Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi

İslam Tarihi


Скачать книгу

Durum – Din Fikri, Allah, İlahlar ve Cinler – İdare, Siyaset, Âdetler vesaire…

      1. Dinî Şekiller

      İslam’dan önce Arapların durumlarına, sosyoloji ilminin kaidelerini biraz tedbirle tatbik etmek lazımdır. Tekâmül usulü, her muhite, hemencecik aynı şekilde tatbik olunamıyor. Mesela bazı muhitlerde marifet ve sanat dalları, ruhi ve sosyal gelişmeler birbirine uygun ve eşit olarak yürüyor. Öyle bir hâlde ki sanatın gelişme derecesinden, ilmin diğer dallarının dereceleri hakkındaki çıkarımlarımız gayet doğru çıkıyor. İslam’dan önce Araplarda bunun aksini görmekteyiz. Çevrelerinin, başka kavimlerle bir arada olamamalarının ve yakınlık kuramamalarının ve belki de o zaman hüküm süren tarihî şartlardan dolayı Araplar, sanatlarda ve yaşayış şekillerinde çok ilkel bir hâlde bulunmakta iken lisan ve edebiyatta hemen hemen gelişmenin en yüksek derecesine yetişmiş idiler.

      Başka kavimlerde buna benzer farklar görülse bile, bu derecede büyük farklar belki, yalnız Araplarda görülmüştür. Bundan dolayı İslam’dan önce Arapların dinî ve manevi durumlarını incelerken ve tenkit terazisinde tartarken bunları unutmamak gerekir. Sanat bakımından bedevi, ahlak bakımından vahşi olan Araplar lisan ve şiir bakımından her kavimden fazla medeni idiler. Bununla beraber edebî gelişmeler, onlarda, manevi ve ruhi gelişmelerle birlikte olmamıştır. İslam’dan önce gelen büyük Arap ediplerinin eserlerinde “dinî fikir ve tesirlerden” eser yok gibidir. Bizim fikrimize göre, din hissi ile ruhi faziletlerin birbirinden ayrılamayacağına Arap tarihi büyük bir vesikadır.

      Arapların bütün şiirleri, “hakiki” yücelikten, ince ve yumuşak ruhi duygulardan âdeta mahrum olup; edebî fazilet, kelime süsünden ibaret idi. Araplar hayal kudretinden az hisse almış olmakta diğer Samilerle müşterek idiler. Zaten memleketlerinde tabiat biraz fakir olduğundan edebiyat ruhu, sınırlı bir daire içinde dönüp dolaşmak zorunda idi.

      İslam’dan önce Araplarda millî güzellikler ve faziletler yok değildi. Fakat bu güzellikler ve faziletler güzelce tahlil edildiğinde “hep sosyal gelişmenin eksikliği ve şahsın [enaniyetin] olgunlaşmasına” ait şeyler olduğu görülür. Hâlbuki bu türden faziletler, esaslı ve yüce faziletlerle beraber bulunmak şartıyla hakiki faziletlerin arasına dâhil olur. Gerek Dozy ve gerekse birçok Batılı oryantalist, incelemeler sonucunda, İslam’dan önce Arapların “şen ve zeki, mağrur ve hırçın, çok ihtiraslı, intikama meyilli, misafirperver, sade ve necip” olduklarını yazıyorlar. Biz de bu konuda onlarla aynı fikirdeyiz ve tarih tarafından yalanlanmak korkusundan emin olarak deriz ki:

      Arap kavminde hakiki fazileti yaratan, ahlakı icat eyleyen İslam dini ve başka bir tabirle Peygamber Efendimiz’in yüce zatıdır.

      Arapların bilinen hâllerinin incelenmesinden ortaya çıkan sonuca göre, İslam dininin ortaya çıkmasını gerektirecek ve kolaylaştıracak sosyal duruma ve gelişme şartlarına ait sebepler, Arap Yarımadası’nda genel olarak mevcut değildi.

      Araplar, hayal ve maneviyattan mahrum, maddiyata değer veren insanlardı. Dinî konulara onların hiçbir merakı yoktu, din hissi onlarda ilerleme kaydetmemiş ve gelişmemişti. Bu noktalarda da başta Renan olarak bütün Avrupa araştırmacıları ile aynı fikirdeyiz. Çünkü bu bir hakikattir.

      Fakat onlardan şu noktada ayrılıyoruz ki:

      Bütün bu hâller, Arap Yarımadası’sında yüce ve gelişmiş bir dinin, soylu ve seçkin bir ahlak sisteminin ortaya çıkmasını, mantıklı bir netice şeklinde algılanacak sosyal sebeplerin ve hazırlayıcı şartların yokluğunu göstermekte iken onlar, İslam dininin ortaya çıkmasını “alelade”likten kurtarmamak, Peygamber Efendimiz’in görevlendirilmesindeki büyük önemi küçümsemek ve İslam dininin ortaya çıkması ile adi bir putperestliğin ortaya çıkması arasında hiçbir fark görmemek sevdasıyla “İslam dini için zeminin hazırlandığını ve Peygamber Efendimiz’in kendisi gelmemiş olsa bile, böyle bir dinin ortaya çıkabileceğini” iddia ediyorlar. Demek ki kendi kendilerini yalanlıyorlar.

