Çulpan Zaripova Çetin

Alimcan İbrahimov'un Eserlerinde Tatar, Başkurt, ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri


Скачать книгу

genç gelin yapardı. Eltileri ise gelinin hazırladığı sofraya oturur, çaylarını içer ve hepsi kendi odasına çekilirdi:

      “Kayınları, eltileri ellerini yıkayıp kapı yanındaki çiviye asılı olan havluya sildiler de sofraya oturdular. En büyük kayını Altınbay, ak düşmeye başlayan sakalını ovalayıp başköşeye oturdu ve çorap üzerinden çabata giydiği ayaklarını bağdaş kurup ‘Bismilla’ okuyup büyük ekmeği parçalara ayırmaya başladı. Gülbanu, gündüz toplanan misafir sofrasından kalan etin kemikli yerlerini, beléş kapaklarını büyük bir tabağa koydu da sofraya getirdi. Büyük eltisi Fevziye fincanlara çay koydu.” 285

      Çay sofrasından herkes kalkınca Gülbanu, sekiye yatağı serer. Çünkü seki, Tatar Türklerinde gündüz sofra vazifesini görür, gece de oraya yatak serilirdi:

      “Gülbanu, oraya sekiye kendilerine yatak serdi, döşeğini yastığını kabarttı. Örtü örttü, yastıkları pohpohladı da yatağı büyük yeni yorganla örttü. Kocası yatağa girer girmez horlamaya başladı. Kadın, hızlıca fincanları yıkadı, semaverde kalan suyu döktü. Artık soğumaya başlayan süte maya çaldı da çabatasını çıkartıp yorgun vücuduyla kocasının kucağına girip eriyip uykuya daldı.” 286

      Fakat yazın kısa gecesi çabuk geçer, Gülbanu yattığı gibi kalkmış olur. Kalkar kalkmaz genç gelinin yine günlük meşakkatleri başlar:

      “Kocasını uyandırmamaya çalışarak, ayaklarına çoraplarını ve çabatasını giydi. Çabucak saçını düzeltti ve yüzünü yıkadı. Sonra tuğladan yapılan kocaman ocağın bacasını açtı, ocağı yaktı. İyi ki odunu akşamdan getirmişti. Daha sonra ‘Dün çaldığım yoğurda ne oldu acaba, ya tutmamış olsa ne yaparım?’ diye yoğurdun üzerini açtı. Bayram hediyesi alan bir çocuk gibi birden seviniverdi: Geniş ağaç kap dolusu yoğurt düzleşerek ciğer gibi katılaşmış, çok güzel tutmuştu, bıçakla kes de al! Öylesine güzeldi! Çabucak su getirdi. Yine geç kalmasın diye kendilerinin içtiği büyük semaverin altına ateş yaktı.”;

      “Gülbanu çay sofrasını hazırlayıp bitirir bitirmez uykulu yüzleri ve dinlenemeyen yorgun ve zayıf vücutlarıyla zorluk perdesi örten gözlerini ovalayıp bu evde yaşayan herkes çay sofrasına toplanmaya başladı.” 287

      Daha sonra Gülbanu, kömürleri bir çömleğe boşaltıp ocağın fırın kısmını söndürür ve hamur açma sehpası üzerindeki hamurdan kocaman ekmekler yapar, onları unlar ve sıcak fırına verir. Eskiden Tatarlarda geniş bir aile için ekmek pişirmek, büyük sorumluluk isteyen bir iş olurdu. Bu yüzden genç gelin kayınbaba evine göçer göçmez onun bu işte becerikli olup olmadığını, temizliğini, titizliğini ekmek pişirdiğinde sınarlardı.288

      Gülbanu’nun bütün genç gelinlere özgü olduğu gibi kayınbaba evine alışma sürecinde kendisine göre endişeleri ve korkuları da olur. Örneğin, olur da sakarlığını kaynanası görürse, semaver zamanında yetişmezse, ekmekleri tarlada çalışmaya giden kayın ve eltilerine zamanında yetiştiremezse ya da ekmekleri tam pişmezse vb.:

      “Dün un eleyip hamur yoğurdu ve ekmekleri fırına verdi. Yedi ekmeğin altısı iyi, düz kabarıp pişmişti. Bir tanesi ise biraz kenarda kalmış, yerini değiştirmeyi de Gülbanu unutmuştu. İşte o bir tane ekmeğin kenarı biraz çiğ kalmıştı.” 289 ;

