Muhtar Auezov

Abay Yolu 2. Cilt


Скачать книгу

sahibesinin türküsü, eğlenceyi bitirecek olan yemek öncesindeki son gayda gibi olmuştu.

      Yemek hazırdı. Kapı tarafı yemeğin hazır olduğu haberini alınca dışarı çıkmaya başladı, kalabalık seyreldi. Bu bağlamda hava alıp gelmek için konuklar da kapıya yöneldi. Aygerim de ayağa kalktı, kımız kaplarını toplamak ister gibi bir izlenim verdi.

      Tam o anda, karşı yönden gelip kapıdan çıkmakta olan konukları sıkıştırarak içeri giren Kaliyka Abay’ın yanına yaklaştı:

      – Telğara! Canım, annen seni çağırıyor, dedi.

      Abay Emir’e, Ospan’a ve Aygerim’e baktı:

      – Gecikecek olursam beni beklemeyin! Konuklara yemek ikram edin, dedi ve çıkıp gitti…

2

      Büyük evde sadece Uljan, Ayğız ve Dilda vardı. Üçünün birlikte çağırttığını anladı…

      Tülbendinin altından görünen şakak saçları akpak olan Uljan eskisi gibi yapılı olsa da bugünlerde yaşlılığa yenilmiş gibiydi. Yüzü sararmaya başlamıştı. Alnındaki kırışıklıklar belirginleşip genişlemekle kalmamış, derinleşmeye yüz tutmuştu.

      Abay annesinin son yıllarda hayattan yorulduğunu özellikle onun duluklarına yerleşen iki dizi derin kırışıklıktan anlıyor, onları izleyerek yaşıyordu. Bu iki derin çizgi, apaçık vehim çizgisi, dert hararetiydi.

      O kırışıklık çizgileri özellikle şimdi apaçık belirginleşmişti. Şu gençlerin oyun eğlence otağından gelen Abay’a kederli düşünceli ananın soğuk yüzünü gösterir gibiydi. Anasının sessiz yüzü bile Abay’a bir şeyler için “suçlusun, kınayacağım” der gibiydi.

      Abay’ın gönlüne korkuyla karışık üzüntü düştü ve kendisine yönelecek olan hükmü bekledi. Fakat anasının alışık olduğu şefkatli yüzü dış görünüşünden belli olmasa da içindeki öz duruşunu değiştirmemişti… Bu, konuşmaya başlayınca söylediği ilk sözlerle kendini göstermişti.

      Uljan aheste bir biçimde “Abaycan” diyerek söze başlamış ve yüzünü oğluna dönmüştü:

      – Düşünce de çok vehim de çok düşünürsen, düşünce de yok vehim de yok oynayıversen! Sen bunu düşündün mü evladım, dedi.

      Abay bunun arkasında nasıl bir öfke olduğunu anladı ve annesinin içindeki duygu ve düşüncelerini çabucak söylemesini ister gibi kısa cevap verdi:

      – Öyle tabii ana, dedi. Bütün vücuduyla annesine döndü, devamını sorar gibi sessizce ve boş gözlerle annesine baktı. Uljan:

      – Yaşlı baban sefere çıkalı nice zaman geçti… Hiç haber yok. Günler sessiz sedasız. Yürek şişti. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu, dedi ve bir süre konuşmadan bekledi.

      Ayğız konuşmanın böyle başlamasına dayanamadı, memnuniyetsizce araya girdi:

      – Biz söylemesek sana kim söyleyecek? Bir yol değil, bir gün değil! Şu karışık yaz boyunca mest olarak gezmen de neyin nesi? Böyle yapılacak gün müydü? Sen ne düşünüyorsun ki, dedi.

      Abay “bütün sözler söylensin” der gibiydi, sessizce bekledi. Dilda, iki ananın öfkeli sözlerini sırtlayarak söze girdi. Sesi sertti. Görünüşü sakin gibi olmakla birlikte çok hiddetliydi. Alay edip laf çarparak:

      – Ne düşüncesi olacaktı ki? Yâri yanında ya, bir şey düşünerek mi yaşıyor sanki! Aşığı, büyücüsü türkücü olunca “yaranayım” diye canını dişine takıyor, dedi. Sinirinden ağlıyor, gözyaşlarını engelleyemiyordu.

      Böylesi sert sözleri durdurmayan Uljan bir suçlamada daha bulundu:

      – Obamızdaki konuk sadece bestekâr müzisyenler, kızlar gelinler değil. Gelinim Dilda’nın annesi de geldi. O da senin annen evladım! Ona da ilgi, güler yüz göstermedin. Yakın hısmını ağırlayan baban burada olsaydı neyse! Onun görmek için geldiği ben değilim yahu. “Bir görüp döneyim, ecel varsa ölüm de var, duamı edip de gideyim” dediği sensin. Bunu da düşünmüyorsun. Eve uğramıyorsun. Kimden çekiniyorsun, nereye gidiyorsun, dedi.

