Dinis Bülekov

Yabancı


Скачать книгу

almayı da unutup çıkıp gitmişti dün bölge arazilerinden.

      …Tatlı düşüncelerinden arınıp, Baygildi kapı dibinde kucaklaşan iki kişinin yanına gitti. Bu belirsiz erkeğe karşı delikanlının yüreğinde bitmez tükenmez bir nefret uyanmıştı.

      – Vay, albastı!… – diyerek dişlerini gıcırdattı o.

      Yakınlarına gelen adamı görünce o ikisi hemen birbirlerinden ayrıldı. “Çelimsizmiş de, deyip düşüncelerini değiştirdi Baygildi… Şimdi görmediğini göstermek gerek… Belki diğerinin de yumuşak yerine vurmak gerekir. Böyle bir zamanda kadınlar kızlar canını çıkarıp verecek gibi olur…

      Çelimsiz yiğit yumruğunu sıkıp gelene doğru yürüdü. Lakin onu Baygildi gelir gelmez tutup yakasından çekiştirmişti.

      – Niye burada geziniyorsun?

      O iyice kaldırıp sarstı kurbanını. Vay bu tam bir yeni yetmeymiş ya.

      – Sin kimsin? – diye fısıldadı Baygildi. Genç delikanlı sarsılmıştı. Bundan dolayı da bir şey söylemedi.

      “Vay, albastı!… Bulmuş bir adam, çoluğu çocuğu da azdırıyor, kancık…”

      Ay bulutların arasından birden çıktı ve kapı dibini aydınlattı. Orada tamamen farklı, saç örükleri beline kadar inen yabancı bir kızcağız bakıyordu. Çok korkmuş o.

      – Sin… kime geldin? – Bunu şimdi boşu boşuna sordu Baygildi, yanıldığı için utanarak.

      – Elfiye’ye… – diye yavaş yavaş söyleyebildi küçük delikanlı. Bundan sonra, Elfiyesi kendine gelince onların yanına fırladı.

      – Niye dokunuyorsunuz ona? Onun ne suçu var? – Genç kız ağlamaya başladı. Üzüldü bu ikisi.

      – Affedersiniz, af!… Yanılmışım…

      Elfiye hiç beklemedi.

      – Siz yanılmışsınız. Onun ne suçu var? Rüstem’i yarın orduya götürüyorlar…

      Keyfi kaçtı Baygildi’nin. Dışarıya bakıp dişlerinin arasından küfretti ve nazik olmaya gayret ederek, Rüstem’e seslendi:

      – Gerçekten mi, birader?

      Rüstem kanat çırpan küçük bir horoz gibi, omuzlarını gerip, giysilerini düzeltti:

      – Yarın saat onda gönderiyorlar, ağabey.

      Baygildi onu omuzlarından tutup, kendine çekti.

      – Sen beni… şey.. Kötü olarak hatırlama yani… Ordu benim de hatırıma geldi. Ayrılmak zor. Ondan sonra sakinleşen Elfiye’ye baktı.

      – E, siz… – kızcağız kekeledi. Sessizce güldü. Beni bizim dairede yaşayan Bibinur Abla’yla karıştırdınız, galiba… Öyle mi ağabey? Onun yanına böyle geç gelmiyorlar… Gelseler de arabayla…

      Üçü de rahatladı.

      – Tamam, bacım, sen bu durumu ablana söyleme şimdi, Baygildi niye geldim diye hayıflanmaya başladı gibi. Cebindeki şişeye şak diye vurdu ve Rüstem’e seslendi: Sen, kardeşim, istediğin kadar yavaş vedalaş!…

      Onlar kesik kesik gülüştüler. Baygildi, kendine bir yer bulamamış gibi, durduğu yerde biraz tepindi ve başka yere gitti.

      Sekizinci Bölüm

      Yüzşişme köyü Aknögöş vadisinde bulunmasına rağmen, onun uzun üç sokağı da birbirleriyle aynı paralelde, uzunlukları da eşit. Ama köy hâlâ büyümeye, genişlemeye devam ediyor. Ayrıca gençler, askerden dönünce, baş göz olduktan sonra, kendine ev yapıp, ana babasından başka bir yere çıkmayı tercih ediyor. Ama yer meselesi gittikçe zorlaşıyor. Üç sokak da artık uzatılacak gibi değil, bir taraftan dik kayaya gidip dayanıyor, diğer uçta da kolhozun at haraları, çiftlik ağılları, kilerleri umumiyetle çiftliğin araç gereçleri duruyor. Köyün demirliği, değirmeni de burada hatta. Bunları kaldırıp, yeni evlerin yapılacak olması büyüklerin hoşuna gitmedi. İşte böyle kendi kendine dördüncü sokak oluştu. Kolhoz Sokağı. Halk isim koymakta usta tabi. En başta idare binası durduğu için, böyle adlandırdılar.

