M. Turhan Tan

Cehennemden Selam


Скачать книгу

silinmişti.

      Gelgelelim bu vaziyet samimi değildi. Belki o, âlemlerin adabına riayetten ileri geliyordu. Civeleklere bakmak, onlarla konuşmak ve kendilerinden bir şey istemek, zamanımızda bile Anadolu’nun bazı yerlerinde devam eden oturaklarda, kadın oynatma meclislerinde olduğu gibi, yalnız ve yalnız dildadenin12 hakkı idi. Diğerleri civeleğin karşısında suskun ve sersem oturmak mecburiyetinde bulunuyorlardı. Onun verdiği kadehten alınacak neşe, mideden göze ve ağza yükselemezdi. Onun salınarak yürüyüşü ve konuşması önünde gözlerde uyanan keyif, uyandığı yerde mahpus kalmalıydı. Ateş olup da duman çıkarmamak! Bu, o âlemlerin istisna kabul etmez bir kanunu idi.

      Bu sebeple yediler meclisinde derin bir sessizlik hüküm sürüyordu. Nihayet Baldırıkısa, bu sükûneti bozdu:

      “Haydi, can!” dedi. “Kalk, Genç Mehmet bağlama çalacak, sen de biraz dolaş.”

      Civelek bu emir üzerine kalkmış, külahı çıkarıp zülfünü düzelttikten sonra pek bariz bir istekle raksa hazırlanmıştı. Yanı başındaki sazı alarak oynak bir mızrap ile telleri titreşime getiren Genç Mehmet’in peşrevden raks havasına geçmesini sabırsızlanarak bekliyordu.

      Saz, beklenen ahenge geçer geçmez civelek, kovalanan renkli bir kelebek gibi, kâh eğilerek kâh kalkarak, kaçıyormuşçasına atik, bazen paralanmışçasına ağır ve bezgin dönmeye başlamıştı.

      Yediler, payansız bir vect içinde, perestişkâr13 gözle, bu ateşli raksı takip ediyorlardı. Kadına bakmanın günah, kadınlarla temas etmenin cinayet azmi sayıldığı bir devirde civelek raksı âdeta kutsanıyordu.

      Memleketteki siyasi ve içtimai her harekete, midevi ve şehevi bir şahsi kaideleri olmak şartıyla, önayak olan ulema zümresi “Allah güzeldir, güzel olanı, güzel yapılanı sever.” diyerek bu çirkin zevkin de genelleşmesine rehber olmuşlardı. Bu söz, ne ayet ne hadis olup kötülüğü mübah kılmak için uydurulmuş ve alabildiğine yorumlanmış bir fetva idi. Rezaletin derecesi düşünülsün ki deli biraderliğiyle namlı bir şair, özellikle bu zevki genelleştirmek için, zamanın ileri gelenlerinin yardımıyla aşk zaviyeleri açmıştı! Rıza gösterme ve razı olma yoluyla cereyan eden kötülükleri bertaraf, zora dayalı muameleler bile devlet büyükleri arasında nükteli söz söylemeye vesile teşkil ediyordu. Nitekim meşhurdur: Kazaskerlerden birinin, bıyığı, sakalı henüz çıkmış bir delikanlıya tasallutu üzerine babası, çocuğunun kana bulanmış tumanını alarak şeyhülislam efendiye şikâyete gitmişti. Mücrim kazasker cehaletiyle, şeyhülislam efendi de aşırı ilim ve irfanıyla tanınmış bulunuyorlardı.14 Çocuğun babası, elindeki suç vesikasını şeyhülislama uzatarak ağlaya ağlaya davasını anlatmıştı.

      Bu hazin şikâyete karşı şeyhülislamın yaptığı muamele, getirilen vesikaya hayretle bakıp başını sallamaktan ve “Tuhaf şey! Bizim kazasker efendi bu bahiste de cahilmiş!” demekten ibaret kalmıştı.

      İşte yedi sipahi de hissî dalaletiyle içinde bulunuyor, ruhen titreye titreye seyrettikleri bu manzarada hiçbir siyah nokta göremiyorlardı.

      Civelek, belki bir saat dönmüş ve sipahilerin gözlerini de döndürmüştü. Nihayet saz sustu, çocuk da hiçbir yere konmadan uzun bir uçuş yaparak sonunda bir dalın üstüne düşen yorgun bir kuş gibi Baldırıkısa’nın yanına düştü.

      Odadaki saz ve raks gürültüsü, küçük Kör Mahmut’u uyandırmıştı. Yavrucuk, sağlam gözünün mahmur bakışlarıyla bu tuhaf âlemi idrake çalışıyordu. Onun uyanması konuşmaya vesile olmuştu.

      Civelek “Aman!” dedi. “Ne güzel çocuk! Bu da kim?”

      Baldırıkısa cevap verdi:

      “Çeşmi Efendi’nin oğulluğu.”

      “Babası yok demek.”

