kamıştan yapılmış evler de vardır.
Evcil hayvanları birinci derecede at ile deve olup devenin asıl vatanı ve menşei Arap Yarımadası olduğu gibi, atlarının cinsi de meşhur olup dünyanın en güzel atları bu kıtada çıkar. Develerin en çoğu ve en iyileri Necid’de bulunup birçok çeşide ayrılmıştır. Umman’da gayet hızlı hareket eden hecin develeri yetiştirilir. Arap Yarımadası’nın güney sahilleri taraflarında da bazı iyi cins develer bulunur. Atların da en güzelleri Necid’de olup bu kıymetli hayvana her mevsimde otlak bulmak için Şammar ve Anze gibi bazı aşiretler Fırat ve Dicle vadilerine ve yarımadanın en yukarı taraflarına kadar yayılmışlardır. Şammar, Anze ve Müntefik aşiretlerinin soylu at ve kısrakları onar bin civarında olup Necid’de bulunanları da on binden aşağı değildir. Arap Yarımadası’nın diğer taraflarında ise daha az miktardadır. Arapların bundan başka evcil hayvanları koyun, keçi, eşek, sığır ve katır ile köpek, kedi vesaireden ibarettir. Vahşi hayvanlar arasında en başta çöllerin hükümdarı makamında olan arslan zikre değer olup kaplan, sırtlan, kurt, domuz, çakal, geyik, tilki, maymun cinsleri dahi çoktur. Haşeratının en külliyetlisi ve en zararlısı çekirge olup Hicaz tarafında ‘lâdiğ’ denilen zehiri gayet tesirli bir çeşit örümcek de bulunur.
Arap Yarımadası’nın arazisi çeşitli madenlere sahip topraklardan meydana gelmiş olup, çok eski zamanlarda da Yemen altın madenleriyle ve genel olarak Arap Yarımadası kıymetli taşlarıyla meşhur idiyse de şimdi, yalnız Umman tarafında bazı gümüşlü kükürt ve kurşun madenleri görülmüştür; bakır madeni de ahali tarafından çıkarılmaktadır. Mekke-i Mükerreme’nin civarında da bazı kükürt madeni damarları görülmüştür. Seyyahlar, şimdiye kadar öyle külliyetli ve kıymetli madenler görememişlerse de bu geniş kıtanın pek az yeri ve pek yüzeysel şekilde bilim tarafından keşfedilmiş ve araştırılabilmiştir. Kızıldeniz’de ve özellikle Yemen kıyılarında hayli tuzlalar bulunup çok miktarda tuz çıktığı gibi, o civardaki adalarda pek çok bağa [deniz kaplumbağası kabuğu] ve inci çıkar. Basra Körfezi’ndeki Bahreyn Adası ile o bölgedeki adaların ve sahillerin incisi ise meşhurdur.”29
2. Araplar
Araplar Sami milletleri adıyla meşhur olan kavimlerden oluşan büyük bir kola mensupturlar. Arapların bu kola dâhil olan İsrailoğulları, Keldaniler, Nebatiler, Asuriler, Süryanilerle gerek “seçkin ve üstün vasıflar” ve gerekse dil yönüyle benzerlikleri vardır.
Tevrat’ın rivayetleri üzerine kurulmuş olan eski ilmi ensal [nesiller ilmi], insanlığın mevcut olan kavimlerini, düzenli silsilelerle Hazreti Nuh’un üç oğluna bağlar. Basit tarihî olayların bile doğru bir şekilde kaydedilemediği zamanlarda, nesillerin bu şekilde düzgün bir şekilde kaydı ve hele insanlık toplumunu Irak yöresine özgü bir şekilde düşünerek kavimleri ve gerekse her türlü medeniyeti oraya bağlamak, bugün artık bilimin eleştirmeye bile lüzum görmediği israiliyattandır [Yahudilere ait kitaplardaki yalan yanlış bilgiler, uydurmalar vs.].
Dünyanın hangi noktasının ilk insanlığa beşik olduğu tarihsel olarak bilinmemektedir. Burası malum olmadığı gibi insanlığın özel ırklara ve bu ırkların çeşitli kavimlere ne zaman ve ne şekilde ayrıldığı da malum değildir.
Pek fazla merak çekici olan bu bilinmezlikleri halletmek için ilmü’l-arz [jeoloji] ve eski ilmü’l ensal [nesiller ilmi] âlimleri mevcut olan bilgilerden bir sonuç çıkarmak suretiyle bazı tahminlerde bulunmuşlardır. Bu tahminlerin en akla uygun olanlarına göre insanlığın beşiği, bir vakit Asya ile bitişik olan Avustralya yahut Hint veyahut yine bir vakitler Asya’ya ve Avrupa’ya bitişik olan Afrika’dır.
