Üstelik kış mevsimi olduğundan, kendileri üşüyüp titremekte ve hayvanları yiyecek yem bulamayıp ölmeye başlayınca şaşıp kalmışlardı. Kısacası arada hendek bulunduğundan iki ordu birbiriyle çarpışamayıp, sadece karşılıklı ok atmaktaydılar.
Fakat Amir İbni Lueyy soyundan Amr İbni Abdivedd adlı yaman süvari, Beni Mahzum’dan İkrime İbni Ebu Cehil, Hübeyre İbni Ebu Vehb, Nevfel İbni Abdullah İbni Mugire, Hazreti Ömer’in biraderi olan Dırar İbni’l-Hattab ve Mirdas İbni Muharib adlı süvariler, atlarını zorlayıp hendeğin dar bir mahallinden beri tarafa atladılar.
Ebu Süfyan ile Halid İbni Velid de onlara arka olmak üzere bir bölük müşrik ile hendek kenarına kadar geldiler fakat hendeği geçemeyip öte tarafta seyirci gibi durdular.
Amr İbni Abdived arkadaşlarından ayrılarak atını ileri sürüp er diledi. Amr, pek çok hadise görüp geçirmiş, düşmanlarına üstün gelmiş ve yalnız başına nice toplulukları vurup dağıtmış, dengi yok bir yiğit ve silahşorlukta usta bir süvari idi. Bütün Arap kabileleri, onu bir bölük süvariye bedel sayarlardı. Onunla dövüşmek, aslan ile pençeleşmek gibi olup, buna da çok üstün bir cesaret ve cüret gerek idi. Bunun için kimse ona karşı çıkmaya yeltenmedi.
Resulullah’ın Aslanı Hazreti Ali, “Ona karşı ben çıkarım ey Allah’ın resulü.” deyince, Resul-ü Ekrem, “Sen otur ey Ali! Gelen Amr’dır!” diye buyurdu. Amr tekrar Müslümanlara meydan okudu ve “İçinizde dövüş meydanına çıkacak er yok mudur? Hani sizin ölülerinize vadettiğiniz cennet nerede?” dedi. Hazreti Ali tekrar çıkmak istedi. Resul-ü Ekrem yine izin vermedi. Amr ise büsbütün şımardı ve “Er meydanına çıkacak kimse yok mu?” diyerek üst perdeden bağırdı. Bunun üzerine Hazreti Ali, “Amr da olsa çıkarım ey Allah’ın resulü!” diyerek yerinden kalkınca, Resul-ü Ekrem kendi zırhını ona giydirdi ve Zülfikâr denen kılıcını onun beline kuşattı ve “Ya Rabbi, amcam Ubeyde Bedir’de ve amcam Hamza Uhud’da şehit oldular. Yanımda bir amcamın oğlu Ali kaldı. Sen onu koru. Beni yalnız bırakma.” diye dua etti.
Hazreti Ali yaya olarak meydana çıkıp, Amr’a doğru yürüdü, iki ordu seyre başladı. Ali (r.a.), önce Amr’ı Hak dine çağırdı. Amr, kahkaha ile gülerek, “Bu ağızla bir kimsenin karşıma çıkacağı hatırıma gelmezdi. Sen kimsin? Hele söyle bakayım?” diye sordu. O da “Ebu Taliboğlu Ali’yim.” cevabını verdi. Amr, “Senin amcaların içinde meydana çıkacak yaşlı başlı biri yok mu? Ya kardeşimin oğlu! Senin ağzın hâlâ süt kokuyor. Ben senin babanla pek çok zaman kardeş gibi görüşürdüm. Şimdi senin kanını dökmek bana güç geliyor.” dedi.
Hazreti Ali, “Evet ama ben senin kanını dökmekten zevk duyarım fakat sen de atından inip de benim gibi yaya olmalısın.” dedi. Bu söz, Amr’ın damarına dokundu. Pek öfkelendi ve hemen atından indi. Yıldırım gibi Hazreti Ali’nin üzerine saldırdı. O da kalkanını karşı tuttu. Amr, öyle hiddet ve şiddetle bir kılıç vurdu ki Hazreti Ali’nin kalkanını iki parça etti ve başını biraz yaraladı. Sıra Hazreti Ali’ye gelince, Zülfikâr ile bir vuruşta Amr’ı öldürdü.
Sonra Nevfel Mahzumi dövüş meydanına at sürdü. Zübeyr İbni Avvam (r.a.) da ona karşı çıktı ve kılıç ile öyle vurdu ki Nevfel’i yukarıdan aşağı iki parça ederek altındaki eyeri bile kesti.
Bunun için Hz. Zübeyr’e, “Senin kılıcın gibi kılıç görmedik.” dediklerinde, “Onu yapan kılıç değil, bilektir.” demiş olduğu bildirilmiştir. Daha sonra Hz. Ömer, kardeşi Dırar üzerine hücum edince ve Hz. Ali ve Zübeyr de (r.a.) İkrime, Hübeyre ve Mirdas üzerlerine saldırınca dördü birden geri döndüler, geldikleri yoldan çıkıp gittiler.
