Aydar ile Haydar’ı doğurduğunda iyice şişmişti bacak damarları. Yumruk gibi koca ve şişkin bir şeyler. Bakınca acıma duygusu uyandıran şeyler. Bakması bile korkunç şeyler.
– Hoş geldiniz. Buyurun, buyurun, dedi Orınkül merdivenlerden iner inmez. – Nasılsınız? Çoluk çocuk herkes iyi mi? İyi gelebildiniz mi?
Tursınbek çok şaşırdı. Ne yapacağını şaşırmış duruyordu. Orınkül ise çok rahat, arkadaşlarını çaya davet etmiş gibi rahat davranıyor. Fakat şu iki kadının yanında yine de biraz yaşlıca, biraz esmerce, yıpranmış gibi ve çirkin görünmüş, kulakları kızarmıştı.
Bundan sonra Tursınbek rüya görüyor gibiydi, her şey bulanıktı. Misafirler altı odalı evin geniş salonuna girdi. İçerisi sepserin. Yere kurulmuş olmasına rağmen sofra çok zengin. Şehir görmüş Cemile’nin sayesinde.
Sofradayken her iki taraf da fazla konuşmadı. Olga Timofeyevna Kudıksay’ın doğasını çok beğendiğini anlatıp durdu. O kadar yıl bu ilçede çalışmasına rağmen buraya gelmediğini, bu vesileyle kendisine buraları görme imkânı sunduğu için Atabek Muratoviç’e teşekkürlerini iletti. Bunları duyduğunda Orınkül hafif kaşlarını çatmıştı.
Çaylar içildikten sonra Olga Timofeyevna madalyayı takdim etmek istedi. Ancak kimse Orınkül’ü bulamadı. Beklemekten sıkılan Tursınbek koşarak dışarıya çıktı.
– Çocuklar anneniz nerede?
– Beysegız ninenin evinde, – dedi soğan doğramakla meşgul Cemile.
– O evde ne işi var evde misafirler otururken?
– Beysegız ninem fenalaşmış, dedi Aydar ve Haydar aynı anda.
– Fenalaşmak değil, isterse ölmüş olsun doksana gelmiş ihtiyar kadın. Koşun, hemen gelsin. Olga Timofeyevna bizzat kendisi madalyayı takdim etmek üzere beklerken…
Aydar ve Haydar koşarak gittiler. Koşarak döndüler.
– Şimdilik gidemeyeceğim. Misafirlerini kendisi ağırlasın, dedi annem.
Atabek misafirlerin dikkatini başka konuya çekti. Sonunda harika bir teklif yaptı: “Calbızdı’ya gidip yüzelim!”
– Bu teklifinizi çok bekledik Atabek Muratoviç! dedi Rahima Rahmetovna alkışlarla.
– Hay hay, Calbızdı harikadır! dedi yüksek sesle hafif kafayı bulmuş olan Tursunbek. – İlk başta derinliği ancak bele kadar ulaşan yosunlu göletti. Şimdilerde Calbızdı denen göle dönüştü. Kenarında nane ve kamış var. Ne ağacıydı, şu dalları ve yaprakları yere sarkan ağaç var ya, işte ondan var…
– Salkım söğüt, dedi Rahima Rahmetkızı. – Olga Timofeyevna’nın en çok sevdiği ağaçtır o!
– Ev sahibesine ayıp olmaz mı? dedi Olga Timofeyevna. – Onu da götürelim.
– Hayır, boş verin onu, dedi Tursınbek kurularak. – Onun kendi işleri vardır. Ölse gitmez o göle. Ne soyunur, ne suya girer. – Öyle dedi ve poşete tıka basa bir şeyler doldurmaya başladı. Uyanık ve becerikli oluvermişti.
– Bizim Tursınbek Janasbayeviç çok anlayışlı, pek akıllı bir insandır, diyor Atabek.
Calbızdı’nın kenarında çocuklar varmış. Tursınbek taş atarak uzaklaştırdı. Misafirler hayrete düştüler. Saman biçme dönemine kadar tertemiz olan gölün kenarı on, on beş gün sonra toz içinde kalacaktır. Hayretler içindeki misafirler soyunmaya başladılar. Tursınbek poşetini tuttuğu gibi ağzını açıp donakaldı. Atabek dürterek kendine gelmesine yardımcı oldu.
Bir süre sonra Tursınbek’in aklına on kadar çocuğu ile Orınkül geldi. O andan itibaren bulunduğu yerde duramaz oldu.