      Çeşmi Efendi “Evet.” dedi. “Babası yok. Zeki bir şey, fakat bana ayak bağı oluyor. Bunu bir yerde bırakamıyorum. Birlikte taşımak da müşkül… Kapılanacak bir yer bulsam şu yetimin hatırası için sipahiliği bırakıp yerleşeceğim.”

      Civelek, ani bir yufka yüreklilikle müteessir olmuştu, dostuna dönerek “Ne dersin?..” dedi. “Ağayı bizim daireye kapılandıralım mı? Baldırıkısa, Çeşmi’nin bu yolda söze girişmesindeki maksadın bu neticeyi elde etmekten ibaret olduğunu anlamıştı. Diğer sipahiler de bu noktayı derhâl kavramışlardı. Hepsi, candan alakadar olarak, Baldırıkısa’nın cevabını bekliyorlardı. Bu cevap, elbette matluba muvafık olacaktı. Zira yedilerin, iyi ve fena günlerde, yekdiğerine yardım etmeleri aralarındaki misak icabındandı.

      Baldırıkısa tereddüt etmedi:

      “Çok âlâ olur.” dedi. “Şu işi hemen beceriver, arkadaştan bir gün gelir, paşan da memnun kalır.”

      Biraz sonra civelek, Baldırıkısa’dan izin istemişti. Kör Mahmut’un babalığına iş bulunca haber verecekti. Şimdi, Kuyucu uyanmadan saraya dönmeliydi. Baldırıkısa, gözleriyle arkadaşlarının görüşünü aldıktan sonra sadece “Uğurlar olsun, civan!” dedi.

      Civelek yine sipahilerin ellerini öperek ve dildadesine yüzünü öptürerek oradan sessizce çıkmıştı. Onun müfarekatını müteakip mecliste velveleli bir şetaret başlamıştı. Arkadaşlar, Çeşmi Efendi’yi tebrik ediyorlardı. Kuyucu’nun kapısına kapılanırsa onun pek yaman oyunlar oynayabileceğini düşünerek bu akşamki tesadüfün kutsiyetine inanıyorlardı.

      Şarap testileri ise sürekli dolup boşalıyordu, her sözü bir çanak şarap takip ediyordu. Hepsi çakırkeyifliğin de üstünde sarhoş olmuşlar gibiydi. Ellerinden gelse ve şaraplar bulunsa akşamdan beri içtikleri kadar yine içeceklerdi. Fakat bir testi şarapları kalmıştı, sabah da yaklaşıyordu, amele gelmeden burayı terk etmek lazımdı.

      Çeşmi’den başkası, devletçe birer suretle suçlu olan bu adamlar, gerçekten İstanbul’da serbestçe geziniyorlardı. Çünkü kendilerini şahsen, ancak sipahiler tanıyabilirdi. Dergâh-ı Ali kapıcıları, vezir çavuşları, asesler gibi zabıta vazifesi görenler, bu suçluları teşhis edemezlerdi. İsteseler de kolay kolay el vuramazlardı. Yeniçeriler gibi Sipahi Ocağı’nda da henüz “hafiye”lik yoktu. Saraydan veya sadrazam dairesinden, isim tahsisiyle bunlardan birinin takibinde ısrar edilirse ozaman muamele başkalaşır ve suçluların ele geçmeleri ihtimali ziyadeleşirdi. Lakin Karaman’daki cinayet veya Belgrat’taki bir “sille”

      meselesi için İstanbul’da ciddiyetle adam aranılması makul değildi. O devirlerde, mekân değiştirmekle suçun mahiyeti ortadan kalkar gibi bir hâl vardı. Bununla beraber kendilerinin topluca bir mahalde görülmesi, derhâl işin şeklini değiştirebilir ve muhakkak hükûmeti ve hele o sırada hükûmetin başında bulunan Kuyucu’yu şüphelendirirdi. Binaenaleyh gün doğmadan dağılmalıydı.

      Baldırıkısa, son testiyi de içip dağılmak fikrini ileri sürmüştü. Tanrıbilmez, başını kaşıyarak bağırdı:

      “Güzel güzel konuşuyorduk, kardaşça eğlendik, Çeşmi’ye de uçmak için kanat temin ettik. Gelin şimdi bu eğlentiye sipahice bir nihayet verelim.”

      Arkadaşlar, “Nasıl verelim? Ne yapalım?” diye soruyorlardı. O, “Siz karışmayın, yalnız testi ile çanağı alın, arkamdan gelin.” diyordu.

      Fecirle beraber yedi arkadaş, bulundukları odadan çıkmışlardı. Kör Mahmut çanağı koynuna koymuş, testiyi de sırtlamıştı. Tanrıbilmez’e uyarak Çemberlitaş istikametinde yürüyorlardı. Yol boyunca sarhoşçasına latifeler yapıyorlar, herhangi bir bekçi görünce leventçe bir tavır alarak sipahiliğin haysiyetini muhafaza eder görünüyorlardı.

      Bayezid’e