Ahmet Cevdet Paşa

Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt


Скачать книгу

sayılır reislerinden idi. Yine orada Necid kabilelerinden Süleymoğulları, Esedoğulları ve Eşcâ kabileleri de gelip Kureyş ordusuna katıldı. Kısacası Ebu Süfyan’ın ordusu, gittikçe büyüdü ve on bin kişiden fazla olan kuvvetli bir ordu ile Medine’ye doğru yürüdü.

      Resul-ü Ekrem ise Kureyş’in böyle büyük bir ordu ile harekete geçtiğini duyunca, ashabını çağırarak onlarla bu meseleyi görüştü.

      Selman-ı Farsi (r.a.), “Ey Allah’ın elçisi! Bizim ülkemizde bir şehir üzerine düşman saldıracak olsa, etrafına hendek kazma âdeti vardı.” dedi. Araplarda hendek kazmak âdet olmamışsa da Selman’ın bu hatırlatması üzerine Medine’nin etrafına hendek kazılarak korunmak uygun görüldü. Hemen Medine’de ne kadar kazma kürek ve bunlara benzer kazı aletleri varsa toplandı. Resul-ü Ekrem ile Beni Kurayza Yahudileri arasında barış ve anlaşma olduğu için, onlardan bile yardım olarak bir hayli kazma ve diğer kazı aletleri alındı.

      Resul-ü Ekrem ile Müslümanlar, hep beraber şehir dışına çıkıp hendek kazmaya başladılar. Resul-ü Ekrem, Müslümanları teşvik için kendisi de toprak taşıyor ve mübarek elleriyle hendek kazmaya çalışıyordu. Bu bakımdan bütün Müslümanlar büyük bir gayretle hendek işinde çalışıp çabalıyorlardı. Selman-ı Farsi (r.a.) ise hem bedence kuvvetli hem de bu gibi işlere alışık olduğundan, on kişinin işini görüyordu. Münafıklar da bu işte çalışıyorlardı fakat istemeyerek iş görüp pek ağır davranıyorlardı.

      Bu şekilde hendek kazılırken Fahr-i Âlem’den (s.a.v.), az yemek ile çok adamı doyurmak gibi garip mucizeler görünmüştür. Mesela ensardan Beşir İbni Sa’d’ın kızı ki Numan İbni Beşir’in kız kardeşidir. Annesi onunla, babası Beşir’e ve dayısı Abdullah İbni Revâha’ya biraz hurma göndermişti. O kızcağız geçerken, Resul-ü Ekrem, onu çağırdı ve “Şu hurmaları getir.” diye buyurdu. O da hurmaları Resul-ü Ekrem’in iki avucuna koydu. Avuçları dolmadı. Fahr-i Âlem (s.a.v.), bir bez getirdi ve hurmaları o bezin üzerine koydu. Ashaptan birine emretti. Hendekte çalışanları çağırttı. Takım takım geldiler, hepsi doyuncaya kadar yediler. Onlar yedikçe hurma çoğalıyor, o yaygının etrafından taşıyordu.

      Yine ensardan Câbir’in (r.a.) zayıf bir koyunu vardı. Bir gün hendek kazmaya giderken o koyunu pişirmesini ve biraz da arpa ekmeği yapmasını, karısından istedi. Akşamüzeri evine dönerken Resul-ü Ekrem’i akşam yemeğine davet etti.

      Resul-ü Ekrem de “Bu akşam Resulullah ile birlikte yemek yemek üzere Câbir’in evine buyurunuz.” diye tellal çağırttı. Câbir ise yalnız Resul-ü Ekrem’i davet etmişti. Bu kadar insanı doyurmak için hiç hazırlığı olmadığından ne yapacağını şaşırdı. Artık ne yapsın? Çare yok… Hemen evine geldi ve bir miktar arpa ekmeği ile o koyunu Hazreti Peygamber’in önüne koydu. Fahr-i Âlem onun bereketi için dua etti ve “Bismillah.” deyip yedi. Sonra hendekte çalışan bütün halk geldi… Takım takım oturup doyuncaya kadar yediler ve bir koyunu bitiremediler.

      Yine o sırada meydana gelen Hazreti Peygamber’in mucizelerinden biri de şuydu: Hendeğin bir yerinde büyük bir kaya çıktı. Kazmalar işlemez oldu. Ashaptan bazıları gelip Resul-ü Ekrem’e haber verdiler. Resulullah, oraya gitti. Mübarek eline kazmayı aldı ve “Bismillah.” deyip vurdu. O kayanın üçte birini yerinden kopardı.

      Arkasından, “Allahu ekber. Bana Şam’ın anahtarları verildi. Vallahi ben şu saatte Şam’ın kırmızı köşklerini görüyorum.” diye buyurdu. Sonra yine “Bismillah.” deyip kazma ile vurdu ve o kayanın üçte birini daha kopardı.

      Peşinden, “Allahu ekber. İran ülkesinin anahtarları verildi. Vallahi ben şu anda, Kisra’nın şehri Medâin’in beyaz köşklerini görüyorum.” diye buyurdu. Ondan sonra üçüncü defa olarak yine “Bismillah.” deyip kazmayla vurdu ve o kayanın son kalıntısını da yerinden kopardı.