Fakat dediğimiz gibi bunlar hep tahminlerden ibaret kalıp hakikat, geçmişin bilinmeyen derinliklerinde gömülüdür. Tarih devirleri başladığı zamanlar “Sami kavimleri” adı altında toplanan kavimlerin İran hududundan Akdeniz sahiline ve güneyde Yemen’e kadar olan yerlere yayıldığı görülür. Bunlardan Araplar Ceziretü’l-Arap (Arap Yarımadası) denilen ülke ile bunun kuzey tarafına gelen yerlerde otururlardı.
a. Arab-ı Aribe [Asıl Arap]
Sami kollarının belli başlı bir ailesi olan Araplar, “Arab-ı Aribe” adıyla anılırlar. Diller ve nesillerle ilgilenen âlimlerin kabul ettikleri prensiplere, yaptıkları inceleme ve araştırmalardan çıkan neticelere ve “basitten mürekkebe”, “nakıstan kemale” [noksanlıktan olgunluğa] doğru gidiş gibi gelişme kurallarına nazaran Sami kavimlerinin kökeninin Arap Yarımadası ve en eski Sami ailesinin “Arab-ı Aribe” olduğuna hükmedilebilir.
Sami dilleri karşılaştırıldığı zaman en seçkininin ve en esaslısının “Arapça” olduğu görülür. Seçkinliği diğer Sami dillerinde olmayan veyahut zamanla telaffuzu ve nihayet şekli kaybolmuş olan bazı harflerin Arapça’da var oluşu ve bazı harflerin tamamen “özel bir şekilde” telaffuzudur. İnsan ilmi bakımından da “Arap” şekli, Sami ailesinin toplayıcı şekli sayılabilir. Bu fikir sistemine göre Sami ailesinden birtakım kabileler, Arap Yarımadası’ndan kuzeye doğru yayılarak batıda “Ari kavimleri”nin yerleşme yeri olan İran ve Ermenistan’a kadar olan yerlere ve doğuda bugün Suriye adını alan ülkeye ve hatta aşağı Mısır’a kadar yayılmışlardır.
İsrailoğulları’nın kavimler ve âlem hakkındaki fikri pek sınırlı ve hatta onların dünyası Asya Kıtası’nın sadece küçük bir parçasından ibaret olduğundan “genel” saydıkları tufanda Nuh’un gemisindekilerden başka hayvanların ve insanlığın tamamen helak olduğunu, sonra insanların Hz. Nuh’un üç oğlundan ve hayvanların da gemidekilerden üreyip çoğaldığını zannederlerdi.
Küremizde mevcut kara hayvanlarının binlerce çeşide ayrılmış olduğunu ve bunlardan alınacak birer çifti, değil Nuh’un teknesi, hatta bütün Irak’ın içine sığmayacağı göz önüne alınacak olursa İsrailoğulları’nın sınırlı ve yerel bir olayı bütün dünyayı kapsayacak şekilde düşündükleri görülür. Irak’taki dillerin karışıp anlaşılmaz hâle gelmesinden ve Arab-ı Aribe’nin helakinden sonra “Yaktan – Kahtan” adında biri, Arap Yarımadası’na gitmiş ve Araplar onun sülalesinden gelmiştir. Bunun hikâye olduğu şüphesiz ise de her hurafe gibi bir hakikat parçacığına da sahip olması ve bununla bir Keldani göçünün anlatılması uzak bir ihtimal değildir. Kesin olan bir şey varsa o da Arapların, tarihin bildiği zamandan beri şimdiki oturma yeri ve vatanlarında yerleşmiş olduğu ve Ad, Semud, Amalika, Tasm, Cedîs ve Cürhüm-i Emîm, Abil gibi kavimlere ayrılmış bulunduğudur.
Bunların en meşhurları Ad ve Semud kavimleridir. Yemen’in Hadramut bölgesinde yerleşmiş olan Ad Kavmi, yerleştikleri yerin özelliği sebebiyle pek fazla medenileşmiş ve çoğu eski kavmin başaramadığı derecede bir gelişme ve ilerleme seviyesine ulaşarak bugün harabeleri hayrete düşüren ve beğenilen, takdir edilen binalar ve büyük eserler bırakmışlardır. İrem-i Zatü’l-imâd30 Bağ-ı İrem gibi eserleri efsanelerin doğmasına vesile olmuştur. Hicaz’la Suriye arasında yerleşmiş olan Semud Kavmi de Ad Kavmi derecesinde değilse de önemli ilerlemeler gerçekleştirmiştir.
Ad Kavmi’nin kendilerine özel ve “Mesned” adıyla bilinen yazıları olup İbrani, Süryani ve bugünkü Arabî yazıları ile benzerliği yoktur. Bu yazı, Mısırlıların hiyeroglifi ve Çinlilerin yazısı gibi “millî ve mahallî” bir icattır. Yani evvelce mevcut bir yazıdan taklit edilmiş olmayıp gelişme sonucu meydana gelmiştir. Eski Yunanlıların çoban manasını ifade eden “Hiksos” kelimesiyle isimlendirdikleri ve aşağı Mısır’ı istila ederek bir müddet hükûmet kuran kavmin, Amalika olması çok muhtemeldir.