Lütfü Şehsuvaroğlu

Ordusunu Arayan Kumandan


Скачать книгу

hiç de uygun olmayan Necip Fazıl senaryolarını filme aktarmada başarısız kılmıştır. Şüphesiz ki bu metinlerin dili sinemada tamamen değişecektir. Aksi takdirde edebî eseri kaleme alanla, o metni yazdıran saik, yaratıcılık ve birikimin bütünlüğü, ekrana ya da beyaz perdeye yansıyan eserle büyük bir farklılığın oluşmasına sebep olacak; bu da gerçekte aslına hürmet hedeflenirken tam tersi bir sonucu doğuracaktır. Sadece edebî metnin üzerine görüntü bindirmek biçimindeki çaba, elbette sinemanın o kendine mahsus dilini inkâr demek olacaktır. Sinemanın farklı bir dili olduğu açıktır. Metnin hedeflediği ve sinemaya aktarılırken metnin dışına çıkan dramatik “öge”leri yeniden değerlendirmek icap etmektedir.

      Muhsin Mete, “Senaristi, başoyuncusu ve yönetmeninin Necip Fazıl olduğu bir film hayal ediyorum. Bu film soyut sinemanın en güzel örneklerinden olurdu ve bu filmin senaryosu da mevcut Necip Fazıl senaryolarına hiç benzemezdi diye düşünüyorum.” derken ne kadar haklıdır.18

      “Sen Bana Ölümü Yendirdin” adlı senaryoda Murat, İstanbullu ama gelip köye yerleşmiş ve fakat köylüye fazla karışmayan, köyün kıyısında bir kulübede yaşayan; bu arada da safkan bir İngiliz atına malik bir delikanlıdır. Zehra ise köyün ağasının kızıdır ve biraz şımarık yetişmiştir; şehirden haberdardır, hatta şehirli sayılabilir. Köyün kızlarına “Gözümde şehir tütüyor, şehir!.. Size de şehrin ruhunu aşılamalıyım.” der. Köyde sıkılmaktadır. Daha ilk görüşte Murat’a ilgi duyar ama Murat “soğuk” birisidir. Davetsiz olarak Murat’ın kulübesine gider ve “Herhâlde bana ikram edebileceğiniz bir şey vardır kulübenizde… Mesela bir viski…” deme cesareti gösterir. Köy yerinde şehirlileşmiş şımarık kız herhâlde viski istemelidir! Derken Zehra’nın babası, Zehra’nın namzediyle çıkagelir. Damat adayının adı da Namzet’tir. Tabii ki köyde daha düne kadar sıkılan kız, Murat yüzünden, kararını değiştirmiştir ve şehre dönmek istememektedir. Zehra, Murat’a açık açık ilanıaşk etmekte ama Murat kayıtsız kalmaktadır. Namzet, kadın ruhundan anlamamaktadır; belli ki Murat anlamakta fakat kızı çıldırtmaktadır. “Siz bir büyücüsünüz.” diyen Zehra’ya, Murat; “Ben büyülenmekten kaçan insanım.” cevabıyla muhatabının kadınsı fütuhatını kışkırtmaktadır. “Eliniz bir ölü eli kadar soğuk.” derken kız; erkek, “Kanımın içine akmasından…” cevabını yapıştırır. Büyücü, ölüm, kadın, kan, münzevilik, at, köy, kırlar, şehir vs. gibi Üstad’ın şiirlerinin ana mevzuları senaryoya sığdırılabilmiştir. Söylentileri işiten kızın babası, kulübeye Murat’ı ikna etmeye gider. Elbette ki neredeyse Üstad’ın bizzat kendisi olan Murat, öyle sonradan görme asalete papuç bırakmayacaktır.

      “Cücesin şehirde sen

      Bir dev olmak istersen

      Kırlarda şarkı söyle!”

