servis ediliyordu. Her sinide bol miktarda pilav, aile sayısına göre iki şiş kebap ve daha önceden hazırlanan bir çerez tabağı vardı. Yemek servisi başlayınca Ağa’m Dursun’u yanına çağırarak yavaş bir sesle:
–Yemek taşıyan hizmetçilere dikkat et, her tarafa dağıtılsın, dedi.
Sinilerdeki yemekler evlere dağıtılmaya başlandı. Ben Ağa’mın yanında duran kütüğün üstündeki yerimi beğenmiş, iyice yerleşmiştim. Birazdan Dursun, Ağa’mın yanına gelip elini kalbinin üstüne koyarak saygıyla eğildi:
–Ağa, yemekler kırk eve dağıtıldı. Herkes dualarla gönderilen yiyecekleri aldı. Bunlardan bazıları sizi ziyaret etmek istiyorlar.
Ağa’m başı ile onay verdi. Tesbihini şakırdatarak çekerken, nargilesinden bir nefes alıp, dumanını dışarı üfürdü.
Dursun’a doğru bakarak:
–Bizim sokakta unutulan kimse oldu mu?
–Sadece Meşedi Salman’ın kapısı kilitliydi. Oğullarının şehit haberi geldikten sonra karısını alarak gitmiş. Kapıya asılan kilit neredeyse paslanacak.
Ağa’m:
–Allah sabır versin. Ağır bir dertle karşılaştı zavallı, diyerek salavat çevirdi.
Az sonra Zübeyde, Ağa’mla beraber bana da çay getirdi. O zaman moda olan armut boğazlı çay bardağından bir yudum almıştım ki kapı çalındı. Gelen Nevid’in anası ile iki küçük kız çocuğuydu. Bu kızları sık sık mısır kavurması için çağırırdık. Nevid’in annesi bana hediye getirmişti. Gazeteye sarılmış hediyeyi masanın üstüne bırakarak yüzümden öptü. Sonra dua etmeye başladı ama benden ziyade Ağa’ma dua ediyordu. Böylece tebrikleşme başladı. Evimize kimse davet edilmediği için sadece evimizde olanlar ve hizmetliler beni tebrik ettiler.
Şekerkamışı tezgahı tıkırdayarak şekerkamışlarını ezip suyunu çıkardığı bir anda Dursun, hizmetçilerden birisi ile birlikte bir semaveri avluya getirdi. Ağa’m dikkatli bir şekilde semaverı inceledikten sonra:
–Bunun cehennemi9 rus mermisidir.10
Dursun, suçlu insanlar gibi boynunu büktü. Ağa’m kendisine baktığını görünce mecburen cevap vermek zorunda kaldı.
–Evet Ağa, bunu bir defa kaynatabilirsek, gece yarısına kadar devam eder. Pazardan bir günlüğüne kiraladık. Yarın geri vereceğiz.
–Cafer Usta yine bu işi mi yapıyor?
–Evet, iki–üç tane ücretli eleman tutmuş, onlar savaş alanlarından top ve tank mermilerini toplayarak ustaya getiriyorlarmış.
Ağa’m derinden bir “ah” çekti.
–Memleketi cehenneme çevirdiler, biz de semaver cehennemini ganimet biliyoruz.
O anda bahçe kapısı yeniden çaldı. Ağa’m “Buyurun!” deyince, komşumuz Ağa Şahbazi ile oğlu içeri girdiler. Ağa’m özel bir saygı ile onları karşıladı. Şahbazi’nin benden beş yaş daha büyük oğlu Cahit, Sovyet orduları Afganistan’a girince öğretmenleri ile beraber dağa çıkmıştı. Toplam iki ay içinde bir kolunu ve ayağını kaybeden bu gencin yüzünden nur yağıyordu. Gerçekten yakışıklı birisiydi.
Cahit sağlam kolunu semavere dayanıp durmuştu. Ben gayri ihtiyari olarak bir Cahit’e bir de Ağa’ma baktım. Ağa’mın yüzü kıpkırmızı olmuştu. Sanırım Cahit’te durumun farkına varmıştı. Aniden pis bir şeye dokunmuş gibi kolunu semaverden çekti. Ağa’m Dursun’a seslenerek bahçe kapısını kilitlemesini söyledi. Bunun anlamı misafir kabulünün sona ermesiydi. Töreye göre de kapı kilitli ise davet edilmeyen hiç kimse evin kapısını çalmazdı.
Herkes evde toplandı. Benim doğum günüm nedeniyle hizmetçiler de bizimle beraber akşam yemeği yiyeceklerdi. Bu durum Afganistan’da, gece karanlığında iğne aramak gibi bir şeydi. Salonun duvar kenarlarına uzunlamasına açılan yer sofralarına meyve, sebze ve yemek konmuştu. Çocuklar için orta salonda bir sofra açılmıştı. Büyükler için ise salonun baş tarafında daire şeklinde bir sofra düzenlenmişti.
