Lütfü Şehsuvaroğlu

Ordusunu Arayan Kumandan


Скачать книгу

anlayamazsın; o kudretlerin sırrıdır.”

      İşte asıl eser bu. Fikir buraya vardıktan sonra, eser gözümüzde canlanıyor. O zaman bu esas fikrin, bir kahramanlığın hikâyesi gibi görünen mevzu ile alakasını duyuyoruz. Maddeyi ruhla dolduran, ateşi kanla söndüren Anadolu’yu İstiklal Savaşı’nın sırrını o zaman anlıyoruz. Millî Mücadele’nin ruhunu bu kadar kuvvetle bize duyuran bir eserin henüz yazılmadığını itiraf etmek, en doğru hak tanımak olur.20

      Necip Fazıl’ın Erenköy’deki köşkte yahut “Büyük Doğu”daki odasında bir eser yahut bir harekât arifesindeki hâli…

      HİKÂYE VE ROMAN

      Necip Fazıl’ın ilk ve son romanı “Aynadaki Yalan”dır kimilerine göre. Bu anlamda roman sanatına fazla bir şey kattığı söylenemez. Fakat “Kafa Kâğıdı”, “O ve Ben”, “Babıali” gibi eserleri de kendi hayatının romanlaştırılmış kesitleri olarak alırsak Üstad’ın romanlarının sayısını arttırmak mümkün olabilir.

      Necip Fazıl’ın hikâye ve romanlarında ele aldığı konular veya işlediği semboller; şiirinin de ilham kaynağını oluşturan ruh, benlik, kafes, şehir, sokaklar, kumarhaneler, iç burkuntuları, kale, mabet, sevgili, dava, yol gösterici, kadın ve ölümdür.

      Necip Fazıl, hikâye yazmaya 1928’de başladı. Yazdığı hikâyeleri, 1932’de “Birkaç Hikâye, Birkaç Tahlil” adıyla yayımladı. 1965 yılında bu kitaptaki hikâyeleri, birkaç hikâye daha ilave ederek bu sefer “Ruh Burkuntularından Hikâyeler” başlığıyla yayımladı. 1970’te hikâyeleri arasından 40 tanesi seçilerek “Hikâyelerim” adıyla yayımlandı.

      “Necip Fazıl’ın hikâyeciliği; kaba hatlarıyla ama yanlış bir tasnifle yapılagelen Ömer Seyfettin / Sait Faik hikâyeciliğinden farklı bir damarın kolbaşıdır. Bu damar, şu hususları içerir: Anlatım ve teknik; özgün olaylar, durumlar, karakterler, ruhsal durumları etkilemesi ve yönlendirmesine göre değişik biçimleri içerir. Muhteva hemen hemen günlük hayatın akışı içinde ele alınır fakat bu akış, sembolün yardımıyla asıl öze nüfuz etmeyi amaçlar. Hayatın yalın gerçekliği içinde görülen en hurda ayrıntılar bile sembolün ışığında anlamlı bir duruma veya konuma yükselirler. Bir örnek ile açmak istersek; ‘Kanaryanın Ölümü’ hikâyesi üzerinde durabiliriz. Necip Fazıl’ın hayatında önemli, çarpıcı ve trajik yönüyle sergilenen kumar olayı, hemen hemen bütün gerçekliğiyle birkaç hikâyede anlatılmıştır: ‘Rehinlik’, ‘Maymun’, ‘Matmazel Fofo’, ‘Yemin’, ‘Surat’, ‘Maça Kızının İntikamı’, ‘Hasta’, ‘Kumarbazın Not Defterinden’ vb. ‘Kanaryanın Ölümü’ hikâyesi de bunlardan biri.

      Hikâyede anlatılan, bir salonda oynanan kumar oyunu ve salonun boğucu havasıdır. İnsan bu boğucu havayı, ustaca verilen ayrıntılar ile bütün gerçekliği içinde yaşar. Aslında bir yaşamak değil, hayatın trajiğine bilinçli bir saldırı gelgitidir bu.”

      Kendi mahbesinde çırpınan ruhtan ancak hikâyenin sonlarına doğru haberdar oluruz ve onun, kendi etrafında örülen hayatı içinde mahpus olduğunu anlarız. “İlk anda bizi çekmeyen veya dikkat nazarımıza yükselmeyen bu manevi güç, ruh, kanarya kafesindeki kanarya sembolüyle birden öne çıkar:

      “Bu kuşla ruhun arasındaki münasebeti ara ve bul!”21

      Kanarya nasıl kafeste mahkûm ve aynı zamanda mazlum durumundaysa ruh da insanda öyle: İnan ruhu ten kafesinde mahkûmdur, tutsaktır; ne kadar zevk almış görünse de bu ortama yabancıdır.22

      Necip Fazıl’ın hikâye ve romanlarında asıl kahraman her zaman kendisidir.

