sonra, şöhretleri artmış ve onlarla İbranilerin karışmasından yeni bir kavim meydana gelmiştir.
Bu hicret, Hazreti İbrahim’in oğlu Hazreti İsmail’i annesi Hacer’le, Cürhüm Kabilesi’nin yerleşme yeri içinde Mekke civarına götürmesiyle başlar.
Hazreti İsmail’in orada büyüyüp yetişmesi, Cürhümilerden kız alması ve Hazreti İbrahim’in oğlunu ara sıra ziyarete gelmesi, Arab-ı Aribe’den Cürhüm kabileleriyle İbraniler arasında yakınlık kurulmasına, İbranilerden bazısının Hicaz’a göçmesine ve iki kavmin birbirine karışmasıyla yeni bir kavmin meydana gelmesine sebep olmuştur.
Arap Yarımadası’nın asli halkı olan “Arab-ı Aribe” ile bu karışık kavmi birbirinden ayırmak üzere onlara “Arab-ı Müstaribe” adı verilir. Bunların eski Arapça ile eski İbraniceden meydana gelmiş bir dilleri ortaya çıkmıştır ki en sanatlı ve en noksansız, güzel, aynı zamanda en mükemmel ve geniş dillerden biri olan bu dil, bugün de hemen hemen bütün Arapların edebî ve sosyal dili, bütün İslam’ın dinî lisanıdır. Kur’an-ı Kerim bu lisanla inmiş, Muallakat-ı Seb’a31 bu lisanla yazılmıştır.
Arap tarihlerinin iddiasına göre Arab-ı Müstaribe, külliyetli bir nüfusu ve kabileleri içine almış olup hepsi Hz. İsmail’in sülalesinden gelmedir. Avrupalı eleştirmenler bunun şüpheli bir konu olduğunu ve bir tek adamdan birkaç bin senede milyonlar meydana gelemeyeceğini ileri sürüyorlar. Sonra da Cürhüm Kabilesi fertlerinin ve onların torunlarının bıraktığı nesillerin ne olduğunu soruyorlar.
Gerçekten, bugün Arab-ı Müstaribe ve daha doğrusu şöylece Arap ismi altında toplanan saf ve Arap Yarımadası’nda yerleşik Arapların bir ferdin, yani Hz. İsmail’in torunları saymak mümkün olmadığı gibi; hepsini bir karışık kavim saymak ve hepsinde İbrani kanı bulmak da mümkün değildir. Bu genel noktada biz de Avrupalı eleştirmenler ile aynı fikirdeyiz. Fakat böyle genel bir iddia, zaten Arapların geneli tarafından da öne sürülmemiştir. Mesela “Asr-ı Saadet”te Kureyşlilerle Yemenliler arasında, asalet ve lisan meselesi hakkında ortaya çıkan edebî bir tartışmada, Yemenliler “saf ve İbrani kanıyla karışmış Arap olmadıklarını ve lisanlarının da daha saf olduğunu, bundan dolayı kendilerinin Arap’ın soyluları olduklarını” iddia etmişlerdi. Demek ki Arapların tamamı ve özellikle Arab-ı Aribe’nin ve Hamirilerin [Himyerilerin] asıl vatanı olan Yemen’deki kabilelerin çoğu yalnız İsmail neslinden olduklarını değil, İbranilerle karışmış olduklarını da iddia etmemişlerdir. Fakat iş genelden özele dökülünce Avrupalıların yazdıkları da kuvvetini kaybeder.
3. Adnan ve Kureyş Soyu
Arap ananelerine göre İsrailoğulları olarak ilk şöhret kazanan aile “Âl-i Adnan”dır.
“Âl-i Adnan” adı altında toplanan fertlerin hepsi yalnız Hz. İsmail’in torunları mı idiler?
Bu soruya cevap vermek biraz zordur; fakat zannedildiği kadar değil. Avrupa âlimleri bu soruya imkânsız nazarıyla bakıyorlar ve sürülerle kabilelerin bir veya birkaç adama dayandırılmasını hurafelerden ibaret görüyorlar.
Bize kalırsa Avrupalı eleştirmenler bu konuda haklı değildir. Eski zamanlarda geçen ve “tarih bakımından” tamamen açık olmayan durumlar hakkında bir hüküm verebilmek için zamanımızda, gözümüzün önünde cereyan eden, tecrübe edilmesi ve incelemesi mümkün olan durumları ölçü almak gerekir. İlkel insan hakkında bir fikir edinmek üzere sosyoloji ilminin kabul ettiği yol budur. Bundan dolayı bu mesele hakkında hüküm vermeden önce “tarih tarafından” kaydedilmiş benzer bir olayı inceleyeceğiz.
