Muhtar Auezov

Abay Yolu 2. Cilt


Скачать книгу

diyerek öven Abay, ezgilerle dalgalanan gönlünde o güne kadar duyulmamış sırlı bir şiir söyledi:

      “…

      Girer kulaktan, avlar teni

      Güzel türkü ile tatlı ezgi.

      Gönle salar türlü fikri,

      Türkü sev benim gibi…”

      diye başlayan şiirini o mecliste Birjan’a söyledi. Birjan, Abay’ı, düşünen kâmil bir genç olarak görüyordu. Bu şiir, bilinçli şairlik sanatını da hakikaten başkaca bir biçimde ortaya koyuyordu:

      – Abaycan, “benim türkülerim sana güzel esin kaynağı oluyor” diye düşünüyordum. Sen, türkülerde bizim dikkatimizden kaçan, önemsemediğimiz detayları açıyorsun. Kalan ömrüme bir başka yükümlülük kattın yahu, dedi.

      – Demek ki, hedefimizin kaynağı aynı Birjan ağabey!

      – Hedef yolunda birimiz öteye, birimiz beriye gidebiliriz. Sadece sana söylemek istediğim; “senin türküyü yüceltip kıymetlendirişin gibi, benim de şiiri ilk kıymetlendirişim oldu bu” desem, ne dersin? “Benim sana verdiklerim çok” derken, senin bana verdiğin yol azığının ne kadar olduğunu bir anlasan keşke, dedi.

      Abay yaz boyunca Birjan’dan bütün Orta Jüz’ün; Arğınların, Naymanların, Kereylerin, Uvakların sazendelerini, türkücülerini, bilge ozanlarını dinleyip öğrenmişti. Onlardan biri aklına geldi:

      – Birjan ağabey, sanatın kıymetini açık seçik anlıyorsak hayatımızı başka bir biçimde sürdürelim, sadece yamaçlardan yükselen sanata değer verelim. Doğrusu bu hususta sizin az oluşunuz, tek başınıza kalışınız da gerçek. Fakat bu iyilik yolunun kötülükle yargılaşmak, kozunu paylaşmak olduğunu hiçbir zaman unutmasak, dedi.

      Bu husus ikisinin de buluştuğu, kesiştiği nokta olmuştu. Janbota ve Aznabay’ın iç darlığını türküyle kavuran Birjan, daha önce bu hedef doğrultusunda kendisinin bir hareketini ortaya koymuş gibiydi. Örtülü konuşmalar gelip bu noktaya dayanmış, ilhamlı iki yürek anlaşmış, birazcık huzura kavuşmuştu.

      Geç yatan konuklar öğleye doğru kalktı, yemek yedikten sonra çabucak yola revan olmak istedi.

      Atlar eyerleneli bir hayli zaman geçmişti.

      Nihayet Abay’ın öncülüğündeki bütün dostları kadınlı erkekli dışarı çıkıp abdal ozanları at bindirirken Birjan, genç türkücülere son bir ağabeylik dileğini ifade etti:

      – Emir! Sen ses verip başlasan, Aygerim ve Ümitey de katılsa, şu “Yirmi Beş’i” bir daha söyleseniz ya! Sizinle vedalaşmamız bu olsun, olur mu asil kardeşlerim, dedi…

      Ayrıksı bir istek! Ama Birjan’ın cibilliyetine uygun, nazlı bir istek…

      Abay makul buldu, onu anlıyordu. Gençler de tereddüt etmedi, hep birlikte güzelce söyleyiverdi. Onlar bir kuplesini söyleyinceye kadar gözlerini yuman, dudaklarının ucuyla azıcık tebessüm eden ve uyurmuş gibi dinleyen Birjan türkü bittikten sonra atının üzengilerine basarak ayağa kalktı “şimdi bir an duraklasanıza” der gibi elini hafifçe kaldırdı. Türkü söyleyen gençlerin önünde eğilirken kenarları kunduz kürkünden, tepesi yeşil kadifeden dikilen kalpağını alnından geriye doğru hafifçe iteleyerek onları selamladı. Sonra kendisi bir türkü söyledi. Bu yaz hiç söylemediği bir türküydü bu. Ülkülü, hüzünlü, şahane türkünün nakaratı hakikat perdesini aralamıştı:

      “Hey! Delikanlım, aman!

