takdirde asla aynı şekilde uyanamayacaktır.
ONİKİNCİ BÖLÜM – Düşünce Arşivi
Yolculuk birkaç saat sürdü. On yedi yıl önce ayrıldığı memleketine giden yol değişmedi ama ona yabancı geliyordu. Sanki her dönüş hafızasından yeniden inşa edilmişti ama kendisininki değil. Martha onunla gitmekte ısrar etti. Hiçbir soru sormadı, sadece çiseleyen yağmur altında pencerenin dışındaki manzaranın bulanıklaşmasını sessizce izledi.
Şehre girdiğimizde hava sanki beklentiyle dolmuşçasına yoğunlaştı. Eski fenerler, evlerin soyulmuş cepheleri, okulun dışındaki tabela; her şey onun artık bir rol oynaması gereken, metni zaten başkası tarafından yazılmış olan bir performansın parçası gibiydi.
Elina okulun kapısında durdu. Aynı ızgara, aynı soyulan yeşil metal. Ancak şimdi bunu farklı görüyordu. Geçmişin dekorasyonu olarak değil, kurgu olmadığının kanıtı olarak. Aynısının bir fotoğrafını çıkardı. Çitin kıvrımlarını, arka plandaki ağacın kıvrımını karşılaştırdım. Her şey uyumluydu. Işık bile sessiz ve soğuk, sanki dünya fotoğrafa uyum sağlamış gibi.
– Emin misin? “Martha elini sıktı.
– Hayır. Ama umurumda değil.
Binaya girdiler. Tezgahtaki güvenlik onlara şaşkınlıkla baktı, sonra telsizine bir şeyler fısıldadı. Altmış yaşlarında, kalın kaşlı ve yüzünde endişeli bir ifade olan okul müdürü belirdi. Adını hemen tanıdı; tuhaf bir ihtiyatla, sanki şaşırmamış da bekliyormuş gibi.
– Baban buraya geldi. Yaklaşık iki yıl önce. Eski arşivleri, havalı dergileri, fotoğrafları görmek istedi. O zaman şaşırdık; belirli bir fotoğraf aradığını söyledi. Ama nedenini söylemedi.
Elina üşüdü. Baba. Uzun zaman önce her şeyden vazgeçtiğini düşünüyordu. Umurunda değil. Ortaya çıktı – hayır.
Onlara arşivin yolu gösterildi. Anahtar müdürün odasındaydı. Kale sanki olup bitenlerin açık sözlülüğünden şikayet ediyormuş gibi gıcırdadı. İçinde toz, kutular, kataloglar var. Martha bir el feneri yaktı. Arıyorlardı.
Kırk dakika sonra Elina üzerinde “1997” yazan bir kutu buldu. İçinde bir yığın siyah beyaz fotoğraf var. Okul tatilleri, geziler, günlük hayattan sahneler. Ve – aynı çerçeve. Sadece bu sefer – arkasında bir figür olmadan. Pelerin olmadan. Kitap olmadan. Sadece o. Okul kapılarının fonunda küçük, kafası karışık.
“Orada değil” diye fısıldadı.
“Ya da oradaydı ama fotoğrafta kalmamalıydı.”
Elina binanın nefes almaya başladığını hissetti. Kelimenin tam anlamıyla değil ama sokakların, şehirlerin ve evlerin bazen nefes alması gibi; birisi çok uzun süredir saklı olan bir şeyi gün ışığına çıkardığında.
Fotoğrafın arkasında birisi yazmaya başlamıştı ama cümleyi kesti. Mürekkep bulaşmış. Sadece ilk kelimeleri okudu:
“Aradığınız her şey hafızada değil, hafızada…”
Hepsi bu. Daha fazlası değil.
Ama artık nereye gideceğini biliyordu.
Çünkü geçmişe atılan adımlar kapılarla bitmiyor.
Her zaman daha derine götürürler.
ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM – Sessizliğin Fonogramı
Gün ağardı. Genellikle batan güneşin tonlarını yansıtan gökyüzü bile soluk görünüyordu. Gölgeler uzamadı; sanki dünya netliğini kaybediyormuş gibi ortadan kayboldular. Elina eski kütüphanenin yakınına park edilmiş bir arabada oturuyordu. Bir zamanlar ona cansız görünen bina artık varlıkla nefes alıyordu. Sanki içinde kitaplar değil de sayfaların arasına sıkıştırılmış birinin unutkanlığı vardı.
