Халит Зия Ушаклыгиль

Mai ve Siyah


Скачать книгу

alışkanlığı olan içki kaçınganlığına karşın, bu gece şu şölen onuruna, biraz da arkadaşlarının aşırı üstüne düşmeleri yüzünden -bu alışkanlığının tersine olarak- biraz ölçüyü kaçırmış, biraz dayanabileceğinden fazlasını içmişti. Şimdi yavaş yavaş beyninden süzülen bir şey; damarlarının içinden, kemiklerinin arasından hafif hafif ürpertilerle akarak, sanki büyük bedenselliğini, kendi kendisini yönetebilme gücünü çekerek ayaklarına doğru çekiliyor gidiyor, vücudunun direniş gücünü direnme mümkün olmayan bir güçle erite erite dağıtıyor gibiydi.

      O vakit geçici bir çabayla kendisini toplar; bir uçuruma yuvarlanmıyor, toprakların arasına süzülüp akmıyor olduğuna güven kazanabilmek istiyormuşçasına gözlerini açar, ayaklarını çekerdi.

      Arkadaşları Ahmet Cemil’i böyle bir hâlde bıraktılar. Onlar gider gitmez dudaklarının arasından “Aman bu Raci!..” dedi.

      Bu adamdan, ilk tanıştıkları dakikadan başlayarak duyduğu nefreti şu üç kelimede tamamıyla açıklardı. Onu hiç sevmez, sevmemek mümkün olduğu kadar sevmezdi. Raci o adamlardan biri idi ki dünyaya hiçbir şey olmamaya hükümlü olarak geldikleri hâlde her şey olmak isterler. Raci de en çok olamayacağı bir şey olmaya çalışıyordu: Şair…

      Ahmet Cemil pek iyi bilirdi ki bu adam, bilmem kimin bir gazeline nazire söylemek için bir gün Boğaziçi’nin ta Kavak iskelelerine kadar gidiş geliş yolculuğunu yapmayı göze almış, on kuruş da harcamadan çıkmıştı da ancak iki buçuk beyitle dört uyak bulabilerek geri dönmüştü.

      O vakit, çok başarılı bir iş yapmışların hâliyle gazeteye geldiği zaman Ahmet Cemil, elindeki kâğıdın üzerinde yirmi otuz çizilmiş satır arasında sağ kalabilmiş altı dizeyle bir dizenin yalnız son bölümünü -evet, son bölümünü- görmüştü. Aman ya Rabbi! Şair Raci dedikleri işte bu idi!.. Bu kadar hiçliğiyle birlikte her üstün, seçkin ve güzel şeye, bunların sahibine düşman… Bunun bir güzel şeyi beğendiği, elinden bir şeyler gelen bir arkadaşını takdir ettiği daha görülmemişti.

      Sanki başkalarındaki bir üstünlük ve seçkinliğin onaylanması, kendisinde bir noksanlık doğuracakmış gibi bir küçük, güzel bulup beğenme gülümsemesini bile esirgerdi. Bu adamın beğendikleri yalnız ölülerden başkaları değildi. Ölüler, onlar artık olağanüstüleşmiş ve şu edebiyat pazarından çekildikleri için rakiplikten arınılmış olarak kalmışlardır.

      Ahmet Cemil bir gün bir Batı edebiyatçısından aktararak “Mezar taşı ünlenme heykelinin oturduğu tabandır.” dediği zaman, orada bulunan Raci’ye dönerek “Al sana göre bir söz, öyle değil mi?” demişti. Bu yolda şakalarla Raci’yi kendisine düşman etmişti. Ama ne sakıncası var? Zaten Ahmet Cemil yalnız herkesçe değerlendirilip beğenilmiş olduğu için onun düşmanlığını kazanmış olmuyor muydu? Herkesçe beğenilmiş, değerlendirilmiş olmak sözüne de Ahmet Cemil gene bir kapsam vermez.

      İnsanın olsa olsa kendi mesleği dışında olanlarca, yani yan tutmayan kimselerce değerlendirileceğinde şüphe yoktur diye düşünür. Onu arkadaşları seviyorlardı ama o sevgi içinde kim bilir ne kadar saklı kinler ne derin kıskançlıklar vardır. Bugün kendisini beğenip değerlendirenler, yarın -kendilerini düşürmeye neden olabilecek bir şey yazsın- bakınız nasıl gürlerler. Ah, bu basın dünyası!..

      Bir yıldan beri o dünyanın az tecrübelerini mi görmüş, acılıklarını mı çekmişti? Okulda iken nasıl düşler düşünürdü!.. Bugün kim bilir ne kadar gençler vardır ki o dünyada bir zevk bulunduğunu hayal ederler ama bir kez bu çirkin basın hayatına girseler…

      Ahmet Cemil, kin ve kıskançlık denince hep Raci’yi düşünür. Bu adam basın dünyasında bir tür yaratıkların özel bir örneğidir. Tashih işlerine bakarken, tashih yanlışlarına dikkat edeceği yerde, ötekinin berikinin hatalarını bulmaya çaba gösterir. Bir gün örneğin Ahmet Cemil’in bir yazısında yanlış bir ilgi bağ cümlesi bulduğu için bir hafta onunla dalga geçer.

