. Fakat bir taraftan bilim ve hakikate dayandırma iddiasında bulunmayı, diğer taraftan ise yalanlara, uydurmalara tenezzül etmeyi sırf “hak ve bilim” namına bir alçaklık görürüz.
Gerek Dozy’nin gerekse onun benzerlerinin usulü ve inandıkları yol hep “akla ve bilime aykırı” bu türden yalanlardan ibaret olduğundan iddiamızın ispatı için bir örnek daha zikredeceğiz.
Dozy, tarihinin 33. sayfasında:
“Hatice için bu evlilik, hürmet ve muhabbet üzerine kurulmuş bir evlilik idi.” diyor.
Burası tamamen doğrudur. O derece doğru ki Dozy, onu anlatmaya veya yalan yanlış değiştirerek ifade etmeye cesaret edememiştir. Gerçekten Hz. Hatice’nin Resulullah Efendimiz’e hürmetin en son derecesiyle beraber en şiddetli bir aşk ve sevgi ile bağlı bulunduğunu ve o hazretin uğrunda nefsini, ancak aşkın yapabileceği bir suretle, kul ettiğini ne Doğu’da yazılmış bir tarih ve ne de Batı’da yazılmış bir eser inkâr edebiliyor. Fakat Dozy, bu hakikati kendisinin de kabul ettiğini unutarak tarihinin 33. sayfasında:
“Evliliğinden sonra da Hz. Muhammed (s.a.v.), Hatice’ye tabi olmaktan vazgeçmedi. Hatice, servetinin idaresini korumak yeteneğine sahip oldu. Kocasına muhtaç olduğu şeyleri veyahut kocasına vermek istediği şeyleri verirdi.” diyor!
Şimdi şu ikinci cümlelerin akla, mantığa, tarihe, her şeye aykırı bir saçmalıklar zinciri olduğunu ispat etmek için uzun uzadıya zihni yormak lazım gelir mi?
Dozy ya Hatice’nin Resul Hazretleri’ni hürmetle sevdiğine dair olan satırlarında yalan söylüyor yahut da şu son cümlelerinde. Hatice’nin Resul Hazretleri’ne karşı aşk ve hürmeti tarihçe ve aklen sabittir. O hâlde bu ikinci cümleler baştan başa saçmalık olur.
Âşık, maşukuna mı tabi olur, yoksa maşuk, âşıkına mı? Kocasının dirayet, sadakat ve kutsiyetini takdir edip onu aşk ve hürmetle seven bir kadın mı böyle bir kocaya tabi olur? Yoksa o kadar yüce vasıfların sahibi olan bir erkek mi karısına itaat eder?
“Aşk” denilen harikayı az çok hissedenler ve tecrübe edenler bilir ki âşık, maşukundan değil malını, hatta canını, şerefini, namusunu bile esirgemez. Şu hâlde nasıl olur da Hz. Peygamber’in aşkı ile yanmış olan Hatice, kuru yürekli, katı hisli, faizci bir kadın gibi, kocasına: “muhtaç olduğu yahut vermek istediği” şeyleri verir?
Aklımızdan, bilimsel ve mantıklı