Dinis Bülekov

Yabancı


Скачать книгу

yeterli.

      Her indiğinde büfeden sigara almadan gitmez. Bu Bibinur çalışıyor orada. Üstelik gezici kütüphane müdiresi de sayılır. Kısacası, iki işte çalışıyor Bibinur. Boyu posu çok güzel çünkü. Gözü başı oynayıp duruyor. Etrafında bir yönetici dolaşıyor dendiğini işitmişti Baygildi. Yöneticilerden de hangisi, usta başı Gendelipov. Böyle orta yaşlı birisi Gendelip; Baygildi hatta onun adını da bilmiyor. Ama onu kızdırmak iyi değil. Bu, cep ile doğrudan doğruya ilişkili. Şef Efletunov çalışma listesi yazıyor, usta başı bu listeleri “kapatıyor” yani imzalayıp doğruluyor. Gendelipov hangi listeleri gönderirse yukarıya, bölge şefi yani o bölgenin amiri, onu değiştirmiyor. Başkan çok saygın, sözü geçer…

      İşte bu Gendelipov değil mi ya? Çalılıkta saklanan Baygildi biraz korktu. Başkan aksidir sadece; hem vücudu heybetli hem de görmüş geçirmiş birine benziyor. Baygildi’nin onunla birlikte içki içip oturduğu da oldu. Öyle, ona kötü bakmaz başkan, her karşılaştığında omzuna dostça vurup, ağır elini koyar.

      – Nasılsın, ahiret, – diyor öyle zamanlarda. Tuhaf biri Gen-delip. Erkeklere “ahiret” diye seslenir. Ondan, onun ismini unutup “ahiret” diye bahsederler kendisi yokken. Efletunov’un söylediğine göre, “ahiret” bir süre yatıp da çıkmış galiba. Bir keresinde, Aknögöş’te suda yüzmek için anadan doğma soyununca hayran kaldı Baygildi. Onun tenine iğne batırılarak tuhaf bir şeyler yapılmış. Böyle zamanlarda Ahiret’e insan olarak değil, tablo olarak yavaşça bakmak gerekir. E, o ağır hareket eden biri değil, kızgın, sabırsız. Bunun için onların bölgesindeki bütün adamlar, ona saygı gösterir, dinler, verdiği işleri hep yerine getirir. E, bölge amirliği için böyle bir başkan altın gibi kıymetli. İstediğin yerden topladığın yüz babanın çocuğunu sakinleştirmeye çalış bakalım.

      İşte bu Gendelip’i, Aknögöş boyunda soyundurup, uzun uzun “tabloyu” gözden geçirme bahtına da ulaştı Baygildi. Onunla beraber daha birkaç kişi de vardı. Elbette, gözleri güzel olduğu için Ahiret onlara poz vermedi, önce Baygildi bir yarımlık alıp döndü.

      Akılları çıktı onların bu anda. Ustaca yapılmış “tablo”. Sağ göğsü ile sağ bacağına bütün vücudu çıplak olan bir adamın resmi yapılmış, karşı tarafında da böyle kadınlar kızlar. Birbirlerine sarılarak duruyor gibiler. Garipliği şurada: Ahiret’i kendinden yirmi metre uzağa kov ve sana karşı yürüyüp gelmesini iste. İşte bu an gülmekten için katılır, yıkılırsın yani. Adamla kadın öpüşüyor, o… söyleyip de anlatılacak gibi değil. O zaman rica edip tekrar bakmışlardı da, Gendelip’i sakinleştiremediler. Eğlence tamamlanmıştı. Bu şansa herkesin ulaşamadığını akllarında tutup, razı olup dağıldı Baygildiler.

      – Beni işten kovsalar, müzeye numune olarak alacaklar – diye gülmüştü Ahiret. – Sanat eseri…

      E, nasıl, nerede, kimin bu “sanat eseri”ni icat ettiğini söylettiremediler.

      – Seans uzun sürdü, – diyerek sadece el salladı. – Bahsetmiştik…

      Ama, şansa bak, kapı dibinde dolaşan, Gendelip’e benzemiyordu. Tabi, usta başı ile o, bültirik tekesi gibi, kapı tahtasını düzlemeye çalışmaz. Bir yerde ailesi de var diyorlar onun, e, kim bilir.

      Bibinur daireye yerleşmişti. Adamlar seyyar vagonlarda yaşıyor, e işte bölgedeki kadınlar kızlar böyle dağılıp bitti. Galiba, ev onlara daha tanıdık.

      Şu anda kapı dibinde duranın Gendelip olmadığını anlayınca, Baygildi sevinmeye başladı. Sevinilmeyecek gibi de değil bu: Dün yola çıkmadan önce koşup büfeye indi. Bibinur yerinde yok.