İkrime can korkusuyla kaçıp giderken mızrağını düşürmüş olduğundan Hz. Hassan (r.a.), onu takip ederek, hicvedici şiirler söylemiştir. Amr İbni Abdived’in o şekilde dövüş meydanında düşüp kalması, Müslümanları son derece sevindirdi ve müşrikleri ise kedere boğdu. Ebu Süfyan, “Bugün bizim için hayırlı bir iş yok.” diyerek hendek başından çekilip, ordusunun kurulduğu yere gitti.
Ertesi gün bütün müşrikler, Beni Kurayza Yahudileriyle birlikte her taraftan Müslümanları sardılar. Akşama kadar Müslümanlara göz açtırmayıp durmadan ok attılar. Kıtlık yüzünden Müslümanlar çok zayıf ve takatsiz düştükleri hâlde düşman sürüleri böyle kara bulutlar gibi her taraftan kendilerini sarıp sıkıştırınca durumları pek yaman oldu. Bereket versin akşam oldu da düşman çekildi. Müslümanlar da biraz nefes aldı.
Fakat “Düşman yarın yine böyle her taraftan şiddetli hücum edip zorlarsa hâlimiz ne olur?” diyerek herkes telaş ve endişe içindeydi. Yüce Allah ise onların kurtuluşu için lazım olan sebepleri hazırlamıştı.
Şöyle ki: Nuaym İbni Mesud Gatfanî o sırada imana gelmiş ancak daha Müslümanlığını açıklamamıştı. Hendek kenarına gelip karakolların izniyle öte tarafa geçti. Hemen Hazreti Peygamber’in yanına girdi ve kelimeişehadet getirdi. “Arap kabileleri daha benim Müslüman olduğumu bilmiyorlar. Emrederseniz şu durumda İslam dinine bir hizmet edebilirim.” dedi.
Resul-ü Ekrem, “Muharebe bir çeşit aldatma ve hiledir. Sen de bizim için bir hile ediver.” diye buyurdu. Nuaym ise Eşcâ Kabilesi ileri gelenlerinden, her işe yarar, cin fikirli ve tedbirli bir adamdı. Hemen kalkıp Beni Kurayza bölgesine gitti ve Ka’b İbni Esed ile görüştü. Ka’b’ın yanında Yahudilerin ileri gelenlerinden birkaç kişi olduğu hâlde Nuaym, onlara, “Ey Beni Kurayza ileri gelenleri! Sizleri ne kadar sevdiğimi bilirsiniz. Sırf sizlere olan sevgim yüzünden kaç gündür hâlinizi düşünüp duruyorum.” deyince, Yahudiler, “Bizim sana her bakımdan güvenimiz tamdır. Söyle bakalım…” dediler.
Bunun üzerine Nuaym, “Ben şurasını düşünüyorum ki Kureyş ve Gatafân kabileleri buraya geldiler. Müslümanları bitirmek üzere gayret ediyorlar fakat onlar da karşı koyup savunmaktan hiç geri durmuyorlar. Bu kabileler, artık usanmaya başladılar… Pek sıkılırlarsa sizi yalnız bırakıp giderler. Sizler, Müslümanların pençesine düşersiniz. Antlaşmayı bozmakla suçlandığınızdan, artık yakanızı onların elinden kurtaramazsınız. Bana kalırsa sizler Kureyş ve Gatafân’ın ileri gelenlerinden birtakım adamları rehin almalısınız ki onlar da işi bitirmedikçe savuşup gidemesinler.” deyince, Yahudiler onun görüşlerini yerinde bulmuşlardı.
Nuaym, oradan kalkıp Ebu Süfyan’ın meclisine gider ve “Haberiniz var mı? Yahudiler, Müslümanlarla aralarındaki antlaşmayı bozduklarına pişman olmuşlar ve onlarla gizlice yeniden anlaşmışlar. Suçlarını affettirmek üzere Kureyş ve Gatafân’ın ileri gelenlerinden rehin olarak bazı kişileri alıp da onlara vermeyi vadetmişler. Eğer sizlerden rehin isterlerse sakın vermeyiniz çünkü bazı büyüklerinize yazık olur.” diyerek Kureyş reislerini şüpheye düşürmüştü.
Ebu Süfyan da Beni Kurayza’nın fikirlerini yoklamak üzere, “Bizler buraya sizin reislerinizin kışkırtmasıyla geldik. Siz şimdi ağır davranıyorsunuz. Burası ise bize göre uzun uzadıya oturulacak yer değildir. Açlıktan askerimiz şikâyet ediyor. Hayvanlarımız ölüp gidiyor. Hiç olmazsa yarın hep birlikte şiddetli bir hücumda bulunalım ve hemen işe bir son verelim.” diye onlara haber saldı.
Beni Kurayza, “Yarın cumartesidir. Biz hiç bir iş yapamayız. Öbür gün harp edebiliriz fakat şu şartla: Bize ileri gelenlerinizden yetmiş kişiyi rehin vermelisiniz ki onları kalemizde tutalım ve sizden emin olalım.” diye cevap verdiler. Gatfan ve Kureyş reisleri bunu işitir işitmez, “Nuaym’ın dediği doğruymuş.” demişler ve “Biz, size ne rehin veririz ne de sizden yardım isteriz. Canınız isterse çıkıp bizimle beraber harp edersiniz, etmezseniz günahı boynunuza. Biz memleketimize gideriz. Siz Müslümanların pençesine düşersiniz ve belanızı bulursunuz!” diye Beni Kurayza