Veyis Güngör

Siyasi Katılım


Скачать книгу

taraftan önümüzdeki zorlu sürecin, Türkiye-AB ilişkilerinin başlangıcını haber veriyordu. Velhasıl, Amsterdam sevgili Yavuz Nufel’in yazdığı kitabın tanıtım vesilesiyle tarihî bir toplantıya ve tarihî bir konuşmaya şahit oldu.

Mart 2005

      Türkiye-AB İlişkileri ve Sivil Toplum Kuruluşları ve Ortak Çalışma –Hollanda Örneği- (1)

      Sayın bakan, vali, belediye başkanı, sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve basın mensupları; sözlerime, 2004 yılına bazı atıflar yaparak başlamak istiyorum. Eğer 2004 yılı, daha doğrusu 17 Aralık 2004 tarihi Türkiye ve Avrupa Birliği için tarihi bir kararsa, ki ben de o tarihte verilen kararı “tarihi bir karar” olarak görenlerdenim, o zaman gerçekten 2004 yılı bizim için, ülkemiz ve insanlarımız için tarihi bir karar olmuştur. Aynı zamanda tarihi bir dönemeç olmuştur. Buradan hareketle, Avrupa’da hayatını sürdüren bir Türk vatandaşı olarak 2004 yılını yakından izleme imkanı buldum. Olayları ve gelişmeleri sıcağı sıcağına takip ettim. Şunu çok açık bir şekilde söyleyebilirim. 2004 yılında Türkiye, Avrupa basınında son çeyrek yüzyılın en çok ve en geniş yer verilen bir haber ve tartışma konusuydu. Bazen günlük gazetelerde Türkiye ve Türkler hakkında çıkan yazıları bir günde okuyamıyorduk. O hale gelmiştik ki bizimle ilgili haberleri okumaya yetişemiyorduk. Kaldı ki bazılarına cevaplar yazalım. Özellikle başbakan Erdoğan ve beraberindeki ekibin her hangi bir Avrupa ülkesine yaptıkları seyahat sonrası, tüm basın dikkatleri bu noktaya çekiyordu. Yıl boyu verilen diplomasi mücadelesi, ikili ilişkiler, organizasyonlar elbette ilk önce Batılı politikacıların ve yönetici kesimin Türkiye hakkındaki düşüncelerini olumlu yönde etkiliyordu. Karar vericiler, her ne kadar arkalarındaki kitlelerin duruşlarını hesap etseler de, 17 Aralık 2004 tarihinde tarihi bir karar vereceklerinin mutlaka bilincindeydiler. Ve sonuçta, uzun ve çetin pazarlıklardan sonra Türkiye ile müzakereler için bir tarih tespit edildi. Tam bu tarihi karar sonrası Hollanda gazeteleri, o zaman AB dönem başkanı da, Hollanda başbakanı Balkenende için “Balkenende Az Kalsın Ege Denizinde Boğuluyordu” diye başlık atmışlardı.

      Ancak her şey rağmen karar alınmıştı. Artık Türkiye ve bizim için zorlu bir on yıl dönemi başlamıştı. Elbette bu işin bir tarafıydı. Yani resmi tarafı. Hükümetler arası, devletler arası bir ilişki, bir pazarlık ve bir karardı bu karar.

      Bu işin bir de sivil tarafı vardı. 2004 yılında resmi gelişmeler yanı sıra sivil girişimlerde yapıldı. Hem Türk tarafı hem Batılı sivil toplum örgütleri Türkiye-AB ilişkileri sürecinde, özellikle 2004 yılında aktif oldular. Bazı Türk STK’lar, mesela TÜSİAD, Brüksel’de büro açtı, gelişmeleri çok yakından takip etti.

      Diğer taraftan onlarca Batılı, Hollanda sivil toplum örgütü düzenledikleri seminer, sempozyum panel ve yaptıkları araştırmalarla Türkiye-AB ilişkiler sürecine kendilerince katkıda bulundular. Avrupa ülkelerinde yerleşik hayata geçen Türklerin kurmuş oldukları sivil toplum örgütleri de bu yönde etkinlikler yaptılar. Bunlardan bir tanesi Amsterdam Türkevi Araştırmalar Merkezi idi (merkezin geçen yıl Hollanda’da gerçekleştirdiği araştırmadan birazdan örnekler sunacağım).

      Kısacası bir taraftan resmi girişimler diğer taraftan sivil girişimlerle geçtiğimiz yıl, oldukça önemli bir yol alındı Türkiye-AB ilişkilerinde. Ancak tüm bunlara rağmen, karar öncesi Batılı ülkelerin halkları arasında yapılan araştırmalarda Türkiye’nin AB’ye alınmasına karşı çıkan önemli bir kesim olduğu da ortaya çıktı. Her ne kadar bu insanların Türkiye ve Türkler hakkına ikna edilmeleri o ülkelerin siyasilerinin sorunu olarak görülse de, bu konuda, sivil girişimlerin de bir o kadar üzerine görev düştüğü kanaatindeyim. Buradan hareketle bugün burada düzenlenen bu toplantının dahi bu sürece kendi çapında katkıda bulunacağına inanmaktayım. Nasıl katkıda bulunabilir sorusuna geçmeden önce, Avrupa’da özelde Hollanda’da ileride birlikte çalışılacak Sivil toplum kuruluşlarını temsil eden kitlelerin genel anlamda Türkiye-AB ilişkileri hakkında neler düşündüklerine kısaca bir göz atmak istiyorum.

