Sabir Şahtahtı

Yosun Kokusu


Скачать книгу

dikkatle dinleyerek anlamaya çalışıyordum. İlmin derinliklerini hissetmeye başlamıştım. Afganistan’ın kurtuluşunun sadece silahlarla olamayacağını şimdi daha iyi anlıyordum. İlimi bilen ve geliştiren gençler, ileride Afganistan’ın kurtuluşunda etkili olacaklardı.

      Evet, ben Afganistan’ın uçsuz–bucaksız dağlarında, kum çöllerinde yeşillik yaratabilirdim. Bir an vatanımın her tarafını yemyeşil olarak hayal ettim: Her taraf yeşillikler içindeydi, sayısız göl ve şelaleler yapmıştım. Sara, hep yanımdaydı ve bütün bu güzellikler onun yeşil gözlerinden almıştı rengini. Onun yeşil gözleri benim de hayat yolumu ışıklandırıyordu. Hayalimde canlandırıp, ruhumu rahatlattığım bu ışık sadece benimdi.

***

      Yatakhaneye giriş–çıkış işini hallettikten sonra eğlence meselesini de hallettim. Burada Afganistan’dan farklı olarak ne anaşa18 vardı ne de nargile. Restoranlarda ve barlarda genellikle votka, kanyak ve bira gibi içkiler satılırdı. Gorbaçov19 yönetimi, iş saatleri içerisinde alkollü içecekleri yasak etmişti ama istediğin içkiyi istediğin saatte bulmak mümkündü; Sadece ödenecek fiyat aralığı genişliyordu.

      Uzun boyumun, düzgün yürümemin, arkaya taradığım parlak saçlarımın, beni her zaman çekici yaptığını biliyordum. Kıvırcık saçlarım, jölenin ışıltısı ile esmer yüzüme ayrı bir güzellik veriyordu. Günlük traş oluyordum. Sovyet fabrikalarında dikilen kalitesiz elbiseler yerine Amerikan malı pantolon ve her gün değiştirdiğim gömlekler beni farklı yapıyordu. Sokakta yürürken karnımı içeri çekerek, göğsümü ileri doğru veriyordum. Hatta bu alışkanlığım evde bile devam ediyordu. Bu halime Moskova kızlarını ayartmak zor değildi.

      Size Moskova’da ilk olarak tanıştığım ve bana güzel anlar yaşatan Oksana’dan söz edeyim: Adının anlamı bizde “efsane” idi. Onun için onu “Efsane” diye çağırmaya başladım. O ise tanıştığımız ilk günden beri bana kendi adımla değil, “Afgan” demeye başladı. Bu adla beni çağırmak onun için sadece kolay değildi, hem de onun sesiyle çok ahenkli oluyordu. Ben de bundan rahatsız olmadım. Bazen ismimim önüne “moy”20 ekleyerek beni çağırıyordu. Tatlı bir sesle “Moy Afgan!” diyince sanki adımı değil, bir şiiri seslendiriyordu. Bundan çok hoşlanıyordum. Bu kelime ile beni kendisine ait gösteriyordu: Afganım…

      Onu ilk olarak bir barda gördüm. Barmen, kıza baktığımı görünce baş parmağını havaya kaldırarak “çok iyi” işareti yaptı. Bu barda iyi para harcıyordum. Bu nedenle barmen benimle özel olarak ilgileniyordu. Barmenin bana olan ilgisini Oksana da fark etmiş beni gizlice dikizliyordu. Bir ara bakışlarımız çakıştı. Gülümseyerek başımla yanımdaki koltuğu işaret ettim. Hiç çekinmeden yerinden kalkıp yanıma geldi. Yürüyüşünde bir zerafet vardı. Çantasını yüksek bar taburesinin yanına asarak “Ben Oksana!” dedi.

      Tanışma faslı bitince sohbete başladık ama bar kalabalık olduğu için birbirimizi duymak için kulağına eğilmek zorunda kalıyordum. Eğilirken yüzüme değen saçları, yanaklarından tenime akan sıcaklık ve hoş kokusu beni büyülemişti. Dudakları o kadar biçimliydi ki utanmasam orada öpebilirdim.

      Efsane, orada bile melul bakışları ile bana teslim olduğunu belli etmişti. Konuşurken gülüyor, gülerken kafasını omuzlarıma bırakıyordu. İçim tuhaf olmuştu. Bu kız çok güzel ve bir o kadar da samimiydi. Birden aklıma babamın sözleri ve Sara geldi. Kızı etkilemek için ekstra bir şey yapmamıştım, kıza ümit vermemiştim. Beni beğenmişti. Ancak beni de çok etkilemişti.

