Corci Zeydan

Ebu Müslim Horosani'nin İntikamı


Скачать книгу

Müslim’in güzel ve cazibedar cariyesi vardı. Onu çok seviyordu. Küfe’ye gönderilirken cariyeyi beraber almış. Cariye o sırada gebe bulunuyordu. Müslim yolda nasılsa bir fırsat bularak muhafızların elinden kaçmış, Azerbaycan’a doğru gitmiş. Yolda Kayık kazasından geçmiş. Cariyeyi orada İsa b. Ma’kıl adında bir adamın yanında bırakarak kendisi Azerbaycan’a gitmiş. Orada vefat etmiş. Sonra bu cariye dostumuz bu Ebu Müslim’i dünyaya getirmiş. Ebu Müslim, İsa’nın hanesinde büyüdüğü zaman İsa’nın oğullarıyla beraber mektebe gitmiş. İsa ile biraderi İdris de dediğim şekilde vergi mültezimleriydi. Bunlar da Müslim gibi vergi bedelini verememişler. Bunun üzerine İsfahan valisi kendilerini yakalayarak o sırada Irak’ın emiri bulunan Halit Kuseyri’ye şikâyet etmiş. Halit, muhafızlar göndermiş bunları Küfe’ye götürmüş. Orada hapsetmiş. Bunlar yakalanmadan evvel Ebu Müslim’i bir iş için göndermişlerdi. Ebu Müslim o işten geri gelince onların hapsinde bulunduklarını anlamış. Küfe’ye giderek hapishanede onların yanına gelip gitmeye başlamış. O sırada tesadüfi olarak Abbasiler taraftarlarından birtakım nakipler hilafetin ehlibeyit tarafına geçmesi için halkı teşvik etmek üzere gizlice Küfe’ye gelmişler. Bunlar, burada Ebu Müslim’i tanımışlar kendisi ile görüşmüşler. Aklını, dirayetini ve kuvvetli zekâsını beğenmişler. Kendisi de onların maksatlarını anlamış, emellerine uygun bulmuş, onlara katılmıştı. Onlar ile birlikte Mekke’ye gitmiş, orada bu nakipler kendisini İmam İbrahim’e tanıtmışlardı. İmam İbrahim, Ebu Müslim’i beğenmiş. Kendisinden hayır geleceğini sezmişti. Ebu Müslim bir süre imamın hizmetinde bulunmuş. Sonra Abbasi yanlıları ve yetkilileri ikinci defa imamın yanına gelerek Horasan’da düzenlenecek inkılap hareketini idare edecek ehliyetli ve muktedir bir adamın tayinini talep etmişler. İmam o büyük işe, bu küçük yaşlı Ebu Müslim’i tayin etmiş. Birtakım emirler vererek göndermiş.7 İşte görüyorsun a! Ebu Müslim kendi babasının kim olduğunu bilmiyor.”

      Maşita, Dahhâk’ın verdiği bilgileri garip gördü fakat üzerine aldığı işi derhâl hatıra getirerek dedi ki:

      “Amenna ve sadakna, her şeyi biliyorsun, buna inadık fakat şimdi böyle uzun hikâyeler ile vakit kaybetmek zamanı değildir. Sana söyleyeceğim işin haricinde meselelere girişme. Çıkını çıkararak, Dahhâk’a uzattı. Bu hanımımızın Gülnar tarafından sana hediyedir. Şimdi ben sana bir hizmet gördüreceğim.”

      Dahhâk gülerek çıkını aldı:

      “Peki… Başüstüne… Emret.” diyerek çıkını cebine sarkıttı.

      Maşita tekrar söze başladı.

      “Sen de biliyorsun ki hanımımız bugünlerde Merv şehrini kuşatmış olan ordu komutanı Kirmani’nin oğluna nişanlanmıştır. Pederinin arzusu sebebiyle Kirmanizade’yle evlendirilecek. Hâlbuki ben bu gece Kirmani’nin ecelinin pek yaklaşmış olduğunu anladım. Çünkü anlaşılan bu Horasanlı onu perişan edecek. Hislerim beni yanıltmıyorsa bu genç sevimli Şia komutanının bakışlarından hanımımıza mahsus bir ilgi beslediği anlaşılıyor. Kendisi her ne kadar açıktan açığa bir şey demediyse de hanımımız ile evlenmek arzu ettiğini zannederim. Şimdi bana göreceğin hizmet, bu hislerimin doğru olup olmadığını ustalıkla kimseye hissettirmeksizin gizlice anlamak bana gelip gerçeği söylemekten ibarettir. Her hâlde bunu bu gece anlamak isterim.”

      “Bunu anlamak bence pek kolay şeydir. Hem fazlasını da yapacağım. Eğer şimdiye kadar hanımımızı sevmediyse bundan sonra onu kendisine sevdirebileceğim. Buna ne dersin?”

      “Eğer bunu yapabilirsen senin için pek büyük bir ödül hazırdır. Yalnız bu işi gayet gizli tutmalısın.”

