Sabir Şahtahtı

Yosun Kokusu


Скачать книгу

Şimdi o da benim gözümde şüpheliydi…

      Gerçekten de Moskova ve diğer Slav ülkeleri artık bizim için çok tehlikeliydi. Bunu ilk günden beri hissediyordum. Hele gastronomdaki kadının yüzüme söylediği sözler yüzünden biliyordum ki her an nahoş bir olay yaşanabilir.

      Ayaklarını, ellerini, gözlerini veya bedeninin bir bölümünü Afganistan’ın dağlarında bırakan çok sayıda insan vardı. Bunların ailesi veya komşularından Afganlılara sempati ile bakmalarını beklemek saflık olurdu. Çünkü kimin Necibullah, kimin Nur Muhammed Terakki, kimin Hafizulla Emin taraftarı olduğunu kimse bilemezdi, üstelik bu Moskova’daki vücudunun parçalarını kaybetmiş insanları ilgilendirmezdi. Onlar için sadece bir Afganlıydık. Bana eğitimimi tamamlamam için üç şehir teklif ettiler: Bakü, Semerkant, Duşenbe…

      Ağa’m Sovyetlere karşı çarpışıp esir düşen mücahid askerlerden birkaçını rüşvetle kurtarmıştı. Onlardan birisi Azerbaycanlıydı. Bana göre herkes Ağa’mın bu yaptığını biliyor ve ona minnet duyuyordu. Bu nedenle beni hürmetle karşılayacaklarını düşünüyordum. Azerbaycan’daki herkesin kendi derdi olduğunu bilmiyordum.

      Romanya’da meydana gelen olayları gördükten sonra Moskova’daki hayatım bana çok güvenli geliyordu. Buradaki eğlenceli ve rahat hayattan ayrılmak istemiyordum. Ancak KGB’den öyle korkmuştum ki bir an önce Efsane’den bile uzaklaşmak istiyordum. Belki bugün erkendi ama yarın çok geç olabilirdi. Sara’nın sineme çektiğin dağın zirvesine çıkmış, orada çaresiz kalmıştım. O zirveden geleceğime bakarken başım dumanlanıyordu. Güzel hiç bir şey görünmüyordu. Ne oradan aşağıya inebiliyordum ne de oradaki sıcağa, soğuğa dayanabiliyordum. Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de asıl adını bilmediğim Molla Haşim’i gördükten sonra Esfane’nin de hayatıma sokulmuş bir casus olduğunu düşünüyordum. Bu nedenle ondan uzak durmak istiyordum!

      Andrey Andreyiç’le vedalaşıp sessizce Moskova’yı terk edecektim. Telefonla onu aradığımda sanki bunu bekliyordu. Beni evine yemeğe davet etti. Elimde iki aylık erzak kuponum kalmıştı. Onları alarak gastronoma doğru yürüdüm. Oradan alacağım erzağı hocanın evine götürecektim. Gastronoma vardığımda karanlık düşmek üzereydi. Yüz metrekarelik dükkanda benden başka 6–7 müşteri vardı. Raflar genellikle boştu. Herkesin ümidi elindeki kupondaydı. Soğutucuların çoğunun içinin boş olması nedeniyle kapıları açık bırakılmış, çalıştırılmıyordu. Satıcı kız beni tanıyordu. Ona rüşvet vereceğimi biliyordu. Hemen tezgahın başına giderek kuponlarımı tezgahtara uzattım. Kuponla alacağım eti ve yağı sardı. Sonra rafların altından iki şişe votka çıkardı. Aldıklarımın fiyatını ikiye katlayıp faturayı bana uzattı. Tabiki itiraz etmeden parasını verdim.

      Tezgahtar hesabını yaptıktan sonra aldıklarımı sarı kağıtla aceleyle paketledi. Kızın telaşını kapı gıcırtısını duyup geriye baktığımda anladım: Birkaç ay önce gördüğüm kadın, sakat oğlunun arabasını iterek içeriye girmişti. Bir an korkmaya başladım. Kadının yüzü daha da buruşmuştu ama yüzünde bir sakinlik vardı. Sakat arabası boştu. Kadın onun üstüne bir çanta koymuş alışverişini taşımakta kullanıyordu. Arabaya dayanarak onu baston gibi kullandığını anladım. Arabanın sırt dayanacak yerine oğlunun madalyalarını asmıştı. Tezgahtar, kadının bana kızdığını hatırlamıştı. Yavaşça “Oğlu öldü!” diyerek bir an önce benim eşyalarımı paketleyip torbaya yerleştirmeye çalışıyordu.

      Kadın engelli arabasını iterek sıraya baktı ve farkına varmadan ileri doğru yürüdü. Bir yandan rafların boş olduğunu görünce derin bir “of” çekti. Ben paketimi alıp geri çekilince tezgahtara:

      –Yarın arkadaşlarımla beraber mezarlığa Geroy’un yanına gideceğiz. Ne olur bana yarım litrelik bir votka ver!