      Türkiye’nin AB’ye üye olmasına karşı olanların bazı iddiaları şöyleydi: – Türkiye tarihi açıdan bir Avrupa ülkesi değil. Osmanlı İmparatorluğu tarih boyunca Avrupa ile çatışma içinde oldu, dolayısıyla Türkiye kültürel ve dini olarak Avrupalı değil, – Türkiye üye olduğu takdirde, AB’nin sınırları İran, Irak ve Suriye’ye dayanacak. O zaman Rusya, İsrail veya Fas ne olacak? – Türkiye üye olursa, serbest dolaşım hakkına kavuşan milyonlarca insan Avrupa’ya göç eder, Türk işçileri Avrupa’yı istila eder.

      Türkiye’nin AB’ye girmesini isteyenlerin düşünceleri ise şöyle şöyleydi: – Türkiye’nin Müslüman kimliği AB’ye girmesine engel gösterilemez. AB kriterlerine uyan ve belirli coğrafyada yer alan her ülke girebilir. Avrupalılık kültürünü veya Avrupa Birliğini tanımlayan ortak değerler: Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, kişisel haklar ve özgürlükler, pazar ekonomisi gibi değerlerdir. – Türkiye’nin AB üyeliği Türkiye için hayırlıdır. Zira özellikle son hükümet demokratikleşme sürecine katkıda bulunacak ve reform denebilecek yenilikler ve yasalar çıkarttı. Türkiye’nin AB’ye alınmaması bütün bunların bitmesine sebep olur. -Türkiye’nin AB’ye alınması AB ülkelerinde yaşayan Türkler için olumlu bir karardır. Türklerin pozisyonlarının düzelmesi anlamına gelir.

      Evet yukarıda yer alan birbirinden farklı iki görüş, Avrupa halklarının görüşüdür. İddiaları tek tek ele alarak yorumlamamız gerekmez. Bize göre Türk insanı Batılıların çoğunluğu tarafından yanlış tanınmakta ve halklarda önyargılarla dolu bir değerlendirme hakimdir.

      Buradan hareketle biz Sivil Toplum Kuruluşları temsilcileri, yani halkı temsil eden kurumların yetkilileri Türkiye AB ilişkilerinde elbette yukarıda yer alan görüşleri göz önüne alarak yaklaşacağız. Ancak hareket noktamız mutlaka Avrupalılık kültürünün ne olduğu yönünde olmalıdır. Yani Avrupalılığı tanımlayan ortak değerler olmalıdır. Bu değerler biraz öncede ifade edildiği gibi: – demokrasi, – insan hakları, – hukukun üstünlüğü, – kişisel haklar ve özgürlükler, – pazar ekonomisi gibi değerlerdir.

      Saydığımız bu değerler ve daha ilerisini, tarih içerisinde çeşitli Avrupa ve Asya toplumlarıyla yüzyıllarca birlikte yaşamış olan bir ülke olarak Türkiye, tarihi ve sosyal mirası da göz önüne alındığında Avrupa’nın oluşturmak istediği çok kültürlü Avrupa kimliği için başarılı bir örnek olduğu gibi, Avrupa kimliğini zenginleştirecek özellikler barındırmaktadır.

      Bizim için Türkiye-AB projesi bazılarının sözünü ettiği gibi bir “Medeniyetler Çatışması” değil aksine Türkiye-AB projesi bir “Medeniyetler Buluşması” projesidir.

Mart 2005

      Türkiye-AB İlişkilerinde Sivil Toplum Kuruluşları ve Ortak Çalışma –Hollanda Örneği- (2)

      Evet, bizim için Türkiye-AB projesi bazılarının sözünü ettiği gibi bir “Medeniyetler Çatışması” değil aksine Türkiye-AB projesi bir “Medeniyetler Buluşması” projesidir.

      Bu görüşümüzü henüz 17 Aralık 2004 tarihinde karar almadan şöyle açıklamıştık:

      “…Avrupa Türkleri, kurmuş oldukları dernek, vakıf, sivil toplum kuruluşlarıyla ve medya organları ile Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin onurlu ve eşit bir üyesi olması yolunda Türkiye için çok önemli bir fırsattır. Avrupa Türkleri; Türkiye-AB ilişkilerinin ‘sivil boyut’unu oluşturabilir. Bu sivil boyut, ekonomik işbirliği, bilgi birliği, kültürel ve sosyal çalışmalarda da mobilize edilebilir.

      Avrupa Türklerinin büyük çoğunluğu, içinde bulundukları