      Hafif bir kız değildi, eğlenmeyi çok sevdiği her halinden belli oluyordu. Gerçi bu bara gelen herkes eğlenmeye geliyordu. Özellikle yabancı öğrencilerin en gözde mekanı burasıydı. Burası deyim yerindeyse süt gölü gibi bir şeydi. Ortalık kız kaynıyordu. Oksana ile tanışıncaya kadar birkaç kızla arkadaşlık yapmıştım. Beraber gecelemiştik. Bu yaptıklarımı Afganistan’da yapsaydım su yerine kan akardı. Çünkü bu tür arkadaşlıklar Afganistan’da asla affedilmeyecek namus meselesi sayılırdı.

      Efsane ile Sara’nın benzer taraflarını fark edince çok şaşırmıştım. Aralarında 7–8 yaş farkı vardı ama ikisine de aşıktım. Sadece Sara kapalıydı, onu istediğim zaman rahatça göremezdim. Her zaman Sara’ya hasret kalmıştım ama Efsane hep yanımdaydı. Onun da yeşil gözleri Sara gibiydi. Boynu kuğu gibi, dudakları etli, göğüsleri iri, her zaman kırmızı görünen yanakları onu çok çekici yapıyordu. Geniş yüzüne karşın ince burnu, dudakları ile çok uyumluydu. Saçları kısa kesildiği için boynu daha uzun görünüyordu. Gülünce ortaya çıkan dişleri sedef gibi beyazdı. Bana güneş ışığına dayanmayıp eriyen kar taneciklerini hatırlatıyordu. Bütün hareketlerinde bir zerafet vardı: Sanki yürürken ayaklarını yere basmıyordu.

      İlk günlerde Efsane’ye para, bana da ihtiraslarımı soğutacak biri lazım diye düşünüyordum. Sanki birbirimiz için yaratılmıştık. Kendisine bir şeyler alması için sürekli olarak ona para veriyordum. Önceleri her görüştüğümde 50 dolar, sonra 20 dolar en sonunda da 10 dolar vermeye başladım. İki ay sonra artık para vermedim. Ben durumun değişmeye başladığını düşünürken yanıldığımı anladım.

      Moskova’daki ilk doğum günümü beraber kutladık. Kutlama fikri Efsane’den gelmişti. Moskova’nın en pahalı restoranlarından “Praqa” restoranında organizasyon yapmıştı. Bütün bunları kendisi halletmiş parayı da kendisi ödemişti. Ayrıca bana Japon malı yanlarında dört düğmesi olan bir elektronik saat hediye etmişti. Bütün bunlar benim ona şimdiye kadar verdiğim paranın iki katından fazlaydı. Bu anlayışı ile beni gerçekten çok şaşırtmış, düşüncelerimden utandırmıştı.

      Doğum günümden sonra kendimi bir Afgan vahşisi gibi göstermeye başladım. Amacım onu kendimden uzaklaştırmaktı. Ona kaba davranmaya, hatta hafif de olsa fiziksel şiddete baş vurdum. Bir Afgan erkeği Moskovalı bir kıza kötü davranıp, kaba güç gösterisinde bulunuyordu. Meğerse onun aradığı da sert bir erkekmiş. Bu davranışlarım onu daha çok etkilemişti. Bana aşık olduğunu anladıkça babamın vasiyeti aklıma geliyordu. Bir de halen aşık olduğum Hazara kızı Sara vardı. Öbür tarafta ise annemin ve babamın beni evlendirmek istediği Kumru… Bu üç kızın arasından nasıl kurtulacaktım.

      Evet, ben şu anda Efsane’yi daha çok seviyordum. Bu aşk bilinçsizce bir şey değildi ama aklımın ve mantığımın kalbime hükmetmesiydi. Onu bir gün görmeyince kendimi kötü hissediyordum.

      Efsane, edebiyatı çok seviyordu. Benimle tanıştıktan sonra da günlük olarak benim kalbimden geçenleri okuyup değerlendiriyordu. Beni kızdıracak bir davranış içinde asla bulunmuyordu. Genellikle benim hoşlandığım konulardan sohbet açardı. Benim bıktığımı anladığı anda da konuşmayı bitirirdi.

      Tanıştıktan iki ay sonra beni evlerine davet etti. Bu daveti çok istemekle beraber biraz tereddütlüydüm. Efsane, bunu hemen anladı. Bakışları ile korktuğumu anlatmaya çalışarak:

      –Afganistan’ı düşünme, burada evlerde silah yoktur, dedi.

      İkimiz de gülmeye başladık. Benim rahatladığımı görünce şakasına devam etti:

      –Bizimkiler olsa olsa bıçak taşırlar. Kullanınca da erkeklerin cinsel organını tam kökünden kesiyorlar, diyerek kahkahalarla gülmeye başladı.

      Onun sözlerinde hem sitem hem şaka hem de gerçek vardı; Çünkü iki gün önce bir arkadaşımızın elini sarılmış olarak görüp, ne olduğunu sorduğumuzda, bir Rus’un eşi ile görüştüğünü ve bu nedenle Rus’un arkadaşımızı bıçakladığını