      şiirinde olduğu gibi şehir ile kır hayatının mukayesesi Üstad’ın senaryo eserlerine de gizlenmiştir. Şehirli gençle Murat, köylü kızları tarafından da tartılır; hiç şüphesiz uzun saçlı, kıtipiyoz, şehirli, genç Namzet, dalyan gibi Murat’la kıyaslanamaz bile. Şehirli züppe genci öyle harcar ki yazar, Namzet, Zehra’ya, Murat’tan ağzının payını aldıktan sonra bile kendisine dönebileceğini duyurur. Artık ata, köye, Murat’a vurgun olan ve büyük değişim yaşayan Zehra, babasından kendine bir at almasını ister. Kulübü gezerken Murat’ın fotoğraflarının kulüpte asılı olduğunu görür. Müdür, fotoğrafın sahibi ve aynı zamanda biniciler şampiyonu olan Murat Bey’in Edebiyat Fakültesinde doçent olduğunu ve şimdi bir yere çekilerek üniversiteye ait bir eser hazırladığını söyler. Ardından Millî Türk Talebe Birliğinde doçentin profesörlüğe yükselişini kutlarız. Derken Murat kör olur. Kız onu bırakmak istemez fakat Murat gururuna yediremez. Bu yüzden Zehra, dilsiz bir Fatma Nine olarak Murat’a hizmet eder. Murat’ın yalnızken terennüm ettiği aşkını öğrenir. Fakat körlük ve ayrılık, artık Murat’ın canına tak etmiştir. Ölüme yakınken inançlıdır ya intihar edemeyeceğinden ya vücut iflas edecek ya da Allah’a yakaracak, ölümü talep edecektir. Son demlerinde sarf edilen tek kelime Zehra’dır ve Zehra da artık dayanamayıp kimliğini açıklar. Murat’ın son sözü; “Sen bana ölümü yendirdin.” olur. Tipik bir Necip Fazıl dramıdır bu. Kadın, işte öyle bir kadın, Üstad prototipiyle aşkı tanıyacaktır ve ondan vazgeçemeyecektir. Gerçekte kayıtsız gibi duran erkek, aşkın anaforlarında boğuşmaktadır. Kır-şehir çelişkisi, bu sefer sağlıklı erkeği hastalıklı hâle getirir. Necip Fazıl’ın karakterleri arasında müthiş bir benzerlik vardır ve hemen hepsinde Üstad’dan izler görülür. Bu senaryo, Millî Türk Talebe Birliği işin içine katılarak, zaman zaman Allah inancına atıfta bulunularak, İslamcı tiyatroya örnek teşkil edilmek amacındadır ama Üstad’ın ilk senaryolarındaki kurgudan çok da fazla bir şey değişmemiştir. Üniversitede doçent / profesör olarak ders vermek, ata sahip olmak, kadın keşfediciliğinde mütehassıs, daha çok onları kendi karizması etrafında dolaştırmak peşindeki biridir o. Kahramanımız, köy özlemi taşıyan entelektüel şehirli tipi ve aynı zamanda inanmış bir adam olarak da yukarıdan bakmaktadır.

      Kadın tipleri arasında tıpkı şehir ve köy mukayesesinde olduğu gibi aşufte ile iffetli kadın; yaşama iradesi ve ölüm arzusu arasında gidip gelmeler; kitap yüklü profesörlerle gerçek entelektüellerin farkını yakalamak ve bu arada sıklıkla tekrarlanan ölüm korkusu ve fikir çilesi: kriz entelektüel… Hemen hemen bütün eserlerinde bu temalar vardır.

      “Deprem”de (Çile) Nihat’ın ilgisini çeken hemşire kız (Selma), iffetli, gururlu, ne kadar gizlese de hisli ve güzeldir. Nihat kan kanseridir ve ölümü yakındır. Bu tür hastaların geçici iyi devresinde Nihat’ın yalısında verilen gecede, etrafını çeviren gençlerle diyaloğunda; 2. gencin, “Siz hangi asrın kızısınız?” sorusuna verdiği cevapla Selma’ya şöyle dedirtir: “Ben bir köy kızıyım.” Necip Fazıl’ın kızları köy kızlarıdır ama maşallahları vardır: Hem okumuş hem cazibeli hem de iffetlidirler. Nihat ve Selma birbirini sevmektedir fakat evlilik teklifini reddederken Selma’nın sevmekle ilgili cevabı müthiştir: “Ben seni seviyorum… Şu posası çıkmış, sığlaşmış kelimeyle değil. Onun üstündeki dipsiz mana ile o mananın son derinliğiyle…” Üstad’ın gerek sahnedeki gerek de romandaki kahramanları, birbirleriyle aynı ortamı paylaşan; kimi zaman karı koca kimi zaman kardeş olmalarına rağmen çok zıt karakterler taşımayan, çok farklı zihniyetleri ve değer anlayışları bulunan kimselerdir.

      Necip Fazıl da biyografi dizisinin birinci ismi ve Türk Modernleşme sürecindeki Türk düşüncesinin kaynak adresi olan Namık Kemal gibi “fikrine derinleşen sanat” erbabı olarak tiyatroyu önemsemiştir. İkisi de tarih sahnesinde Yavuz’la buluşmaktadırlar. Batı’dan tiyatronun önemini kavrayarak dönen Namık Kemal’den, iki nesil sonra Necip Fazıl, tiyatroya, senaryo dalını da ilave etmiştir.

      Necip Fazıl, “Vatan Şairi Namık Kemal” adlı senaryosunda:

      “Namık Kemal, padişahın yüzüne karşı, ‘Ben sultanlardan Yavuz’u severim.’ demiş…” şeklindeki cümle bu açıdan önemlidir. Bu cümle, aslında bütün Türk düşünce ufuklarının ortak kanaatinin bir yansımasıdır. Bu söz âdeta bir şifredir ve Yavuz’la Namık Kemal’i Türk düşüncesinde, aynı ruh kökünde buluşturmaktadır. Dikkat edilirse; Akif ve Gökalp gibi son Osmanlı’dan cumhuriyete geçiş nesli ile onlardan sonra gelen Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Peyami Safa gibi sanat adamlarının yer aldığı nesil, hep kaynağını Namık Kemal’e dayandırmaktadır.

      TİYATRO

      Necip Fazıl’ın ilk