      Dahhâk bir müddet gözlerini yere dikerek düşünmeye başladı. Yüzünde maskaralık yerine artık ciddi bir tavır görülüyordu. Sonra maşitaya doğru gözlerini kaldırarak:

      “İşte şimdi gidiyorum, Allah işimizi rast getirsin. Dua et.” dedi.

      “Git, Allah yardımcın olsun.”

      “Fakat gitmeden önce yalnız bir şey rica edeceğim beni aynanın önünde bırak, kendimi düzelteceğim.”

      Maşitanın izni üzerine Dahhâk duvara asılı cilalı, bakırdan bir aynanın önünde durdu. Sarığını çözerek gayet gülünç bir şekilde sardı. Sakalını bıyığını karıştırarak perişan kaba, gülünç bir hâle koydu. Cübbesini çıkarıp ters giydi. Ayakkabılarını çıkararak kuşağına soktu. Yalın ayak olduğu hâlde ahmak gibi gülerek, çıkıp gitti.

      Ebu Müslim ise bey salonundan ayrıldıktan sonra Halit ile beraber önlerinde fenerleri olan uşaklar yürüdüğü hâlde, bahçenin ağaçları, güzel kokulu çiçekleri arasından geçerek surun kenarında bulunan kandiller ile ışıklı haneye vardılar. İçeri girdiklerinde Ebu Müslim hiçbir söz söylemeksizin elbise ve silahlarını çıkarmaya, yatmak için hazırlanmaya başladı. Halit’e gelince Gülnar’ın o sihirli güzelliğini ve o anda Ebu Müslim’e doğru yönlendirdiği âşıkane bakışları Ebu Müslim’in ise ona karşı aldığı kayıtsız tavır ve ihmalkârlığı düşünerek Ebu Müslim’in buna dair bir şey söyleyeceğini ümit ediyordu. Fakat heyhat! Ebu Müslim hiç oralarda değildi. Bir söz bile söylemedi. Halit de sessizliğini koruduğu hâlde elbisesini ve silahını çıkarmaya başladı. Ebu Müslim’in daima sessiz vakit geçirir pek kısa söz söyler, pek nadir gülen bir insan olduğunu bildiği için o geceki sessizliği, alışılmış bir durum gibi görüyordu.

      11

      HAZİNEDAR İBRAHİM

      Hazinedar İbrahim ise paraları misafirhanenin, Ebu Müslim ile Halit’e ayrılan odadan uzak bir odaya götürmüştü. Odaya girince giysileri bırakıp çekilmelerini uşaklara emretti. Bu adamın pederi gerçek Musevi’ydi. Daha sonradan para kazanmak maksadıyla Müslüman olmuştu. Oğlu İbrahim de aynı ahlak ile belki de pederinden daha fazla açgözlü ve paraya taparak büyümüş. Sokulganlık yaparak Abbasilere mensup nakiplerin güvenini kazanmıştı. Kendisi pek iyi hesap bildiği için Ebu Müslim onu hazinedarlığa almıştı. İbrahim bu memuriyetten çokça para kazanıyordu fakat bu kazanç parayı eksik saymaktan veya hırsızlıktan ileri gelmiyordu. Çünkü bu şekilde doğrudan doğruya hırsızlığı nadiren yapabilirdi. O, en çok para değişiminden kazanırdı. O sıralarda basılan paraların bir kısmı vezince eksik bir kısmı tamdı. Bu gibi damgalanmış akçeler pek çok çeşidi vardı. Mesela Haccâc’ın 50 seneyi hicriyesine Irak’ta darbettiği madenî paralar vezince eksikti. Daha sonra Irak’a vali olan İbn Hübeyre o paralardan daha iyi madenî paralar bastırttı. Bunlardan sonra o bölge de valilik eden Halit Kuseyri kendi zamanında basılan paraların değerinin tam olmasına çok gayret göstermişti. Daha sonra vali olan Yusuf b. Ömer ise bastığı paraların tam olması hususunda büyük gayret göstermişti. Onun için bu son üç valiye mensup olan (Hübeyre – Halit – Yusuf) dönemlerinde basılan paralar, Emeviler dönemindeki paraların en iyisiydi. Haccâc tarafından eksik basılan paralara ise nukudu mekruha adı verilirdi. Bu isimle bilinir olmuştu.8

      İşte İbrahim, İran beylerinden yahut Şia’nın diğer yardımcılarından paralar geldikçe adet sayısıyla defterlere geçirerek hangi cins paradan olduklarını bildirmezdi. Paraların içinde (Hübeyre – Halit – Yusuf) cinslerinden para bulunur ise nukudu mekruha ile değiştirirdi. Bu yüzden pek çok paralar kazanırdı. Yaptığı bu iş için kullanılmak üzere İbrahim’in özel sandığı nukudu mekruha ile dolu olur, bu torbaları taşımaktan hâli kalmazdı. İbrahim o gece yalnız kalınca odasının kapısını kapamış sakına sakına o paraları gizlice değişime koyulmuştu.

      Dahhâk gerek bu İbrahim’i gerek daha evvel babasını da tanıyordu. Maşita tarafından