Çulpan Zaripova Çetin

Alimcan İbrahimov'un Eserlerinde Tatar, Başkurt, ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri


Скачать книгу

baldır çaputları, seccadeler, kendir gömlekler, atkılar, eldivenler hazırladı.” 299

      Gülbanu’nun eltileri ve yeğenleri tarafından hemen öz olarak kabul edilmesi, sevilmesi de her şeyden önce onun çalışkanlığıyla anlatılıyordu:

      “Çocuk Minlegalim önceleri çekiniyordu fakat dün ot yığınları yaparken Gülbanu’nun yabasını ot yığınına erkekler gibi batırdığını görünce, bir de onunla beraber ot yığınlarını çekerken, şakalaşarak çayırda kahkahalar atarken, özellikle de Zakir’e nazaran ot yığınlarını yengesiyle beraber daha hızlı getirip attığı zamanlar çocuk, genç yengesini tamamen kendisine bir dost olarak gördü. Bugün ise tarlada gereksiz otları çekerken o onu artık bütün gönlüyle sevmeye başladı.” 300

      Ama yine de gelin, kayınbaba evinde her an azarlanabilir, küçük düşürülebilirdi. En küçük bir hatası, bir yanlışı hemen kaynanasının ya da kayınlarının gözüne batardı. Örneğin, Gülbanu semaveri getirince üzerinde kül bıraktığından dolayı kaynanasından azar duyar:

      “Kaynana dişini sıkıp kızgın bakışla semaverin üzerinde kalan külü gösterdi: ‘Ne bakıyorsun? Silip getirmen gerekiyor!’ dedi. Gülbanu, saçının diplerine, kulağının uçlarına kadar kızardı. Bir şey demedi sadece titrek bir sesle ‘Tamam ana.’ dedi de hızlıca evden çıktı.” 301

      Ama genç gelin kayınbaba evinde sadece kayınbaba ve kaynana tarafından değil kayınları –özellikle de büyük kayını- tarafından da azar duyabilirdi. Örneğin, tarlaya gitmeden önce ekmekleri fırından alıp yetiştiremeyen Gülbanu, büyük kayını Altınbay’ın oğlu Minlegalim’e ekmekleri getirmeyi unutmamasını, ekmeksiz gittiklerini tembihlerken, Gülbanu üstüne alınır ve savunulmak istercesine kocasına sığınır:

      “Bu söz Gülbanu’yu sokmuş gibi oldu. O, ne yapacağına şaşırıp suçunu tanırcasına kocasına sığındı.” 302

      Böylece eskiden bir gelinin geniş bir aile olarak yaşayan kayınbaba evinde geçen hayatı hiç de iç açıcı olmazdı. O, her adımını ölçülü atar, birçok durumda çekingen ve utangaç davranırdı. Örneğin, eserde günün sıcağında çalıştıklarından dolayı herkes -erkekler aynı gölün bir tarafında, kadınlar diğer tarafında- öğleyin mola verip kendisini nehre atar. Eltileri tarafından her ne kadar öz olarak kabul edilse de Gülbanu, genç gelin olarak utangaç ve edepli davranmak zorunda kalır:

      “Eltileri çok çağırsalar da Gülbanu suya girmedi. Daha gelin olup bu eve geldiğine ancak üç gün geçti. Bu arada çıplak kalıp büyük eltilerinin göz önünde boy göstermeye cesareti yetmedi.” 303

      Sofrada da Gülbanu çok çekingen davranır, yemek yerken boğazından fazla lokma geçmez:

      “Kendisini zorlayarak, bir dilim ekmek yedi, iki fincan çay içti de fincanını tabağa tersiyle çevirdi.” 304

      Aynı zamanda, genç gelin olarak eşiyle de gün içinde fazla görüşmez, yanında bir şeyler sormak için durduğu zaman da hemen ‘ayıp olur’ diye ve gıybetten korkarak soracağı şeyi çabucak sorup yanından ayrılmayı tercih ederdi:

      “Yine bir şey soracaktı ama ‘Çok cilveli, eşinin yanından ayrılmıyor.’ diye gıybet olur endişesiyle korktu.” 305

      Eğer genç gelini evde bulunan diğer eltileri severse, tabii ki evdeki gerginlik biraz yumuşardı. Örneğin, eserde Gülbanu’yu ilk günden beğenen ve yakın gören eltisi Fevziye, ona her adımda yardımcı olmaya çalışır:

