Ahmet Cevdet Paşa

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt


Скачать книгу

görülmemiş şekilde sert esmeye başladı. Rüzgârın yerden kaldırdığı toz toprak, müşriklerin yüzlerine ve gözlerine vurdu, göz gözü görmez oldu. Akşam yemeği pişirmek için ateş üzerine koymuş oldukları çömlekleri baş aşağı devrildi. Çadırları, çocukların uçurdukları uçurtma gibi havada uçmaya başladı. Akşamleyin karanlık basınca, ortalığı biraz daha korku ve dehşet kapladı.

      Bu fırtına yalnız düşman ordusu için esiyordu. Dışarıda bir şey yoktu fakat İslam askerlerinin de kimi soğuktan kimi açlıktan dağılmış, Resul-ü Ekrem’in yanında üç yüz kadar adam kalmıştı. Düşmanın hâlinden haber alıp da getirmek üzere Resul-ü Ekrem, ashabından Huzeyfe İbni Yeman’ı gönderdi. O da gidip Kureyş ordusunun içine girdi. Gördü ki düşman şaşırmış ve ne yapacağını bilmiyor. Ebu Süfyan ümidini yitirip bezgin bir hâlde, “Ey askerler! Burası oturup eğlenecek yer değildir. Hâlbuki Beni Kurayza ile de aramıza anlaşmazlık düştü. İşte ben gidiyorum, siz de göç ediniz.” diyordu.

      Rivayet edilmiştir ki o zaman düşmana dehşet vermek üzere gökten bin melek inmiş idi. Hatta düşman ordusunun etrafında “Allahu Ekber!” sesleri ve kılıç şakırtıları işitiliyordu. Huzeyfe (r.a.), dönüp gelirken yolda gözüne yirmi kadar süvari görünüp ona demişler ki: “Dostuna haber ver. Yüce Allah, onun düşmanlarını dağıttı.” Hz. Huzeyfe gelip, Hazreti Peygamber’in yanına girdi. Gördüklerini olduğu gibi haber verdi. Resul-ü Ekrem, tatlı tatlı gülümsedi.

      Kısacası Ebu Süfyan devesine binip gitti. Diğer Kureyş kabileleri de onun arkasından hareket etti fakat Amr İbni As ile Halid İbni Velid iki yüz kişilik süvari ile artçı tayin edildiklerinden, Kureyş ordusunun arkasını alıncaya kadar onlar geride kalıp beklediler. Gatafân kabileleri, Kureyş ordusunun göçtüğünü gördüklerinde kalkıp Necid ülkesine gittiler.

      Müşrikler, öyle geceleyin kalkıp giderlerken epeyce zahire ve diğer eşyalarını ordu yerinde bıraktıklarından, ertesi gün Müslümanlar onları toplayıp İslam ordusuna getirdiler. Bundan başka, yirmi yüklü deve de ele geçirdiler ki Ebu Süfyan, onları Yahudi reislerinden Huyey adlı kişiye göndermiş, o da hurma ve başka zahirelerden yükletip geri çevirmişti. İslam askerleri, o develerin çoğunu kesip pişirdiler. Hurmayı da bol bol yiyip karınlarını doyurdular. Böylece İslam askerleri kıtlık belasından kurtuldu ve orduda bir anda bolluk görüldü.

      Resul-ü Ekrem ashabına dönerek, “Artık nöbet size geldi. Bundan sonra Kureyş sizin üzerinize gelecek değildir.” dedi. Bu muharebede müşriklerin ölüleri dört kişiden ibaretti. Müslümanlardan da beş kişi şehit oldu. İkisi Evs Kabilesi’nden ve üçü Hazreç Kabilesi’nden idi. Bir de ensarın en büyüğü olan Sa’d İbni Muaz (r.a.), muharebenin son anında ok ile kolundan ağırca yaralanmıştı. Kısaca sert rüzgâr ve göze görünmez asker ile düşman ordusu bozuldu ve Müslümanlar zafer kazandı.

      Zilhicce ayına bir hafta kala Resul-ü Ekrem, Hendek Harbi’nden dönerek kutlu evine gelip silahlarını çıkardı. Hemen Cebrail (a.s.) gelip, Beni Kurayza üzerine gitmek için Allah katından emir getirdi. Resul-ü Ekrem tekrar silahlandı. Bilâl-i Habeşî’ye (r.a.) emredip, “Allah’ın emrine uyanlar, ikindi namazını Beni Kurayza yurdunda kılsın.” diye ilan etti.

      Sancağı Hazreti Ali’ye verip, onu ileri gönderdi. Kendisi de binip arkadan hareket etti. Önce Hazreti Ali, sancak ile Beni Kurayza kalelerinin önüne geldi. Yahudiler onu görünce kızıp kötü sözler sarf etmeye ve hatta Resul-ü Ekrem’e sövmeye başladılar. Hemen savunmaya geçtiler. Sonra Resul-ü Ekrem oraya varıp bir su başına indi. İslam askerleri de akın akın gelip, akşama kadar hepsi toplandı. Sayıları üç bin kadar olup, otuz altısı atlı idi.