– Ben gideyim. Size acele etmeden gelirsiniz, dedi. Misafirler tamam anlamında kafa sallar gibi yaptılar.
“Beysegız teyze ne oldu acaba? Misafirler gitmeden ölüp de zor durumda kalmayalım?”
Evin içi gürültülü gibi. Ayakkabısını çıkarıp ses yapmadan içeri girdi ve salonun file perdesinden içeriye göz attı.
Cambıl’daki Toprak Islahatı ve İnşaat Üniversitesi’nde okuyan Cemalbek hariç çocuklarının tamamı annelerini ortaya alıp rahat rahat sofra başında oturuyorlar. Şu rahatlığa bak. Onların bu şekilde oturduklarını daha önce hiç görmemişti sanki. Zengin sofra da epey fakirleşmiş. Oturma işinin uzun sürdüğü belli oluyor. Aydar ile Haydar limonata konmuş bardaklarını tokuştururken pek de mutlu görünüyorlar. Orınkül ile Cemile de şampanya veya limonata doldurulmuş kadehlerini tokuşturuyorlar. İçmişler yahu! İçiyorlar bunlar. Kendilerince çok mutlular. Yanlarına gidip canlarına okumaya yeltendi. Fakat cesaret edemedi. Tam tersine kendisinin de onlara katılmak istediğini hissetti. Aydar ile Haydar birlikte gidip vitrin tarafından madalyayı getirip Orınkül’ün göğsüne taktılar! Cemile başlayıp çocukların hepsi tebrik ederek elini sıkıp yanağından öpüyor.
Tam bu sırada bahçe tarafından Atabek’in kahkaha sesi duyuldu.
Tursınbek kapının perdesini hızla açıp odaya daldı:
– Hey! Bu ne rezalet! Misafirlere hangi yüzle bakacağım? Her şeyi silip süpürmüşsünüz! dedi küplere binmiş bir şekilde dişlerini sıkarak.
Çocuklar sessizce yerlerinden kalkıp birer birer dış kapıya yöneldiler. Hiç korkmuşa, çekinmişe benzemiyorlardı. Cemile de rahat bir şekilde yavaşça sofrayı düzeltmeye başladı. Bir tek Orınkül yerinden kalkarken tökezleyip düşeyazdı. Göğsündeki madalya şıngır şıngır ses çıkardı. Fakat ona bakan kimse olmadı.
Orınkül dış kapının eşiğinden geçerken bir daha tökezledi. Madalyası bir daha şıngırdadı.
– Oho! Ev sahibemiz madalyayı kendisi takmış bile, dedi Rahima Rahmetovna. – Demin biz takdim etmek istemiştik. Siz neredeydiniz?
– Beysegız adlı yaşlı bir kadın vardı. Kadıncağız çok fenalaşmış aniden… Bir iki saat yanında beklemek zorunda kaldık. Sağlık memurunu çağırdık.
– Şimdi nasıl? İyi mi? dedi Atabek.
– Biraz daha iyi Allahtan. Çok korktuk. Çocukları da yoktur kadıncağızın…
– Eee, doksana gelmiş ihtiyar bunak ölürse ölür, ne olacak! Tepe tepe gömeriz, dedi Tursınbek. – Sen bana şunu söylesene, madalyayı Olga Timofeyevna takacaktı. Neden kendin taktın ha?
– Kendim değil, Aydarcığımla Haydarcığım takmıştı. Tekrar çıkaracaktım, tamamen unutmuşum baksana. – Bunları söyleyen Orınkül madalyayı çıkarmak için uğraştı.
Araya Olga Timofeyevna girdi:
– Olsun artık, fark etmez, dedi. – Çocukların takdim etmesi daha iyi olmuş…
Olga Hanım böyle demişti. Ancak Calbız’ın suyunun soğukluğundan mı nedir, çenesindeki tüyler kabarmıştı…
…Çok geçmeden saman biçme dönemi başladı. Calbız’ın kenarındaki otlar öncelikle biçildi. Kudıksay’ın başlodacısı Tursınbek, kendisinin asıl görevine başladı.
GEYİK OTU
Kisa, şehir çocuğudur. Babasının söylediğine göre ilçe merkezindeki büyük bir köyde doğmuş. Doğum belgesinde doğduğu köyün adı kayıtlıdır. O zamanlar, yani Ki-salar orada yaşarken babası şehirde çalıştığından köyden şehre her gün gidip gelirmiş. Köyde güzelce çalışırken ısrarla şehre çağırmışlar. Becerikli olduğunu, güzel kariyer yapma imkânının bulunduğunu,