Lütfü Şehsuvaroğlu

Ordusunu Arayan Kumandan


Скачать книгу

pahasına şiirinin ikinci ve üçüncü dönemlerinde “bir dava adamı” uğruna kendinden kaçarak bir başka benliğe kavuşmuştur. Şairin kahramanlarının yine şair olması tabiidir.

      İlk baskılarda Yunus, Köroğlu ve Mansur biricik kahramanlarıdır. Yunus ve Köroğlu sentezi onu Mansur’a ulaştıracaktır. Sonradan disipline olan şair Peygamber ve beraberinde Şah-ı Nakşibendî, Seyyid Tâhâ’yı kahramanları arasına katar. Kahramanlardan biri de Zeybek’tir; soyut Zeybek. Halk şiirinin en güzel formu a/a/a/b/b kafiyeli beşlikler hâlinde yazılan şiir, 1960 İhtilali’nden sonra yazılmıştır ve muhtemelen Menderes’e bir ağıt anlamındadır. Necip Fazıl, dergilerinde ve çeşitli münasebetlerle kurulan ilişkilerinde “Ya ol, ya öl!” diye uyardığı Menderes’i, sıklıkla tenkit etmekle birlikte destekliyordu. 1964 yılında yazılan şiir, Zeybek’in ölümünden sonra dirilebileceğini; böylece bir davanın yerde kalmayacağını, kalmaması gerektiğini haykırıyor.

      “Zeybeğimi birkaç kızan vurdular;

      Çukurda üstüne taş doldurdular.

      Bir de ya kalkarsa diye kurdular…

      Zeybeğim, zeybeğim ne oldu sana?

      Allah deyip, şöyle bir doğrulsana!

      Zeybeğim, kalkamaz, dirilemez mi?

      Odası mühürlü, girilemez mi?

      Şu ters akan sular çevrilemez mi?

      Ne güne dek böyle gider bu devran?

      Zeybeğim, bir sel ol, bir çığ ol, davran!”

      Kır at zincirlenmiştir, ufuk sahipsizdir; han kayıptır, hancı yoktur, konuk sahipsizdir. Baş köşedeki sırma koltuk sahipsizdir. Susarak ölmeli mi diye soran şair, milleti tespihi saçılmış da aranan nineye benzetmektedir.

      Şairin ruhçu, tabiatçı, Anadolucu karakteri daha ilk şiirlerinde tebellür eder ve ona doğru yolu işaret eder. Yunus’un ardından Köroğlu gelir:

      “Sırmalı cepkeni attı koluna,

      Tek elle dizgini gerdi Köroğlu.

      Tozlarla atılıp dağın yoluna,

      Yeşil muradına erdi Köroğlu.”

      Yeşil murada ermek, azatlığa ermektir. Daha 1923’teki şiirinde Orta Asya Türklüğüne ait bir kavramı kullanması da ilginçtir. Ak saçlı anadan geçilirdi de dağlardan geçilmezdi. Şairin dağlara hasreti, Anadolucu peyzajcılığı diğer şiirlerine de yansır. Başı sıkıştıkça şehirde “Çık dağlara şöyle bir.” demektedir. “Cücesin şehirde sen / bir dev olmak istersen / dağlarda şarkı söyle.”

      Köroğlu ve dağlar; dağlarda hürriyet… Elbette ki en son hürriyet Hakk’a vasıl olmakladır. İşte bu yüzden Mansur en büyük kahramanlardandır. Anadolucu felsefenin özgün fikir adamı Nurettin Topçu’nun da “İsyan Ahlakı” adlı eserinin sonunda gerçek hürriyeti, Mansur’un felsefesinde bulması boşuna değildir.15

      Mansur’un Enel Hakk’ı ve meydanda katledilerek Hakk’ına kavuşması şairde vazgeçilmez bir sahnedir. “Bu meydan âşıktan canını ister.”

      “Sana taş attılar, sen gülümsedin,

      Dervişin bir çiçek attı, inledin,

      Bağrımı delmeye taş yetmez dedin,

      Halden anlayanın bir gülü yeter!..”