      Peşin hükümlerden, bir iddianın dayanağı ve ölçüsü olarak kabul edilmiş olan fikirlerden ve özellikle kötü niyetten arınmış bir şekilde tarih incelenirse zorunlu olarak kabul edilir ki “İslam demek, Hz. Muhammed (s.a.v) demektir.” Ve pek muhtemeldir ki o peygamber gelmeseydi, Araplar hiçbir tarihî varlık gösteremeyecek, kuşatılmış bulunduğu yarımada dışına çıkamayacak ve bedevilikten ileri geçemeyecekti.

      Bu iddiamızı ispat için Arap Yarımadası’nın bugünkü hâlini gösterebiliriz. Peygamber Efendimiz’in ve getirdiği dinin bahşettiği olağanüstü faaliyet ve yücelik sayesinde bedevi Araplar, on sene içinde bütün cihanın fazilet rehberi, ahlak öğreticisi, irfan ve idare meşalesi oldular. Hâlbuki o yüce ruh, o peygamber gözden kaybolduktan sonra Arapların (yani yine eski vatanlarına geri dönen ve orada çoğalan Arapların) çoğu, İslam’ın ortaya çıkmasından evvelki bedevilik ve cahilliklerine geri döndüler. Öyle bir hâlde ki İslam âleminin ve belki bütün cihanın en karanlık noktası, medeniyetin beşiği olan Arap Yarımadası oldu. Vahhabilerin ortaya çıkmasına kadar yarımadanın sahillerinden başka kısımlarında oturan Arapların “dinen” ilkel bir hâlde bulundukları ve İslam ile hemen hemen hiçbir alakaları olmadığı muhakkaktır. Bundan dolayı evvela peygamberliğini, sonra da “kendisinin geliş sebebi ve bununla beraber dinin hakikisi” olduğunu inkâr etmek sevdasıyla Dozy ve benzerlerinin, Arapların yüce bir din yaratmayı gerektirecek sosyal bir yeteneğe eriştikleri hakkındaki tarihî hakikate aykırı iddialarının hiçbir bilimsel kıymeti yoktur. Bu iddiamızı yine tarihî diğer belgelerle ispat edeceğiz.

      2. Musevilik ve İsevilik, Putperestlik, Ruhi ve Sosyal Durum, Din Fikri, Allah, İlahlar ve Cinler

      İslam’ın ortaya çıkmasından evvel Araplar arasında dinlerden “Musevilik”, “İsevilik”, çeşit çeşit “Putperestlik” mevcut olduğu gibi İbrahim dininden kalma bazı fikirler ve ayinler dahi mevcut idi. Eğer Araplarda, putperestlikten daha gelişmiş dinî şekillerin kabulüne “alelade sosyal kurallar” ile yetenek ve hazırlayıcı şartların herhangi bir şekilde güzel izleri mevcut olsaydı, birisi İslam’dan dört ila beş yüz, diğeri bin sene önceden beri mevcut olan İsevilik ve Museviliğin kabulü lazım gelirdi. Hâlbuki Hristiyanlık Arap Yarımadası’na hemen hemen girmemiş, Musevilik ise oralara göç eden İsrailoğulları’yla sınırlı kalmıştı.

      İşte bir kere daha anlaşılıyor ki İslam, Araplarda ortaya çıkan millî gelişme sonucunda meydana gelmiş bir şey olmayıp sırf Hz. Muhammed’in peygamber olarak gelişinin eseridir.

      Dozy ve daha birkaç Batılı âlim, Arapların “Allah-u Teala” adıyla varlığın yaratıcısı, âlem haricinde, mutlak hâkim ve insan gibi şahsiyete sahip yüce bir zat tanıdıklarını ve öncekilerin bu inancının “Halake’i-insane fi suretihi. – Allah insanı kendi suretinde yarattı.” şekliyle İslam’a geçtiğini, başka bir deyişle İslam dininin zaten Araplarda öteden beri mevcut olan bir dinin biraz düzenlenmiş şeklinden başka bir şey olmadığını iddia ediyorlar. Bu iddia bir bakımdan yarı yarıya, diğer bir bakımdan – ve hele çıkarılan netice bakımından – tamamen yanlıştır. İslami bakış açısından olsun, sırf tarihî ve felsefi incelemeler bakımından olsun, son derece önemli olan bu konuyu bilimsel bir bakışla derinleştirmek isteriz.

      Biz, Müslüman olmak bakımından, peygamberlerin dinlerinin hep hak din olduğuna ve hepsinin Allah’ın birliğini ikrar esası üzerine kurulmuş olduğuna inanırız. Delilimiz ise akli ve bilimsel olmayıp yalnız itikadidir. Fakat meseleyi itikat zemininden bilim ve inceleme zeminine çıkarırsak, son zamanların seçkin araştırmacıları ve çok bilgili âlimleri ile ittifak hâlinde iddia ederiz ki:

      “Tarihin şehadeti ve geriye kalan izleri bakımından, eski dinler içerisinde aslında ve başlangıcında gerçek