      Yahudiler o zaman neye uğradıklarını anladılar ve haksız olarak antlaşmayı bozduklarına çok pişman oldular. Reisleri olan Ka’b, bir cuma günü onları topladı ve danışma meclisini açtı. “Kitaplarımızda adı geçen ahir zaman peygamberinin bu zat olduğu anlaşıldı, isterseniz Müslüman olalım ve bu beladan kurtulalım.” dedi. Yahudiler Müslümanlığa hiç yanaşmadılar. Ka’b da “Öyleyse eş ve çocuklarımızı öldürelim. Geride düşüneceğimiz bir şey kalmasın. Ondan sonra kılıçlarımızı çekerek çıkıp Müslümanların üzerine saldıralım. Görelim Hak ne gösterir?..” dedi.

      Yahudiler, “Eş ve çocuklarımız gittikten sonra bize yaşamak ne lazım?” diyerek bu görüşü de reddettiler. Ka’b, “Öyleyse başka bir çare arayalım. Bu gece cumartesi gecesi olduğundan Müslümanlar bizden emindir. O kadar ihtiyata uymazlar. Ansızın çıkıp üzerlerine saldıralım. Umulur ki kazanırız.” dedi. Yahudiler, “Biz cumartesi gününün hürmetini bozamayız.” diyerek bu tedbiri de kabul etmediler.

      Beni Nadir Yahudileri gibi, develerinin taşıyabileceği kadar eşya yükletip gitmek şartıyla Resul-ü Ekrem ile haberleşmeye başladılar. Bu dileklerini Hazreti Peygamber geri çevirdi. Kuşatılmaları da yirmi günü geçmişti. Yahudilerin açlıktan takatleri kesildi ve hepsine yeteri kadar ümitsizlik ve usanç geldi.

      İşte o hâlde Allah’ın Aslanı Hazreti Ali, Zübeyr İbni Avvam (r.a.) ile birlikte ilerleyip, “Ya ben amcam Hamza’nın içtiği şerbetten içerim ve bu tatlı candan geçerim ya da bu kalenin içine dalarım!” diyerek, Beni Kurayza kalesine hücum etmek üzere hazırlandı. Hâlbuki yürüyüşle kaleye girilse onca kadın ve çocuk ayaklar altında kalır ve uygunsuz işler meydana gelebilirdi. Yahudilerde ise asla karşı koyacak hâl kalmadığından kayıtsız şartsız teslim olmak zorunda kaldılar. Sayıları dokuz yüz kadardı.

      İçlerinde harp etmeye gücü yetenler dört yüz kadar olduğundan, onların elleri arkalarına bağlandı.

      Beni Kaynuka Yahudileri, Hazreç Kabilesi’nin amanında oldukları gibi, bu Beni Kurayza da Evs Kabilesi’nin himayesinde oldukları hâlde Müslümanların aleyhinde bulunmamak üzere Resul-ü Ekrem ile sözleşip yemin etmişlerdi.

      Hâlbuki Müslümanların en sıkışık anlarında, verdikleri sözden döndüler. Bu sefer üzerlerine yüründüğünde, Resulullah’a sövüp saymak gibi pek çirkin sözler sarf ettiler. Bunun için Müslümanların çoğu onların idamını istiyordu fakat evvelce Beni Kaynuka da bu şekilde ele geçmişken, Hazreç Kabilesi ileri gelenlerinden Abdullah İbni Übeyy İbni Selûl’ün yalvarıp ısrar etmesiyle serbest bırakılmış olduklarına kıyas ederek, bu sefer Beni Kurayza’nın da serbest bırakılması Evs Kabilesi tarafından istendi.

      Bunun üzerine Resul-ü Ekrem, Sa’d İbni Muaz’ı (r.a.) hakem seçti. Sa’d ise Hendek Harbi’nde yaralandığından yatıyordu. Hemen onu bir hayvana bindirdiler ve Hazreti Peygamber’in yanına getirdiler.

      Evsliler, “Ey Sa’d, Resulullah seni Beni Kurayza hakkında hakem seçti. Eski hakları unutma. Onlara merhamet et.” diye yalvardılar. Sa’d İbni Muaz (r.a.) ise Beni Kurayza’nın sebepsiz olarak anlaşmayı bozduğundan ve gidip kendilerine nasihat ettiğinde kötü muamelede bulunulduğundan dolayı pek gücenmiş ve onlardan öç almak için fırsat gözetmekteydi.

      Hemen, “Ben hükmederim ki Beni Kurayza’nın harbe yarayan erkeklerini öldürün, eş ve çocuklarını esir alın ve mallarını bölüşün.” dedi ve dediği gibi yapıldı. Bin beş yüz kılıç, üç yüz zırh, bin mızrak, beş yüz kalkan ve birçok deve ve başka hayvanlar ele geçirildi. Bütün ganimet mallarının hazine için beşte biri çıkarıldı. Geri kalanı İslam gazilerine bölüştürüldü. Beni Kurayza’nın arazisi, ensarın rızasıyla din uğrunda ev ve yurtlarından ayrılmış olan muhacirlere verildi. Resul-ü Ekrem, kendisi için esirler içinden, Reyhane adlı kızı seçerek onunla evlendi.

      Sonra Sa’d İbni Muaz’ın (r.a.) yarası azdı, şehit olarak ölüp cennete gitti. Muhacirlerin en üstünü Hz. Ebu Bekir olduğu gibi, ensarın en üstünü de Sa’d idi. Tavır ve ahlakça Hz. Ömer’e