      Mansur’un ölümü, zaten ölüm duygusunun bütün çetrefil taraflarını şiirine yansıtan Üstad için bir başka güzelliktir. İnsandan muradı zaten odur. Ölümü öldüren insanlar, ötenin ötesinde sonsuz bir kervana katılıp sonsuz bir hayat sürerler. Kahramanlığın esası, ölümü öldürme becerisine ulaşmaktır. Onun dışındaki bütün kahramanlıklar çöplüğe atılmalıdır. Bölümün sonunda yer alan beyitte de Şah-ı Nakşibendî ile ölüme bakışını değerlendirmektedir.

      “Yüce Şah-ı Nakşibend, Nakkaş ve Nakış onda

      Bütün içi dışıyle ölüme bakış onda.”

      “Dava” ve “Cemiyet” şiirlerinin başına “Büyük Doğu Marşı” yerleştirilmiştir. Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet! Güneşten başını göklere yükselt! Bu seçilmiş millet nur yolu izinden gidecektir klavuzun. Elbette ki Üstad’ın en büyük dava şiirlerinin başında hemen her inançlı, milliyetçi gençlik grubu toplantılarında okunan “Sakarya Türküsü” gelmektedir.

      “İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;

      Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.”

      diye başlayan şiirde Sakarya diye biten mısrayı taşıyan dört adet beyit vardır ve bunların arasında yedişer beyit yer almaktadır. Gerçekten şiir, lirizm gücü yüksek bir sestir. “Vatan millet Sakarya” diye üçleme yapılarak alay konusu kılınan memleket sevdası ancak böyle bir coşkuyla aktarılabilirdi. Davanın özünü veren bir anlatım vardır ve kavramlar boşuna seçilmemiştir. Bir toprağın vatanlaşabilmesi için mücerret ve müşahhas bütün unsurlarının anlamlı bir bütünü oluşturmaları gerekmez mi? İşte Sakarya’dan başlayarak su ve toprak sentezine ulaşılmakta ve oradan Sakarya’ya akıtılan kanlarla bu milletin bin yıllı aşan Allah davası arasında derin bir ünsiyet kurulmaktadır. Mehmed Akif nasıl “Çanakkale Destanı”yla imparatorluğun yedi düvele karşı müthiş direncini terennüm etmiş ve Mehmetçik’in süngüsü ve kalbi arasında ilahi nefesi yakalayan ses olduysa Necip Fazıl da Sakarya’nın, Kurtuluş Savaşı’nın en güzel destanlarından birini yazarak ama yine aynı asırlara şamil ilahi perspektifi ve Türk’ün ruh kökünü işaret eden coşkulu bir ses olmuştur.

      Dava şiirlerinde “Sakarya”nın ardından “Muhasebe”, “Destan” ve “Zindandan Mehmed’e Mektup” gelmektedir.16

      “Fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası!

      Bir vicdanın bilemem, kaçtır hava parası?”

      Imagemaker’lığın, akademik hokkabazlığın, bilim adamlığı yahut fikir adamlığı sayıldığı çağımızda bu beyiti çarpıcı bir uyarı mahiyetindedir. Vicdanların hava parası tartışma konusudur. Bir fikrî pazarlayan, onu alıp satan bezirgânlar döneminde bu beyite sığınma mevkisindeyiz.

      “Üstün çile, dev gibi gelip çattı birden! Tos!

      Sen, cüce sanatkârlık, sana büsbütün paydos!”

      Poetikasının bu iki mısrada özetlendiği açıktır. Mutlak hakikati, Allah’ı ararken sır ve güzellik yolundan hareket, şairi üstün çileye, fikir çilesine eriştirir; dolayısıyla artık cüce sanatkârlık terk edilecektir. Bu harekette yoldaş gençliktir ve gençliğe mesajında “gençlikle köprü başı bir genç arayışı”, piramidin teşekkülünü sağlayacaktır.

      “İşte bütün meselem, her meselenin başı,

      Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı!”

      Öylesi bir genç adam, sürekli kendi kendine “Ben neyim ve bu hâl neyin nesi?” sorusunu soracaktır. Sonsuz varlık muhasebesi yapacaktır.

      “Soruverse: Ben neyim ve bu hâl neyin nesi? Yetiş yetiş, hey sonsuz varlık muhasebesi?”

      Bu muhasebe nesiller arasındaki korkunç uçurumu da idrak ettirecektir. Üç katlı ahşap ev, şairin doğduğu ve yaşadığı evdir. Bu ev aynı zamanda imparatorluktan giderek küçülen