      Gerçi, Kolhoz Sokağı diğer üçünden de daha büyük. Oradaki bütün binalar da, aşağıdakilere görünüyor. Kim dönüyor, kim gidiyor, gizlenecek gibi değil. E, Kolhoz Sokağı’ndakilere, tam tersi, aşağıdakiler avuç içinde gibi yayılmış. Kısacası iki taraf da aslında uygun değil.

      Kolhoz Sokağı’nda idare binasından başka yeni bir okul da yapıldı, sağlık ocağı, mağaza, köy şûrası da burada. Kısacası alttaki sokaklar, çok olmasına rağmen pek çok işlerini halletmek için bu Kolhoz Sokağı’na çıkıyorlar. Ama onların da gururlanacak şeyleri yok değil. Kolhozun güzel kültür merkezi, kütüphanesi üç sokağın tam ortasında bulunuyor. Geceleri, bayram günleri hatta gündüzleri de halk burada toplanıyor. Aşağıdakilerin ayrıca övünecekleri bir şey daha var, o da, suyunu bütün köyün beğenerek içtiği Keleşküzi pınarı. Pınar aşağıda, Aknögöş’ü boylayıp ters yöne gitmeleri gerek. Kolhoz Sokağı’ndakiler genelde, pınar uzak olduğu için, kuyu suyu içiyorlar. Erinmeyenler yürüyor elbette.

      Kolhoz Sokağı’nın en yüksek yerinde, Nurihanov’un evi. O büyük, geniş yapılmış. Ondan sonra şehirdeki okulun müdürü yer almış, parti komitesi sekreteri Kutlubayev’in evi. Ondan sonra mağaza müdürününki. Hatta başkanın şoförü olan delikanlı Zöfer’e de yer ayrılmış. Mağaza müdürünün yanına, traktörle sürükleyerek, ağaç getirip bırakmış. Yontup hazırlamak gerek. İşte bu Zöfer’den başlıyor gençler sokağı. Zöfer’e kadar Kolhoz Sokağı tek taraflı, başkanların karşısında oturan yok. Sonrasında, güzel evler iki taraflı dizilip gidiyor.

      Zöfer boş vaktinde işte bu kendine ayrılmış olan yere gelerek arabasını durdurup, içinden de planlar yapıp, ağaçlarına bakıyor. Yerini de enine boyuna kaç kez adımlayıp ölçmüştür. Hatta daha yakına giden biri ev için belirlenen yere kısa direkler çakıldığını da fark eder. Ancak, bu Gilman Ağabey’i yani. Bırakmıyor ki. Haydi, ben çalışırken baş göz edeyim, sen benim öz kardeşim gibisin, diyor.

      Zöfer patronunu ilçe merkezinden alıp dönünce onu idare karşısında indirdi ve buraya gelmek için acele etti. Arabası kaldı. Gilman Ağabey’i şuna alışmış: Zöfer gerekli olduğu zaman çıkıyor ve sinyal veriyor. E, şimdi Zöfer böyle bir zamanda ortadan kaybolamaz. Hemen gelip yetişir. Çok dikkatli bir kulak o. Bir gün de şöyle; tekeri değiştirirken anahtar sıkışıp baş parmağını sıyırdı. Sardırayım diye sağlık ocağına girdi. Hemşire kızcağız ilgileniyor; parmağını alkol ile mazottan temizleyip tentürdiyotla silmeye başlamıştı ki, arabanın kornası duyuldu. Bir uzun korna, sonraki çok kısa… Hemşireyi şaşırtarak, onun bantla bağlamasını da beklemeden çıkıp gitti Zöfer.

      – Hey, sabırsız, dalkavuk!… – diye haykırdı hemşire. Haydi birileri için o dalkavuk olsun, lakin Gilman Ağabey’i onu işte böyle hızlı, zeki, verilen işi tam yerine getirmeyi bildiği için beğeniyor. Zöfer öğrenmişti. Eğer iş acil olmasa, Gilman Ağabey’i uzun olarak bir kez kornaya basıyor, dizgini daha kısa tutması gerekse iki uzun korna. Bu uzun kornaya kısası eklense – alarm! Göz açıp kapayıncaya kadar gelip yetişmek gerek.

      Başkanın huyunu, kabul odasında sadece birkaç aydır çalışmakta olan Nefise de öğrenmişti. Onun zekiliğine pek çok kez Zöfer de hayret ediyor. Galiba, başkanlara sekreter olmak için özel siparişle mi doğmuş ne. Üstü başı, boyu posu, konuşması, gelen kişiyle kendine çekebilmesi! Vay vay, Gilman Ağabey’i bu özellikleri de önceden görebiliyor. Böyle güzele karşı söz de söyleyemiyordur giren kişi.