Dinis Bülekov

Yabancı


Скачать книгу

gülümseyip. – Çok takılırsan Gilman Semirhanoviç’e söyleyiveririm…

      Korkuyor Zöfer. Söyleyivermesin de. O anda bitti demektir bu. Gilman Ağabey’inin keyifsiz bir anına rast gelsen, hiç de ucuz kurtulamaz. Öğrenirse kovar, çıkarır işten. E, şimdi onun yerini almaya atılıp duran delikanlılar barajı kapatacak kadar. Gilman Ağabey’inin ilçe çevresindeki saygısı akıl almayacak kadar büyük. Nereye gitseler, onları kucak açıp karşılarlar. Patronun değerli olunca şoförüne de bulaşıyor, yani hürmet dedikleri. Başka başkanların şoförleri ona gıpta ederek bakıyor.

      – İşte, Nurihanov’un şoförü…

      – Evet, Zöfer mi adı da?

      – Arabanın yine iyisini almışlar.

      Böyle konuşmaları çok duyuyor Zöfer. Bunun için de arabalarını yenisiyle değiştiriyorlar. Eski UAZ iki yıl bile çalışmadı, onu Kutlubayev’e verdi Gilman Ağabey’i. Kendine de daha iyisini, yenisini aldırdı. Bir zamanlar Zöfer’e bu araba için belgeleri devrederken soru sordular:

      – Niye patronun yeniden yeniye geçiyor, nefsi doymuyor?

      Zöfer düşünmeden:

      – Bizimki çabuk bozuluyor, biz ekin tarlasına, sürülen yere çok gidiyoruz, – diye cevapladı. – Başkaları gibi sadece köyün ucundaki çiftliğe de gitmiyoruz. Bütün ilçeyi doyuruyor Nurihanov…

      Bu haber bir gün Gilman Ağabey’ine de ulaşmış. Rahatlayıp sevinip gülmüş o. Elbette Zöfer’in doğruluğundan kıvanç duymuş tabi. Şimdi ev yapsa, tuğlasını da, sacını da, camını da bulup vermeye hazır. Böyle olunca korkma bakalım Nefise’nin sözlerinden. Bunu kız kendisi de iyi biliyor. Bunun için de rahat rahat gülebiliyor o. Çoğu zaman onu türlü işler dolayısıyla gezdirmek de denk geliyor. Böyle zamanlarda kız çok alışıyor, Zöfer’i yakın görüyor. Bu yakınlığın yalnızca dış görünüş olduğunu da iyi biliyor Zöfer. Çünkü onların ikisi de aynı kişiye hizmet ediyor. Sırları ortak, yaptıkları işler, söyledikleri sözler, hatta sevinçleri de… Bir de şöyle; Gilman Ağabey’i, Nefise’yi ilçe merkezine, annesinin, babasının yanına gidip dönmesi için gönderdi onu. Uzun yol onları yakınlaştırır gibi de olmuştu, çünkü Zöfer daha saf, yoksa o mu böyle hissetti. Bir durduklarında imkân bulup şaka yaparak belinden kucaklamıştı, şak – onun yanağına! Sonra özür de dileyemedi. “Nu pryam” diye o kadar sert söyledi ki, onlar geri dönerlerken konuşmadılar. İşte böyle ağzı yandı onun. Bir taraftan iyi de oldu. Yoksa başka şeyler çıkacaktı. Beladan uzak dur.

      Gilman Ağabey’i güzel kadınların kızların kıymetini biliyor. Nefise onların arasında, Zöfer’in düşüncesine göre, en ön sırada yer alıyor. Genç o, güzel…

      İkisi arasında bu konuya yakın haberler çıkınca Gilman Ağabey’i her zaman tek bir söz söylemeyi seviyor:

      – Ostrovskiy ne demiş, kardeşim? Ömür kişiye bir kez verilir, pişman olunmasın değil mi? – Kalanını genelde hatırlayamaz, manalı bir şekilde göz kırpar.

      Bugün patronunun keyfi çok iyiydi. Oyun mu yani, nişan kadar nişan takıp dönsün de. Onların ilçesinde başka hangi kolhoz başkanının nişan almışlığı var? Yok ki. Sadece birisi. O ise Nurihanov. Şöhretli kişi şimdi. Babası kahraman; kendisi nişan sahibi.

      Bu keyifli anında:

      – Kardeşim ürün toplamaya başlayıncaya kadar evini yapalım – dedi. – Ustalarla kendim konuşurum. Para bakımından ne durumdasın ki?

      – Daha az. Ana baba da yaşlı.