      Tezgahtar:

      –Üzgünüm az önce bitirdim. Hiç votkam kalmadı. İstersen diğer gastronoma bir bakın.

      Kadın:

      –Rica ediyorum, bana bir şişe bulun çok önemli. Hem ben oraya kadar yürüyemem ki!

      Tezgahtar kız yemin ederek elinde kalmadığını söyledi.

      Ben tezgahtan biraz uzaklaşmıştım ama kulağım onların konuşmasındaydı. Bu fırsatı kaçıramazdım. Hemen torbamdaki şişelerden birini ayırıp kadının şaşkın bakışları arasında engelli arabasının üstüne bıraktım. Kadının yüzü hafifçe kızardı. Ne diyeceğini bilemedi. Ben hafifçe gülümsedim, sonra dişlerimin ağardığını ve kadının buna kızacağını düşünerek hemen dudaklarımı kapadım. Başımla selam vererek kapıya doğru yöneldim. Kapıya vardığımda arkamdan “Teşekkür ederim!” sözlerini duydum. O an Geroyun durumu gözlerimin önüne geldi. İki bacağını ve bir kolunu Afganistan’da bırakan acaba kaç tane Geroy vardı? Elimde olmadan Geroyun ruhuna bir Fatiha okudum.

      Andrey Andreyeviç, küçük evinde benim için veda sofrası kurmuştu. O güne kadar onun evli olmadığını bilmiyordum. İlmin zirvesini fetheden bu akıllı insanın, özel hayatında mutsuzluğun girdabında olduğunu o gün öğrendim. Sovyet vatandaşları için kolaylıkla bulunmayan inek ve tavuk konserveleri masadaydı. Onları tek tek açıyor sonra kadeh tokuşturuyorduk. Sanırım domuz etinin Müslümanlar için haram olduğunu bildiğinden domuz eti masaya konmamıştı. Anlaşılan beni günahların birisinden korurken, diğerinin içinde yüzdürüyordu.

      Hocam epeyce içtikten sonra ağlamaya başladı. Aslında ikimiz de ağlıyorduk ama benim gözyaşlarım içime akıyordu. Hem, ağlasaydım bile, hocam bunun farkında değildi. İçime dolan bu acının bir sel gibi beni boğduğunu hissetmeye başladım. Bakü’ye gitmek için hazırlandığım bugünlerde kalbim üç yol ayrımında ezilip inliyordu. Hayatıma giren üç kadından hayali olarak bir görüntü yaratmıştım. Son zamanlarda zihnimi en çok Kumru meşgul ediyordu. Ağa’ma yakın görünme isteğim, bana Kumru’yu düşündürüyordu. Bu soru gece gündüz hep içimdeydi. Hocamla kadeh tokuşturduğum bu anda işte bu soru içimi sıkıyordu.

      Hoca, sigara paketinden birini kendisi aldı ve paketi bana uzattı. Ben de bir tane alınca, sigaralarımızı içmek üzere ikinci katta bulunan evin balkonuna çıktık. Evin hemen altından geçen küçük yaya yolu parka doğru gidiyordu. Sigaralarımızı daha yeni yakmıştık ki aşağıdan gülme sesleri geldi. Aşağıya bakınca bir genç kızla bir delikanlı gördüm. Kız gülerek hafifçe erkek arkadaşından aralandı. Erkek, kızı öpmek isteyince kız gülerek yeniden uzağa kaçtı. Moskova’da normal karşılanan bu durumu görünce Sara ile Kumru aklıma geldi. Onların da böyle neşeli günler geçirmeye hakları yok muydu? Bu hakkı onlara Allah vermişti. Aşağıdaki gençler gibi neşeli bir şekilde yanımda olsalardı, Andreyeviç’in derdinden kendime çıkardığım yükü omuzlarımdan alırlardı.

      Hocamın sarhoşluğu arttıkça, ağlaması da artıyordu. Sonunda onu yatak odasına sürükleyerek götürüp, odanın ortasındaki iki kişilik karyolasına zorlukla uzattım. Andreyeviç, bir şeyler sayıklıyordu. Penceresinin perdesini kapatıp, son kez karyolada uyuyan hocama bakıp, veda ettim. Evin ışıklarını söndürüp evin kapısını kapattığımda saat 12’yi gösteriyordu. Öğrenci yurduna varıncaya kadar içimden kötü kötü düşünceler akıp geçti. Büyük heyecan ve merakla ayak bastığım bu masallar aleminden acı ve üzüntü ile ayrılıyordum. Elveda Moskova!…

      KIRMIZI RÜZGAR

      Bakü’ye TU–154 yolcu uçağı ile uçaçaktım. Kaç gündür yaşadığım fiziki ve manevi yorgunluğun bedenimde ve zihnimde yarattığı baskı ile ayaklarımı neredeyse sürükleyerek uçaktaki yerime oturdum. İçeri giren ilk yolculardandım. Yerime oturur oturmaz gözlerimi kapadım ve uçağın iniş anonsu ile gözlerimi