      “Gülbanu ekmekleri için endişelendi. ‘Harap oldum! Tarlaya işe giderken götürmeleri için yetiştiremedim!” diye kendisini dünyanın en büyük, en korkunç mutsuzluğuna düçar kalan bir insan olarak hissetti.” 290

      Tarlaya gelince de yiyeceklerin durumu Gülbanu’ya sorulur:

      “İçme suyu doldurulan ve küçük demir şeritle tutturulan fıçıyı araba altına oturttu. Fıçıyı önce ot ile, sonra onun üzerinden de çuhadan dikilen çikmen 291 ile örttü. Buraya yoğurt kovasını da yerleştirdi. Köpekler ve kuşlar dokunmasın diye onu dünden kalan beléş lokmaları sarılı olan sofra örtüsü ile en alta koydu.” 292

      Sabah uykudan kalkar kalkmaz evdeki herkese çay sofrası hazırlayan, tarlada çalıştıkları zaman yemeleri için ekmek pişiren gelin, aynı kayınları ve eltileri gibi bir de tarla işine de gitmek zorundaydı:

      “Akşamdan hazırlanan uzun arabaya at koşmaya ve tırmıkları, yabaları at arabasına yüklemeye başladılar. Gülbanu ancak iki fincan çay içmeye yetişti, acaba düzgün kızarıyorlar mı diye fırındaki ekmeklere göz attı da yeni tutan yoğurdu eline alıp dışarıya çıktı. Orada her şey hazırdı: Atlar koşulmuş, küçük kız yeğeni çay bile içemeden uykulu gözlerini ovalayarak arabaya doğru yürüyordu. Hepsi sırayla uzun arabaya oturdular.” 293 ;

      “Gülbanu, hemen tarlaya doğru yürürken beyaz ek yenlerini taktı, yeni yapılmış güzel, hafif, düz dişli tırmığını eline uygun bir şekilde oturttu da kocası ile yan yana otu çevirmeye başladı. Yedi tırmık birden çalıştı. Çayır boyunca ot yığınları art arda dizilmeye başladılar.” 294

      Yorgun argın bir halde tarlada çalışıp eve döndüğünde de gelinler kenara çekilip dinlenemezdi. Erkekler nasıl kendi işlerine koşuyorduysa kadınlar da hemen evde onların gelmesini bekleyen işleri tamamlamaya çalışırlardı:

      “Zakir dönüşte köprü yanında at arabasından ‘Demircide yapmam gereken işim var.’ diye iniverdi. Feshi de toynak etine çöp battığından dolayı bayağı bir topallamaya başlayan kula kısrağını Namacan ustaya götürdü. Sıtdıka adlı gelin yarın sabahtan koymak pişirmek için un olsun diye döner dönmez ağaç kilede 295 tokmakla darı dövmeye başladı. Böylece herkes bir iş bulup dağıldı. Yüklerdeki karabuğdayı kilere ve ambara boşaltmak tamamen Gülbanu’ya kaldı.” 296

      Zaten kayınbaba evinde gelini beğenme ölçütleri belliydi. Köyde zor işle geçen hayatın içinde gelin çalışkan, sessiz sedasız ve dayanıklı olmalıydı. İşte o zaman onu kayınbabası da kaynanası da severdi. Örneğin, eserde Fethiye Nine’nin gelinlerinden birisi ile ilgili şöyle denir:

      “Bu gelin sessiz, kavgasızdı. En zor işe bile gözü karaydı onun. Çayırda, ambarda yapılan işler sırasında, orak, ot biçme, tahıl öğütme gibi zor işlerde erkeklerle yan yana çalıştı. Evin bütün işini ineği sağma, koyun ve oğlaklara bakma, kışın buzağılarla uğraşma, kuzuları emzirme, eve odun ve su getirme, yemek yapma, semaver hazırlama, ateş yakma, döşemeleri silme- hepsini ama hepsini çok güzel yapardı. İşi bilerek, tadına vararak, severek çalışırdı. Fethiye Nine de bu gelinini severdi.”297

      Gelin olan kızların baba evindeki hayatı da kayınbaba evindeki hayattan pek farklı olmadığı için, onlar genelde zor iş yapmaya hem hazırlıklı hem dayanıklı olurlardı. Evdeki bütün işlere ek olarak kızlar, işten boş kaldıkları zaman kendilerine çeyiz de hazırlarlardı. Eserde de bunu kanıtlayan cümleler az değildir:

      “İhtiyar Nuri kendi çocuklarını çok küçükken çalıştırmaya başladı, çok çalıştırdı, hatta merhametsiz bir şekilde çalıştırdı. Yorduğu, dayanamaz hale getirdiği zamanları az olmadı.