      Gözyaşlarını tutamayan Dilda o sırada kızıl kıyameti kopardı.

      – Kemik torbası fakirin kızı kapımdan ötesini görmeye layık mıydı? Bak işte şimdi sevincini saklamıyor, künde künde şarkısını söylüyor, tepemizde oynuyor. Fakirin kurnaz kızını kudurtup… derken Abay boğazına takılan bir şeyi temizler gibi öksürdü, tavrı birdenbire değişti ve kırgınlıkla Dilda’ya baktı.

      Oradaki ev güneşli ve şuleli hayatın ilkbaharı; Nisan idi. Bu ev ise kıtlık yaşanan yılın gri boz bulutlu, karayelli sonbaharı; Kasım gibiydi.

      Abay Dilda’nın sözünü kesti ve kırgınlıkla aşağılayıverdi:

      – Yeter Dilda! Tilenşi gibi bir atadan seni sağır kılarak töreten ben değilim. Suya götürüp susuz getiren, yemeğe çağırıp aç gönderen ben miyim sanıyorsun, dedi. Ondan sonra hem ona hem de analarına cevap olsun diye “konuğum Birjan. O, Tobıktı soyunun bugüne kadar görmediği büyük bir sanatkâr. Halkın gençlerini bir araya getirerek dinleten, bunun için adam toplayan da sadece ben değilim. Birjan’ı gören doyamıyor, görmeyen hayalini kuruyor… Siz akıllı olsanız onu da dinlesinler diye Akılbay, Abiş, Mağaş gibi evlatlarınızın hepsini gönderir, dinletirsiniz, dedi. Dilda eskisinden de büyük bir kızgınlıkla:

      – Babaları diriyken yetim kalan evlatlarım kimsenin kapısına gitmeyecek… Ne yani, büyücü kadının eşiğinde dikilip içeriyi gözetlemekten başka görmedikleri mi kaldı, dedi ve hüngür hüngür ağlayarak evden dışarı fırladı…

      Abay Dilda çıktıktan sonra da anneleriyle anlaşamadı. Pek çok suçlamada bulunan annelerinin anlatmaya çalıştığı şey “hiç değilse eğlencesini Dilda’nın evinde kursaydı, bu daha uygun olurdu” iddiasıydı.

      Hatta Ayğız açık seçik söyledi:

      – Aygerim haddini aşmasın, sana destek oluyorsa ne yapayım? Nerede oturacağını, nerede duracağını bilmiyor mu? Evine baksın. Biz bu hâldeyken şarkı söylemesi, ayaklarının altına alıp üstümüzde tepinmesi gibi dokunuyor bize. Sesi çıkmasın bundan böyle, dedi.

      Bu; bir buyruk ve sert bir yasaktı.

      Abay Aygerim’e acıdı. Onu böylesi adaletsizliklerden ve gaddarlıklardan korumak istese de sesini çıkarmadı. Annelerinin buyruğu söylenmişti. Söyleten de Dilda idi. Bu karar onun eğreti ve dik kafalı katılığının yansımasıydı… Abay bu kanaate varınca Dilda’ya büyük bir kırgınlık hissetti, alabildiğine memnuniyetsizleşti, içine kapandı. Annelerinin bundan sonraki sözlerini hiçbir şey söylemeden dinledi ve çıkıp gitti…

      Abay otağlara doğru giderken Ayğız’ın evinden çıkan amcası Maybasar arkasından seslenerek yanına çağırdı.

      Sakalına kır düşmüş olsa da Maybasar hâlâ eskisi gibi kızıl kahverengi yüzlü ve canlı kanlı idi. Son dönemde etlenmiş, dış görünüşü ağırbaşlı ve sert bir hâl almıştı. Yanına gelen Abay’ı büyük ev tarafından uzakça bir yere götürerek oturttu. Soğuk bir yüzle:

      – Abay, beni şu Tüsip’in baybişesi, konuğumuz olan kaynanan görevlendirdi. Özellikle “sen söyle” dedi. Bana söyletiyor, anladın mı, dedi. “Kiminle konuştuğunu anla” der gibi gözlerini dikti. Abay Maybasar’ın görkemli duruşuyla alay eder gibi dik dik baktı ve aşağılayarak gülüverdi.

      Maybasar bunu önemsemedi, kaşlarını