      – Kaygılanma, kredi alırsın. Veririm. Taksitle ödeniyor o. Biraz yardım da ayarlarım. İnşa malzemesini hükümet hakkıyla ayarlamak mümkün. Savaş gazisi diyerek, babana yazdırırız. Gelin bulmak gerek…

      Böyle dedi başkan. Zöfer ev yerini yine gözden geçirdi. Arkasından enini boyunu kat kat ölçtü, kısa direkleri taşıyıp, tekrar tekrar baktı. O geziyor, onun kulağının dibinde Gilman Ağabey’inin:

      – Gelin bulmak gerek… sözleri yankılanıyor.

      Son zamanlarda bunun hakkında çok sık düşünmeye başladı o. Ne desen de ömür geçiyor. Askerden döneli de çok oldu. Ancak hâlâ kız seçtiği yok. Köydeki kızları gözünün önünden geçiriyor ama yine Nefise’ye gelip takılıyor. Bu düşünceden kendi de korkuyor Zöfer. Çabucak düşüncelerini dışarı kovuyor. Dahası şehir kızı. Köy delikanlısını denk görür mü diyorsun yani? Ne yaparsan yap: “Nu pryam…” deyip duruyor. Böyle düşünüyor bu konuda Zöfer.

      Aniden onun düşüncelerini bölüp, idare binası tarafından bir uzun bir kısa korna çaldı. Küreğini, baltasını da gizlemeyi unutup, ağaç arasına bıraktı ve arabasının yanına koştu.

      Gelse, kurnazca gülümseyerek, onun yerinde Nefise oturuyor.

      – Nu pryam… korkuttum!… – deyip sırıtarak gülüyor o.

      Zöfer öfkelenecek gibi oldu.

      – Niye dalga geçiyorsun? Ben… “senin gibi” demek istemişti ama durdu kaldı. – Dalga geçerek gezmiyorum ki!

      Öbürü hiç şaşırmadı.

      – Ya Zöfer, böyle bir şeyler söyler!… – diye gözlerini oynatıp gülümsedi, direksiyon çevirerek. Ona her tavır da yakışıyor yani. – Git, bir ayağın burada, ikincisi orada!

      Yiğit şaşırdı:

      – Niye, bir yere mi koşmam gerek yani?

      – Niye koşuyorsun? Arabada… İki bidon alacaksın ve…

      – Nasıl… bidona? Niye?

      – Nu pryam!… Anlamıyor bu Zöfer. Düğün be, düğün!

      Zöfer birden endişelendi. Yani kendi sevincinden Gilman Ağabey’i onu, görüşüp anlaşmadan, eski geleneğe göre evlendirmeye mi çalışıyor? Yine onun: “Gelin bulmak gerek!…” sözleri çınladı kulağının dibinde. Şüphesi yüzüne yansıdı sanki. Ona bakan Nefise yere birden zıplayıp indi.

      – E, e… hangi düğün, kiminki? – Zöfer öğrenmek için acele etti. Kız hâlâ gülüyor, ama kahkaha atmıyor, gözleri ile gülüyor:

      – Nişanı ıslatmak ya, Zöferciğim, nişanı!… Hizmet düğünü olacak değil mi ya? İş için verdiler ya nişanı. Nefise gitti ve yeniden döndü. Nurbike Yenge’nin işlerine sıra dışı bir görev için yel gibi koş. Ey yiğit kişi!…

      Kızın arkasından öfkelenip, yeninin içinden yumruk gösterdi Zöfer.

      Gilman Ağabey’inin evinin yanına gittiğinde iki büyük bidon eşikte duruyordu. Telefon olunca rahat, patron adam evine de telefon ediyor. Çok ilginç bir şey şu telefon. Kolhoz Sokağında Zöfer’in kurulmayan evine kadarkilerin hepsinde de var o. Aşağıda telefon hiç yok.

      Onun için, Gilman Ağabey’i bir açıldığında şöyle demişti:

      – Telefon o, kardeşim, mülkiyet değil, zenginliğe girmez. Ama onu, evini kurar kurmaz, sana da bağlatmak gerekir. Çünkü çok gerektiği bir anda aşağıdaki sokağa, insan at gibi koşmak zorunda kalıyor.

      Araba sesini işitince, güneş gibi parlayıp, elindeki tabakları sürte sürte, Nurbike Yenge, eşiğe gelmişti. O, otuz beş yaşında olmasına rağmen, vaktinden önce şişmanladığından daha yavaş yürüyordu. Ama bu yengeyi sevimsiz göstermiyor, tam tersi, erkek gözünün takıldığı yerler, ilk önce dikkat çekiyor, ona kendince bir güzellik katıyordu. Nurbike’nin bakışları samimi, hatta fazla samimi galiba; mülayim, yuvarlak, pembe yüzlü, o sakin biri. Onun yüzüne daha