Martha otelde kaldı. Bu ziyaretin tek başına yapılması gerektiğini düşünüyordu. Bu kütüphanenin kendine has sesleri, kendi anlamları vardı. Ve Elina ağır kapıyı çektiğinde, ona sanki bir odaya değil, geçmişin akustik bir odasına girmiş gibi geldi – her adımın niyetlerin yankısıyla yankılandığı yer.
İçerisi kağıttan daha fazla kokuyordu. Metal, kurumuş çiçekler ve garip bir soğuk kokuyordu; sanki çoktan amacını kaybetmiş eserlerin saklandığı bir mağara gibiydi. Yüzü adli tıp doktoruna daha uygun olan sıska bir adam olan kütüphaneci, adı söylediğinde sessizce başını salladı.
– Elina Dal mı? İçeri gelin. Bu size kaldı.
Gazete kâğıdına sarılı ince bir kutu uzattı. Yazıtlar Almancaydı. Yıl 1998. Hemen açmadı. İlk önce köklerine dokunarak salonun etrafında yürüdü. Hepsi onun dikkatle bastırdığı şeyleri hatırlayan eski arkadaşlara benziyordu.
Nihayet kış öğleden sonrası gibi ışık yayan bir lambanın altında köşedeki masaya oturduğunda kutu neredeyse kendi kendine açıldı. İçinde bir kaset var. Elle imzalanmış bir başlığa sahip sıradan bir ses kaseti: “Oda 213.”
Arkasında da aynı imza var. Ali. Sıkı, kendine güvenen el yazısı. Hiçbir talimat veya açıklama yoktu. Yalnızca tarih ve yer. Elina kaseti çantasına koydu, kütüphaneciye teşekkür etti ve gitti. 213 numaralı odanın nerede olduğunu zaten biliyordu.
Babasının onu yazın götürdüğü, öğretmenlerin çocukları için eski bir pansiyonda. Pansiyon uzun süredir kapalıydı ama bina hala ormanın yakınında duruyordu; hiçbir şeyin şüpheli görünmediği bir zamanı hatırlatıyordu.
Ertesi sabah kelimeler olmadan başladı. Marta eşyalarını topladı, Elina ise hiçbir soru sormadı. Gittiler. Eski binanın örümcek ağları ve unutulmuşlukla kaplı olduğu ortaya çıktı, ancak 213 numaralı oda üçüncü katta, sol kanattaydı. Direnç göstermeden açıldı. İçeride toz, kapalı anıların tadında hava ve… bir kayıt cihazı var. Doksanların sonlarında kullandıklarının tamamen aynısı.
Elina kaseti yerleştirdi. Kaset çıtırdadı, ardından müzik çalmaya başladı. Eski vals. Otuz saniye sonra bir ses. Elektronik değil, koreografili değil, duraklamalar, nefes almalar ve tonlamalarla canlı. Ali.
– Bunu duyuyorsanız odayı bulmuşsunuz demektir. İnanmanı istemiyorum. Hatırlamanı istiyorum. Geçmişi değiştireceği için değil. Ama çünkü şimdiki zamanı kurtarabilecek tek şey bu.
Duraklat. Ardından ayak sesleri. Sanki yakındaymış gibi odanın içinde dolaştı. Sesi şöyle devam etti:
– Burada ne olduğunu bilmiyorsun. Çok gençtin. Ama hatırlıyorum. Oradaydım. Ve bunu yazdım. Senin için değil. Kendim için. Ama şimdi öyle görünüyor ki artık buna ihtiyacım yok.
Sonra – bir tıklama. Ve… bir kız. Ağlıyorum. Kasetin hırıltılı sesi sayesinde, kimsenin zamanında duyamadığı bir yardım çığlığı gibi hıçkırıkları duyulabiliyordu.
Elina yaklaştı. Boğazımda bir yumru oluştu. Çünkü ses onundu. O, beş yaşında.
Kaset kırıldı. Kaset bir makaraya dönüştü ve oda yeniden sessizlikle doldu.
Ama artık aynı değil. Artık gerçeğin saklandığı yer sessizlikti.
Ve o andan itibaren her şey çatırdamaya başladı. Yüksek sesle değil. Ama geri döndürülemez.
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM – Füzyon Noktası
Kasabadan çıktıklarında güneş yeni doğuyordu. Sabahın erken saatlerindeki nemli hava, uzun süredir kimsenin kullanmadığı bir yolun üzerine yuvarlanan unutulmuş bir kumaş gibi asfaltın