      Tiyatroda, sinemada, romanda, hikâyede sanatın hangi alanında eser verirse versin kendini merkeze alır yazar. Kâinatın merkezinde o vardır. Sadece “Büyük Doğu”nun değil sanatının da kumandanı kendisidir.

      Örgünün ve ruh burkuntularının ve bütün örgü boyunca karşılaşılan çevre ve duygular; müptela kumarbazlar, kadınlar -ki sevgiliden fahişeye kadar çeşit çeşit- mezarcılar, şehitler ve ölümden ruhun hürriyetine kadar çok çeşitli ama sürekli metafiziğe yönelen konular etrafında ne ağlatan ne de güldüren sanatından geriye kalan sanatçının ruh heyelanlarına şahitlik yapmaktır.

      Necip Fazıl’ın kahramanları, “Değişken bir hayat grafiği çizmedikleri gibi, sürprizleri de sevmezler. Dingin tutkularıyla, alışkanlıklarıyla orantılı bir hayat izlerler. Üzüntüleri, sevinçleri, hayalleri, umut ya da umutsuzluklarıyla bir ritüeli temsil ederler.”23

      Babıali’nin iki medya operatörü; Peyami Safa ve Necip Fazıl, iki muhafazakâr, iki inkılapçı.

      MEDYA OPERATÖRÜ OLARAK NECİP FAZIL

      1935’lerden 1980’lere kadar dergi ve gazete çıkaran, devrinin en önemli medyası, radyo üzerine çalışmalar yapan, senaryo yazarlığından, oyun yazarlığına, konferansçılığından kumandanlığına kadar her dönem, kendi medyasını kendi oluşturan bir medya operatörü olarak Necip Fazıl Kısakürek; dernek, fikir kulübü ve parti teşebbüslerinde diğer tüm partilerin yapamayacaklarını yapabilen; ama diğer tüm partilerin daha işin başında yaptıklarını yapamayan bir siyasi liderdir.

      Gündem yaratan ve kendi etrafında fikrî ve siyasi spekülasyonların meydana gelmesini sağlayan çok önemli bir siyasi, fikrî ve edebî aktördür. Medeniyetleri ibda eden “ülkücü faktör analizi” olarak büyük işlevi olmuştur. Her ne kadar derinlemesine ilmî, felsefi analizler sonucunda özgün bir fikir sistemine sahip olmadığı ileri sürülse de onun “keşfedici” tabiatıyla, böyle bir fikir sisteminin ana hatlarına yönelik sanatkâr çıkışları, önemli açılımlar da sağlamıştır.

      Onun işlevi, “camide mahpus Müslüman’ı sokağa taşımak”tır. Ahşap konak, eski İstanbul beyefendisi tavırları, seçkinci sınıfa yakın durmak, bir miktar aristokrasi, halkın değerleriyle buluşması ve onu haykırmasında kendine mahsus bir özgürlük alanı yaratmıştır. Her ne kadar sıklıkla cezaevi, gözaltılar, mahkemeler devirleri yaşansa da onun söyleminin makes bulmasında bunlar da birer yükseltici manivela rolü oynamışlardır. O bütün bu sahneleri titiz bir yönetmen edasıyla ve kabiliyetiyle yerli yerine oturtmuştur. Hemen her konferansını yayımlatmış, hemen her temel ritüelden, kahramanlarından ve konularından birkaç sahada eser vermiştir. Şiirde, hikâyede, romanda, tiyatroda ve senaryoda onun kahramanlarının benzerlerini bulmak mümkündür. Başını sokağa adamış gibi duran kahraman, gerçekte çok daha ulvi bir gayenin peşinden gitmek istemektedir. Bu, zaman zaman kumarhaneler, sokaklar, fahişeler, küçük şehir kahramanlıkları vb. olduğu gibi; sevgili, anne, memleket, tarih, ölüm, İslam ve Allah olmaktadır.

      Aristokrat duruş ve daha öncesinde edebiyat ve sanat çevrelerinde tanınmış olmak, onun milliyetçilik ve İslamcılığına tek başına birçok örgütün yapamayacağını yapabilmek bahtiyarlığını kazandırmıştır.

      Ağaç

      Necip Fazıl’ın ilk çıkardığı derginin adı “Ağaç”tır. “Ağaç”, önce Ankara’da çıkmaya başlamış; ardından İstanbul’a taşınmış ve toplam on yedi sayı yayımlanmıştır. 1936 yılında çıkan dergi, niçin fikir ve sanat hayatının merkezi İstanbul’da değil de Ankara’da çıkmaya başlamıştır. Ankara, cumhuriyetin başkenti olarak İstanbul kadar olmasa da artık bir kültür merkezi olmaya çalışıyor ve