Hüseyin Rahmi Gürpınar

Dirilen İskelet


Скачать книгу

ne olabilir?”

      “Bilmem.”

      “Herhâlde tabiatın üstünde bir hadise değil, insanlara ait bir şey.”

      “Yabancı donanmalarının havada gezinen projektör sütunları olmasın?”

      “Işık Kâğıthane Deresi yönünden geliyor. Orada yabancı donanmasını düşünmek tuhaf olmaz mı?”

      “Şimşek uçaklardan gelmesin?”

      “Onların motor gürültüleri iki saatlik yoldan duyulur. Öyle bir şey işitmiyoruz.”

      Bu sırada yine alev birbiri ardınca iki defa tutuştu. Mezarlığın bir bölümünü gündüz etti, söndü.

      Bu tabii bir hadise değil, tabiat dışı bir şeydi. Beylere şaşkınlıkla karışık hafif bir korku geldi. Gözlerinin önünde bir şeyler oluyor, fakat bunun ne olduğunu anlayamıyorlardı.

      7

      Doktor, kimler tarafından işitilmekten korktuğu bilinmez tuhaf bir davranışla yavaşça:

      “Elektrik fenerlerini söndürelim. Parıltının kaynağını o zaman daha kolay anlayabiliriz.”

      Fenerleri söndürdüler. Beklediler. Hiçbir şey parlamadı.

      Doktor: “Acayip şey… Bu şimşek sanki bizimle eğleniyor.”

      Tayfur: “Ne o doktor, sesin titriyor. Oh, mesela korkuyor musun?”

      “Korkmuyorum. Kızıyorum.”

      “Niçin?”

      “Etraftan bizimle eğlenenler olmasın diye.”

      “Kim eğlenecek? Bu vakit buralarda kim bulunur?”

      “Kim bilir? Elin işsiz güçsüz haytaları çok…”

      Hemen o anda gevrek, ahenkli, billur bir çağlayan şıkırtısıyla uzun, sürekli bir kahkaha duyuldu.

      İki arkadaş karanlıkta bir süre birbirinin göz bebeklerini arayarak bakıştılar. Sonra:

      Doktor: “O ne?”

      Tayfur: “Kahkaha kuşu…”

      “Kahkaha kuşu gülmek için bu kadar uygun bir zamanı seçmeyi bilmez.”

      “Bazen insanı hayretlere düşüren böyle tuhaf rastlantılar olur.”

      “Rastlantı… Haydi peki… Fakat baykuşun kahkahasında kulaklara uğursuzluk dolduran bir acılık vardır. Bundaki tatlı ahenk yüreğimi gıcıkladı. Bu, genç, güzel bir kadın gülüşüne benziyor.”

      “Hadi doktor sen de… Sesinden bir kadının gençliği anlaşılsın, anladık. Lakin bir sesten sahibinin güzel olduğu manasını çıkarmak pek de gerçeğe uygun bir şey olmasa gerek. Ben yüzü güzel sesi çirkin, sesi güzel yüzü çirkin ne kadınlar bilirim. Her şeyden geçtik, bu zaman, böyle gecenin bir vaktinde mezarlıkta güzel bir kadının varlığını kabul etmek akla sığacak bir şey değildir. Şimdi bize gülse gülse ancak baykuşlar, cadılar güler.”

      Yine o anda Jüpiter’in alev alev ışığı yandı. Bu defa iki arkadaş alevin çıktığı kaynağı iyice gördüler. Bu şimşek otuz beş kırk metre kadar ileride, camilerde büyükler için ayrılmış yüksekçe yer gibi sekiz on mezarı içine alan yüksek bir setin arkasından fışkırıyordu.

      Doktor şimdi bu defa yürek çarpıntısı saklanmaz ve daha çekingen bir sesle:

      “Artık bunun lamı cimi kalmadı.”

      “Neyin?”

      “Alev bir mezardan çıkıyor.”

      “Evet, bunu inkâr edemem.”

      “Yalnız kabul etmek para etmez, bu acayipliği açıklamak, yorumlamak lazım gelir.”