      Geçti efendim zaman,

      Hoşça kal! Aman ha aman”

      deyip bir gülüverdi, yüzü kireç gibi bozarıverdi. Galeyana gelen Birjan atının başını uzun seyahate doğru döndürüverdi.

      Ardından bakarken öylece şaşkınlıkla donup kalan Abaylar için türküsünü kesmemiş, söyleye söyleye uzaklaşıvermişti. Bunun sebebini herkesten önce anlayan Abay idi:

      – Bu yeni bir türkü! İlham tam burada geldi. Bizimle vedalaşma türküsü yahu! Hakiki ilham örneği, demiş ve ilgiyle dinlemeye devam etmişti.

      Abay’ın sözlerinden yeni bir türkünün dünyaya geldiğini anlayan Emir germede bağlı duran atlara doğru koştu, sıçrayarak eyerli atlardan birine bindi.

      – Öğreneceğim! Unutulması vebal olur, dedi ve atını mahmuzladı. Kısa süre içinde konuklarının peşinden yetişti, yanlarına gelince atını yavaşlattı ve onlarla birlikte gitti.

      Birjan, bu türküsünü kesmeden söyleyerek, uçsuz bucaksız bozkırın semasında yüzdürerek gitti.

      Abay’la birlikte uğurlamaya çıkan topluluk uzaklaşarak gitmekte olan Birjan’ın türküsünü dinlemeye devam ediyordu… Uzun süre öylece beklediler. Türkü uzun sürdü ve bir an bile kesilmedi…

      “…

      Hey! Delikanlım, aman!

      Geçti efendim zaman,

      Hoşça kal! Aman ha aman!

      …”

      Konuk yolcular uzaklaşarak gidiyor, uzaktaki yeşil yamaca doğru ilerliyordu. Aygerim ve Ümiteyler son nakaratı hâlâ işitebiliyordu. Erbol sevinçle:

      – Ne muazzam bir ses! Kuzuların yaylağına yetti, daha hâlâ işitiliyor, dedi.

      Konuklar türküyü kesmeden biraz daha ilerledikten sonra tepeyi aştı…

      Emir o yamacın beri tarafında vedalaşmış, geri dönüyordu. O gelinceye kadar Abaylar durdukları yerden ayrılmadı.

      Emir türküyü ezberlemiş olarak geldi. Yaklaşırken “Hey! Delikanlım, aman” dedi, az önceki nakaratı değiştirmeden tam olarak öğrendiği belliydi. Ümitey:

      – Türkünün adı ne acaba, diye sordu. Emir beklemediği bu soru karşısında şaşkınlığa düştü:

      – Hay gidi! Hay Allah! Adını sormadım yahu, dedi.

      – Onun adını az önce Erbol söylemedi mi? “Kuzuların yaylağına yetti, daha hâlâ işitiliyor” dedi ya. Birjan da bir ad koymamıştır daha. Bu türkünün adı “Kuzuların yaylağı” olsun, dedi. Abay eve doğru yöneldi.

      Baybişe Künke tam o anda kırmızı boyalı bastonuyla onların yanına gelmişti. Başta Abay olmak üzere bütün gençler ona döndü, saygılarını göstererek hâl hatır sordu. Aygerim büyük bir hürmet göstermiş, ellerini çaprazlama döşüne götürüp rükûa eğilir gibi önünde eğilirken “selam verdik24demişti. Fakat Künke diğer gençlere bakmamış, gözünü Abay’a dikmişti:

      – Ay Abay, ay yakışıklım, bu yaptığın ne? Kime örnek oluyorsun? Bizim obadan böyle konuk uğurlandığını ne zaman gördün? Böyle üstüne basa basa neyi besliyorsun, neyi yüceltiyorsun? Bu gamsızlığını şu delişmen Emir’e vermen yetti. Senin için “önünde örnek olur” diye ümitlenişim nerede kaldı, dedi.

      Abay hiddetlenir gibi olsa da kendisini durdurdu:

      – Ay ana! Aklınız fikriniz obanın sükûneti, halkın sessizliği yahu. “Bana yakışan bu” diyorsunuz. Böyle sükûnet, böyle sessizlik bulunur da, böyle bestekâr bulunmaz bir daha yahu, dedi ve zoraki gülümsedi. Gençlere doğru döndü. Erbol ve Emir de onunla beraber gülümsediler ve birbiriyle yarışırcasına peş peşe:

      – Yakışanı bulunur, bestekârı bulunmaz, deyiştiler.

      Künke memnuniyetsizce