      “Yaşlı eltisi Fevziye, bu üç gün içinde genç gelin Gülbanu’yu sevmişti. Zakir’in şakalarına ‘Haydi, boş yere gevezelik yapma! Hepimiz öyle idik. Öğrenir, çok iyi bir gelin olur merak etme!’ diye cevap verdi. Bu çok kayınlı, huysuz kaynanalı evde Gülbanu, epey endişeleniyor, her adımını ‘bir yanlış yapmasam iyi’ diye atıyordu. Buruşmuş yüzlü, zehir gözlü yaşlı eltisi Fevziye’nin onu böyle savunması, yüreğini ısıttı, az kalsın gözünden yaş çıkacaktı.” 306

      Tél Yeşérü. (Dil Gizleme).

      Eserde gelinin kayınbabadan dil gizleme âdetini de görmekteyiz. Genç gelinin kayınbabası ve büyük kayınları yanında tél yeşérü âdeti, altı haftadan ilk çocuk doğuncaya kadar sürebilir ve geline kayınbabasının hediye sunarak konuşmasına izin vermesiyle sona ererdi. Mevcut âdetin kökleri uzak geçmişe, kızın rızasını almadan evlendirdikleri dönemlere uzanmaktadır. Bu yüzden gelin, düşmanlığını bildirmek için kayınbabası, kaynanası ve kayınlarıyla konuşmaz, söyleyecek bir sözü varsa da kocasının aracılığıyla iletirdi. Tatar Türklerinde ortaya çıkan “Kilén kéşé – kim kéşé” (“Gelin kişi, eksik kişidir.”) gibi bir deyim de bu âdete işaret etmeli. Gelin, kayınbaba evinde bu âdete göre hareket eder ve çayı da semaverin arkasına gizlenerek içerdi.307 İşte Gülbanu da kayınbabası ve kaynanası olan odaya girerken başörtüsünü örtünür ve çay sofrasında kayınbabasına tek kelime etmez: “Kayınbabasına tek söz etmeden, yüzünü yarı yarıya örtüp sekiye keçe üzerine sofra örtüsü serdi ve çay sofrası hazırladı.”308

      Kazan Kaytaru (Karşılıklı Misafir).

      Gülbanu, kayınbabası evinde birkaç hafta yaşadıktan sonra geleneği yerine getirmek için eşi Zakir ile beraber babasının evine misafirliğe gider ve orada bir iki gün misafir kalırlar. Tatar Türklerinde genç gelin güveyle beraber kendi babasının evine genelde perşembe günlerinin birinde gelirdi ve bu geleneğe kazan kaytaru, kunakka çakıru derlerdi. Kız ile güvey kızın baba evinde en az iki gün geceye kalmalıydı. Tek sayı güne kalmak hoş görülmezdi. Bazen bu tür gelişler her cuma devamında bir yıla kadar sürerdi. Kızın babası ve annesi onları zengin sofrada ağırlardı. Kayınbaba evine henüz bu kadar kısa sürede alışamayan kız, baba evine gelince, iki geceye olsa da tekrar eski rahatına kavuşur ve âdeta yeniden doğmuş gibi olurdu.309 A. İbrahimov bu geleneğin düzgün şekilde yerine getirildiğini Gülbanu’nun büyük görümcesi Minnisa’nın hayatı örneğinde anlatır:

      “Yazın Minnisa, baba evinden kayınbaba evine uğurlandı. Güvey ile kız önceleri her on beş günde bir, daha sonra neredeyse her ay bu eve misafir gelmeye başladılar.” 310

      Eserde Gülbanu’nun kaynanası her ne kadar gelini ile oğlunu gelin tarafına misafirliğe göndermek istemese de Gülbanu’nun gözyaşları ve yalvarmaları baskısı altında eşi yine de geleneği bir an önce yerine getirme çaresine bakar:

      “Gülbanu’nun her şeyi çoktan hazırdı. Alelacele yüzündeki tozu yıkadı, makyaj yaptı, çorap üzerinden deri galoş giydi, yeni elbisesini giydi, şal örtündü ve bohçasını eline alıp avluya çıktı.” 311 Gülbanu, baba evine misafirliğe ancak bir iki günlüğüne gitmiş olsa da annesinin yanında tekrar eski rahatına ve huzura kavuşma duyguları yaşar:

      “Annesinin bitmez tükenmez lezzetli yemekleri, yağlı krepleri, koyu kaymakları, semiz koyun etleri, doldurulmuş tavukları ile kesintisiz ağırlandı, sırdaşı olan