Fizan’a bağlı olan yerlerden Şâtî vahasında “Âl-i Buseyf” adında bir kabile var. Bunlar Hz. Hasan’ın soyundan gelen şeriflerdir. Bu kabilenin ceddi olan “Buseyf” Şâtî vahasına beş altı asır önce hicret etmiştir Buseyf, tabiatıyla yalnız başına değildi, bunlar bir aile idi. Fakat Buseyfîlerle ilgili kaydedilen ve anlatılanlara göre; miktarları bir aile reisiyle birkaç amca ve teyze oğlundan ve birkaç kadından ibarettir. Buseyfîlerin soyları tamamıyla kayıtlıdır. Bu neseplerin incelenmesinden anlaşılıyor ki Şâtî’ye göç eden şerifler, iki üç çadır halkından ibaret idi.
Hicretlerinin başlangıcından bugüne kadar, beş asırdan fazla zaman geçmemiş, dışarıdan kız almamış ve dışarı kız vermemişken Zenetan [Zintan] Muharebesi’ne, yani bundan otuz sene öncesine kadar toplam nüfusu üç bin beş yüze ulaşıyordu. Zenetan Muharebesi’nde yarı nüfuslarını kaybetmişlerdir.
Buseyfîlerin yerleşme yeri, dünyanın en elverişsiz yerlerinden sayılır. Çoğalmaları için elverişli etkenlerin hiçbiri yoktur. Böyle iken üç beş ailenin beş yüz senede üç bin beş yüz kişiye ulaştığını düşünürsek; Hz. İsmail’den Adnan’a kadar geçen en az on asırlık bir zamanda birbiriyle akrabalık ilişkisinde bulunmaları neticesinde hepsi İsrailoğulları hâline dönüşmüş olan Arab-ı Müstaribe’nin yirmi ila otuz bin kişiye ulaşması hiç de olmayacak bir şey değildir.
Ecdat isimlerinin, akrabalı vesairenin korunması şekline gelince; Araplarda lisan ilmi, güzel ve doğru söyleme [belagat ve fesahat] nasıl hayret edilecek bir gelişme göstermişse soy ilmi de öylece o çevreye has bir kudretle gelişmiştir. Arapların isimlerin ve neseplerin korunmasında gösterdikleri ustalık ve sanatı, hatta bu ilimde koydukları kuralların sağlamlık ve şiddetini anlamak için Araplarla ve bilhassa bedevilerle uzun uzadıya bir arada bulunmak, soyları incelemek lazımdır.
Âli-i Adnan’ın çoğalarak birtakım kollara ayrılması üzerine “Kureyş” topluluğu, saflığını koruyan asil kısmı olarak seçkinlik kazanmıştır. Neseple uğraşan âlimler, Adnan’dan itibaren Kureyş neseplerinin, zikredilen ilmin kurallarına uygun şekilde kaydedildiğine dair aynı fikri paylaşıyorlar. Yalnız Adnan’dan yukarıda olan ecdadın “İsmail’e nisbet”i kuvvetli rivayete göre kendilerince sabit olmakla beraber kaydedilmiş isimler hakkında bu kesinlik görülmemektedir.
4. Haşimîler ve Emeviler
Kureyşliler de zamanla birçok dala ayrıldıktan sonra; Peygamber Efendimiz’in gelmesine yakın zamanlarda en asil ve soylu kollarından birisi “Âl-i Hâşim, Âl-i Ümeyye” olarak iki büyük aileye ayrılmıştı.
İşte Resulullah Efendimiz, bu iki aileden Âl-i Hâşim’e mensuptur.
5. Peygamberin Nesebi ve Araplarda Nesepler İlmi
Nesep âlimlerine göre geçerli ve kayıtlı olan Peygamber Efendimiz’in nesep sütunu şöyledir:
Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)
Abdullah
Abdulmuttalib
Haşim
Abdumenaf
Kusayy
Kilab32
Mürre
Kâ’b
Lüeyy
Galib
Fihr
Malik
Nadr33
Kinane
Müdrike
İlyas
Mudar
Nizar Maad
Adnan
Neseplerin bu tarihî ve kayıtlı şekliyle İbranilerin tarih öncesi devirlerine kadar çıkan hurafeye dayalı şekli arasında hiçbir yakınlık yok iken bazı Avrupalılar bunu kabul etmiyorlar ve Adnan’ın Hz. İsmail’e nisbetini İbranilerin her