      – Kızıl köşede dediler, aşçı kadınlar, dün kitapları bırakıp gitmişler.

      – Sigara yok mu…

      – Bilmem, kendine sor.

      Tavlıkay mağazalarında iyi sigaranın bittiği zamanlar. E, Bibinur Baygildi’yi kendince yakın görüp her gelişinde alttan iyisini alıp veriyor. “Ustanınkinden pay çıkarıyor.” diye düşünmüştü hatta.

      Dün böyle düşünmedi, koştu kızıl köşenin bulunduğu vagona. O koşuyor, onun kulağı dibinde şef Efletunov’un sözleri yankılanıyor:

      – Ne oldu ki, Gendelip büfeye inmemeye başladı? Uyuma!

      Nefes nefese geldiği için, Bibinur şaşırıp kaldı. Galiba onun geldiğini de duymamış. Eteğini bacaklarının sonuna kadar sıyırmıştı ve bir ayağına yeni naylon çorabını giymeye çalışıyordu. Baygildi’nin gözleri dört açıldı. Bu kadar güzel bir kadın ayağını o zamana kadar yaşayıp da görmemiştir. Yiğit dilsiz oldu hatta arkaya doğru biraz geri yürüdü; diğeri, Bibinur, mavi gözlerini kocaman açtı, biraz irkilip, tam o anda dolgun pembe dudaklarıyla gülümseyerek, eteğini indirmeyi de unutup değişmeyen bir ifadeyle ayakta duruyor. O bu dakikada aklı baştan alacak kadar güzeldi. Kıvırcık saçları, bembeyaz boynuna sarılan yumuşak sarı saçları, imrendirici dudakları, nefis çenesi, yarı açık dik göğüsleri delikanlıyı, kendi söylediği gibi, çok görmüş olmasına rağmen esir etmişti. Boyu posu da put gibi idi Bibinur’un.

      Ama duygularını sezdirmek istemedi Baygildi. Öyle alışmamıştı. Tersine kaba davrandı.

      – Allah’ım ne kadar güzel bir hatun!

      “Hatun” sözünü duyunca Bibinur utanmasızca gülümseyip:

      – Hatun değil, dedi, geniş baldırlarını gün ışığında parlatıp… Böyle ayaklar hangi hatunda olsun?

      Baygildi cevap vermedi:

      – Tartışmıyorum. Ama hepinizde de aynı.

      – Yanılıyorsun, genç adam! – Bibinur’un bakışları çok nazlandı, sesi de değişti. Onun bu ustalığına hayran kalan delikanlı:

      – Yanılmasam, kendimi şanslı sayardım, – dedi ve güzel kızın gözlerine baktı. Diğeri bakışlarını kaçırmadı. Onun gözlerinin dipsiz maviliğinde, gönlü kudurtacak hadsiz hudutsuz kıvılcımlar oynaşıyordu.

      – E, sen… – Bibinur eteğini daha yeni indirdi, kenara çekildi. Yani gör, işte benim boyum posum der gibiydi. Yine her heceye vurgu yaparak tekrarladı. – E, sen şans-lı ol!… Sana kim karışır?… – Bu sözler ile o rahatlayıp, başını arkaya atarak yumuşak saç tutamlarını dans ettire ettire daha garip bir sesle kahkaha attı.

      “Bana gülüyor, kancık diye düşündü Baygildi. Sırtı yere geldiği hâlde gülüyor. Bakıp göreceğiz…” Baygildi çok heyecanlandığında kendi memleketi Dim boyu konuşmasına geçer:

      – Sin ne kadar? – diyerek aniden Bibinur’a doğru yürüdü o. –Tadına baksak çok iyi olur bu çileğin.

      – Tadına bakmak istediğinin, senin için değerli olduğunu da aklından çıkarma delikanlı!…

      Lakin Baygildi’ye bir şeyler oldu. O sözünü daha söyleyip bitirmeden Bibinur’u sarıp kucakladı ve ona nefes almaya fırsat vermeden, yarı açık ağzından açgözlüce öpmeye başladı. Öptükçe hayret etti delikanlı. Böyle bir hisse hiç kapılmamıştı. Tekrar yeltendi. Ama o ana kadar sadece göstermelik olarak karşılık vermeye çalışan Bibinur, delikanlının dudaklarını acıtacak kadar ısırdı ve gülümseyerek dışarıya iterek gönderdi. O, bir şey demedi, bluzunun düğmelerini geri ilikledi ve iki elini göğüslerinin üstüne kavuşturup, kibirli bir duruşla Baygildi’ye bakmaya başladı.

      “Cindir bu diye düşündü yiğit, ısırılan dudaklarını ovup. Ah albastı…” Ama üzülmüyordu. O an kendine geldi. O zamana kadar yaşamış ama böyle bir şaşkınlığın mümkün