      Aşırı ölçüde kuralları iyi bildiğini ileri sürerek bununla övünür. Arapçayı, Farsçayı pek iyi bildiği iddiasındadır ama bir kez Arapça bir gazetenin üç satırını Türkçeye tercüme edememiştir.

      Gazetedeki görevi muhbirlerin getirdikleri haberleri gözden geçirip tashih etmekten başka bir şey değildir. Ne vakit küçük bir yazı yazmaya gerek duyulsa bu işin kendisine verileceğinden korkarak, akşam biraz fazla kaçırdığından söz ederek sersem olduğundan dem vurur.

      Basında onu kimse sevmez. Hele yazı işleri memuru -o kendisine Ahmet Şevki Efendi diyen yuvarlak adam- Raci’den söz edilse ateş püskürür, onun kadar avans olarak para alan, gazetede kimse bulunmadığı zamanlara rastlarsa gelen ilanların ücretini cebine indiren bir yazar -işte basında bulunalı on yıl oluyor- hiç görmediğini söyler…

      Ahmet Cemil “Aman bu Raci!..” dediği zaman işte bütün bu ayrıntılar o üç kelimenin söylenişinin içine sıkışmıştı.

      Bakınız, Başyazar Ali Şekip büsbütün başkadır. Raci ile tam bir zıtlık oluşturur. Uzun boylu, geniş omuzlu, açık yüzlü ancak otuz beş yaşında olan bu adam biraz safça -bu deyimde zariflik ağır basmalıdır- biraz budalaca olmakla birlikte, “Mir’at-ı Şuûn” yazı heyetinin en çok bilgili olanıdır. Hukukla ilişkisi vardır, çok kitap okumak sayesinde az çok bir şeyden anlar. Küçük yaşından beri basında çalışmıştır. Dünya siyasetinin en az önemli olan ayrıntıları bile ezberindedir. Sanki bir ansiklopedi gibi beyninin içinde yapraklar döndükçe bilgilerinin çeşitliliği kendini gösterir. Fizik bilgileriyle ilgili bir şeyin yanında yönetimle ilgili bir konuya rastlanılır.

      Bununla birlikte son derece alçak gönüllüdür; bildiklerine pek kesinlikle inanmayanlara özgü bir korkaklıkla herkesten iyi konuşabileceği konularda bile susmayı yeğlemek âdetidir. Onun için kendisini tanıyanlar, ondan hiç korkmazlar; yanında en saçma şeylerden söz ederler de o bunları tashih etmekten utanır. Üstelik Raci’nin gazellerini güzel bulmamaya bile cesaret edemez. Zaten edebiyata kesinlikle sokulmaz, bundan anladığını ileri sürmez.

      Bir gün deneme yazmıştı da arkadaşlarına okumak üzere gazeteye getirdiği hâlde okuyamaksızın “Alay edeceksiniz, neme gerek? Bana siyasal yazı yazmak ne güne duruyor?” diyerek yırtmıştı.

      Onun için Ahmet Cemil de bu küçük bir çocuk kadar utangaç adamın içtenlikli bir dostudur. Ali Şekip o adamlardandır ki insan ellerini ellerine koyacak olursa onlardan duyulan temizliğin ve katıksızlığın sıcaklığı ile hayatın birçok kötülüklerinden yürekte meydana gelen buzların eridiğini sezinler. Ahmet Cemil, Ali Şekip’in yalnız bir şeyini bağışlayamaz: O da bütün utangaçlığıyla birlikte bu adamın ara sıra şaka etmek istemesidir.

      Bu tertemiz yüreği incitmiş olmamak için Ahmet Cemil en katlanılamaz şakalarını bile hoş bulmuş gibi görünür. Onun şakaları ile eğlenen özellikle Raci ile Sait’tir. Raci yaratılış bakımından dolu bulunduğu hainliğe, Sait de kendine özgü bir karaktere sahip olmayıp da ötekinin berikinin yaptığını taklit etme alışkanlığına uyarak Ali Şekip’e ağız açtırmazlardı.

      Sait üzerinde Ahmet Cemil’in belirgin bir görüş ve düşüncesi yoktur çünkü Sait’in kendisinin belirgin bir varlığı yoktur. Sait, her soruya “evet” diyen, her duyduğu düşünceye “Benim de düşüncem budur!” karşılığını veren ama bütün bu dönekliği zaten beyni gayet hassas bir eksen üzerinde çevrilmeye hükümlü olarak yaratılmış olmaktan başka bir nedenle yapmayan bir gençtir ki kimseye kötülük etmez. İyilik etmeye çağrılmazsa iyilik etmek de aklına gelmez; kişiliğinin gerçekten var olup olmadığından insan şüphe duyabilir. Üstelik şiirine de katlanılabilir