      Yine, “Allahu ekber. Yemen’in anahtarları verildi. Vallahi ben şimdi San’a’nın kapılarını görüyorum.” diye buyurdu.

      İki hafta içinde hendek tamamlandı. Sonra müşriklerin yukarıda anlatılan büyük ordusu geldi. Ebu Süfyan ile Kureyş ve Kinâne askerleri Medine’nin günbatısı tarafından gelip göründüler. Uyeyne İbni Hısn, Haris İbni Avf ile Necid kabileleri de gündoğusu tarafından gelip Uhud Dağı tarafına kondular. Resulullah da İslam askerleri ile şehir dışına çıkıp Sel denen dağa arka verdi ve Müslümanlar düşmana karşı saf olup durdular.

      Müslüman askerleri üç bin kişiydi. Otuz altı atları vardı. Muhacirlerin sancağı Zeyd İbni Harise’nin elinde ve ensarın sancağı Sa’d İbni Ubade’nin elinde idi.

      Müşrikler sürüsü, bir hamlede Müslümanları bitirmek üzere Medine’ye yürüdüler. Halkı korku ve dehşet sardı. Hâlbuki müşrikler, öyle dehşetle saldırıp gelirlerken önlerine hendek çıktığı gibi durakaldılar. Hatırlarına gelmedik böyle acayip bir manzara karşısında şaşırdılar.

      Öteye beriye dolaştılar, geçecek yer aradılar, bulamadılar ve her ne tarafa koştularsa beri taraftan ok ve taş ile savunulduğundan, çaresiz onlar da ok ve taş atışında karar kıldılar.

      Bu sırada Beni Kurayza Yahudilerinin antlaşmayı bozdukları ve Müslümanlar hendeğin korunmasıyla meşgulken onların, geceleyin gelip Medine şehrini basacakları haberi yayıldı.

      Beni Kurayza, Yahudi milletinden büyük bir kabile olup Medine dışındaki bir bölgeye yerleşmişlerdi. Orada sağlam kaleleri vardı. Başları olan Ka’b İbni Esed ile Resul-ü Ekrem arasında evvelce antlaşma yapılmış olduğundan Müslümanlar, o taraftan emin iken antlaşmayı bozdukları haberi endişelenmelerine sebep oldu.

      Beni Kurayza’nın bulunduğu bölgeye bir adam gönderilip, işin içyüzü araştırıldığında, hakikaten Beni Nadir Yahudilerinin başı olan Huyeyy İbni Ahtab’ın gelip Ka’b İbni Esed’i kandırdığı ve Beni Kurayza’ya antlaşmayı bozdurmuş olduğu anlaşıldı.

      Beni Kurayza ise Evs Kabilesi’nin amanı altında bulunduğundan, Sa’d İbni Muaz, Sa’d İbni Ubade, Abdulah İbni Revâha ve Havvat İbni Cübeyr (r.a.), Beni Kurayza kalelerine gittiler. Antlaşmayı bozmanın uğursuzluğunu anlatıp nasihat ettilerse de onlar kulak asmadılar. Üstelik antlaşmayı bozduklarını ilan ettiler ve Resul-ü Ekrem hakkında kötü sözler söylediler.

      Bu davranıştan dolayı Sa’d İbni Muaz’ın çok canı sıkıldı. Hatta “Beni Kurayza ile harp etmedikçe Allah canımı almasın.” diye dua etti.

      Kısacası Sa’d İbni Muaz (r.a.), Yahudilerin nasihat kabul etmemelerinden dolayı fena hâlde üzülerek, arkadaşlarıyla beraber dönüp Hazreti Peygamber’in yanına geldi ve olup biteni olduğu gibi nakletti.

      Resul-ü Ekrem, “Hasbünallahü ve nime’l-vekil.” dedi ve “Müjde size ey Müslümanlar!.. Bu işin sonu hayırdır.” buyurdu. Bununla beraber bütün kadın ve çocuklar şehrin içinde olduklarından, Beni Kurayza’nın antlaşmayı bozmuş olması Müslümanları telaşa düşürdü.

      Resul-ü Ekrem, geceleri Medine şehrini korumak için üç yüz askerle Zeyd İbni Harise’yi ve iki yüz kişiyle Seleme İbni Esleme’yi gönderdi. Kendisi de geri kalan askerlerle sabaha kadar hendek boyunu korudu. Hendeğin bir yeri, istenen şekilde kazılmamış olduğundan, geceleyin düşmanın oradan geçmesi umulduğu için Resul-ü Ekrem orasını kendisi beklerdi.

      Münafıklar sürüsü ise “Eş ve çocuklarımızı yalnız bırakıp da burada sefalet ile beklemek akıl işi değildir.” diyerek birtakım düşüncesiz ve inancı zayıf olanlara yersiz korku ve kuruntu veriyorlardı.

      Bundan dolayı şehir dışında evi olanlardan bazıları, Hazreti Peygamber’in yanına gelip, “Bizim evlerimiz sağlam değildir.” diyerek evlerini sağlamlaştırma,