Ağa’m namaza başlamadan önce Dursun’a dönerek emredici bir sesle:
–Ay Dursun, hanımlara söyle çocukları bekletmesinler. Onların yemeklerini verin, dedi.
Daha sonra abdest alıp içeri geçtiler ve benim için üç rekat şükür namazı kıldılar. Ardından şehitler için dualar edildi. Ben ne çocuktum ne de büyük; Bu nedenle istediğim sofraya oturma hakkım vardı. Bu nedenle de evimizin yeni sakini Sara’nın yanına oturdum. Ne yazık ki Kumru da öbür tarafımdaydı. Burada oturma amacım namaz kılan Cahit’i izlemekti. Farkında olmadan kaderimin yanına oturmuştum. Namaz ve dua bitince sofranın başına geçtiler. Ağa’mın yanı boş bırakılmıştı. Ben de teklif beklemeden oraya geçtim. Her zaman olduğu gibi yemek üstünde konuşulmuyordu. Sadece yemeğe uzanan ellerin sofraya değerek çıkardığı hışırtı, boşalan tabakların ve ağzını şapırdatarak yiyenlerin sesinden başka odada ses yoktu.
Yemek sofrası toplandıktan sonra çay için sofra kuruldu. Odada bulunanlar Ağa’ma hürmeten konuşmuyorlardı. Ağa’m ise Cahit’e ilgi gösteriyordu. Yemek esnasında da ona adı ile hitap ederek farklı yemeklerden de tatmasını isteyince, Cahit bembeyaz dişleri görünecek gibi gülümseyerek saygı gösterdi. Çay sofrası da yavaş yavaş toplanıyordu. Herkes izin alarak kalkmaya başlayınca Ağa’m onlara biraz beklemelerini işaret ederek odadan ayrıldı. Biraz sonra geri döndüğünde hemen arkasında duran Dursun’un elinde bir baston ve iki paket vardı. Ağa’m önce bir paketi Cahit’e uzatarak:
–Oğlum, bu seccadeyi özel olarak Türkmen ipeğinden senin için yaptırdım. Üstündeki nakışlardaki yazılar benim sözlerimdir. Bu baston da senin için: Üzerindeki taşlar kehribardır. Bunları da Türkiye’nin Bayburt şehrinden Kabil’e getirtip özel olaraq yapdırdım. Bu son paket ise ikimizin arasında sır olarak kalacak. İnşallah düğününde bundan faydalanırsın. Kısmet olur da o günü görürsem, daha iyi bir hediye alırım. Sen her Afgan’ın saygı göstermesi gereken bir kahramansın.
O zaman yaşım ve dünya görüşüm nedeniyle olayların sebebini anlayamıyordum. Cahit bize gelmeseydi bile sanırım hediyeleri evine gönderilecekti. Özellikle bastonu almak için benimle beraber Kabil pazarındaki Şamil ustanın dükkanına üç defa gittik.
Aradan birkaç ay geçtikten sonra Cahit’in şehit olduğunu duyduk. Kabil dağlarında yarısını bıraktığı bedeninden geriye kalan kısmına patlayıcı bağlayarak Kabil pazarının girişinde duran Sovyet tankının yanında kendisini patlatmıştı. Sovyet işgali karşısında gerçek bir mücahit olduğunu sakat bedeninden ikinci defa vazgeçerek göstermişti. Zavallı Cahit neler görmüş, neler yaşamıştı? Komşuların dediğine göre ağrıları başladığında kafasını duvarlara çarpıyormuş. İntihar haberini duyunca sanki kendim görmüş gibi gözlerim önünde Cahit’in başını duvara nasıl vurduğu canlandı.
Afganistan için normal sayılan bu durumlar beni çok rahatsız ediyordu. Çünkü Cahit sadece dış güzelliği ile değil saygılı davranışları ile de daha iyi bir hayat yaşamayı hak ediyordu. Ağa’m Cahit’in şehit haberini aldığında düzenlenen taziye masrafları için yardım etmişti. O zaman Ağa’mın Afganistan’da Sosyalizmin yerleşmesine değil, Rusların işgaline karşı olduğunu anladım. Ağa’m, zengin olsa da sosyal adalet istiyordu. O, toplu olarak bilinçlenmeyi ve milli bilincin gelişmesini yegane kurtuluş yolu olarak görüyordu.
Biz büyüdükçe, Zübeyde’nin işi ağırlaşıyordu. Aslında biz bağımsızdık ama onun kendisi bizi denetlemeyi