      Her ikisi de şaşırmış, kararsız, birbirinden akla uygun bir açıklama beklerken yine aynı yönden hüzünlü iniltilerle titreyerek uzanan hüngürtüler gelmeye başladı. Ümitsizlik ve ızdırabın son perdelerinde çırpınan bir kalbin matemlerini dile getiren bir ağlama… Öyle içe dokunan bir ağlama ki, işitip de ağlamamak kabil değil…

      Tayfur vücudunun en ince sinirlerine kadar ruhunu titreten bir üzüntü duydu. Semalara ait fakat cehennemde inleyenlerin ahlarından yankılar yapan bu müziğin büyüsü ile sarsıldı:

      “Yooook, bu her türlü tahmin ve düşüncenin üstüne çıkıyor. Bu iniltilerle beraber kalbimde birbirine sarılmış yılanların burgulandıklarını hissediyorum. Bu ağlama bana tabiatüstü bir şey gibi geliyor. Lakin gece vakti şu ölüm diyarı dekorunun korkunçluğundan yararlanarak bize oyun yapanlar var. Bizimle eğleniyorlar.”

      Doktor, göz ve kulakları sesin geldiği yöne dikili ve âdeta ürkmüş bir hâlde:

      “Tabiatın üstünde bir hadiseye hiçbir ihtimal vermez misin? Mesela yüzde bir, iki…”

      “Hayır…”

      “En müspet ilim ve fen alanlarında henüz aydınlatılmayan karanlık noktalar var.”

      “Ne demek istiyorsun? Sen, bu taşıdığımız ruh kafesinin bütün sırlarını görmüş, en ince damarlarını cımbızla karıştırmış bir fen adamı, aceleye getirerek açıklanması kabil olmayan bir olay karşısında hemen beni cadıların, hortlakların vücutlarına inanmaya mı çağırıyorsun?”

      Ağlama hüzünlü dalgalarla gecenin karanlığı içinden süzülüp hâlâ geliyordu. Bir süre daha dinlediler.

      Nihayet Tayfur dayanamayarak:

      “Bu iniltiler hafakanla göğsümü tıkıyor. Ben gidip bu kahkahaların, bu ağlamaların çıktığı mezarı arayacağım.”

      “Çocuk olma… Bekle…”

      “Niçin bekleyeceğim? Neyi bekleyeceğim?”

      “Diyelim ki, bu tabiatüstü değil de tabii bir iştir. Bizimle eğlenenler var. Fakat düşünelim ki, bizimle niçin eğlensinler?”

      “Sonradan saflığımıza gülmek için…”

      Doktor sesini fısıltı derecesine indirerek:

      “Ben bu olayda güldürücü hiçbir hâl göremiyorum. Gülmek, güldürmek için böyle vakitsiz peşimize takılıp da kim buralara gelir? Kimler bunu yapar? Böyle bizi korkutmaktan maksatları düşmanlıktan başka ne olabilir? Ve hangi silahlarla silahlanmış bulunuyorlar?”

      Doktorun bu sözleri yabana atılacak gibi değildi. Tayfur düştüğü sinir krizleri içinde ne düşüneceğini bilemiyordu. Bununla beraber cebinden tabancayı çıkarıp tetiğe alarak:

      “Dostum, bu gizli sesleri çıkaranlar hortlak veya insan olsunlar, mademki onları düşman sayıyorsun bu hakkını ben de teslim ederim. Sen de silahını tetiğe al. Her türlü ihtimale karşı hazırlıklı olalım.”

      Ferhat da bu kumandaya derhâl itaat etti. Lakin mezardaki alaycı onların bu hazırlıklarına hemen kandilli kahkahasını salıverdi.

      Tayfur titreyerek:

      “Of… Karanlıkta açılan bu uğursuz ağzın gülmesine de ağlamasına da artık sinirlerim tahammül etmiyor. Haydi, yavaş yavaş, geri geri tepeye doğru çekilelim.”

      Doktor gözleriyle karanlığı delmeye uğraşarak:

      “Ağır ağır geri çekilmeye bizi bırakırlarsa…”

      “Kimler?”

      “Bu gülüp ağlayanlar…”

      “Niçin bırakmasınlar?”

      “İster cin ister insan olsun elbette bu garip tezahürde bir sebep var. Şakalarını