ancak. Alıp hemen buraya geldim. Ah Ormantaycığım, ah dostum. Buralardan sık geçeriz, ama evini bilmeyince. Yoksa bugüne kadar kaç defa gelmiştim. Mektubunu okuduğumda gerçekten gözlerim sulandı. Eskiden bize saman otu getirten baban aklıma geldi… Sen çok zayıflamışsın… Ah Ormantaycığım ah…
Babasının çocuklukta kendinden çok sevdiği dostu bunları söyledikten sonra biraz ara verdi. Babası geyik otundan mıdır, yoksa başka bir şeyden midir bilinmez, terliyordu.
– Ben de buralara bir uğrayıp şu adama ve üniversiteye giden oğlumla kızıma kışın kurutulmuş tuzlu et getirmeyi planlıyordum. Bir baktım mektubun geldi. Sabahın ayazında çıkmıştım öğlen geliverdim. Öğle yemeği yiyip biraz şehri gezdik. Şu adam da çok sıkılmış, iyice kurdunu döktü. İki koyun etiyle değil, yedi sekiz keklik etiyle yetindi. Şehirliler beni çok şaşırtırlar. Az bir şey de sana bırakacaktım, tastamam unutmuşum. Az bir şey bırakır mı, kanadın uçlarını, tırnaklarını bile atmayıp tuzlayarak balkona astı karısı. Çok uyanık bir kadınmış. Hızlıca kekliği haşlayıp eşine çorba da hazırlamayı ihmal etmedi o arada. Ormantaycığım söylemek istediğim bugüne kadar öyle bir çorba içmemiştim. Öyle lezzetli ki dilinle tabağı, parmağı ne varsa yalarsın. Bizim hanım fazla mı haşlıyor, dağın odunu mu hararetli, yoksa tencereye kekliğin yaşlısı mı giriveriyor bilmem eti taş gibi, çorbası kazan gibi kapkara olurdu. Şehir çok rahat tabii. Gaz fırınındaki tencerenin altını kısar, eti yumuşacık haşlarsınız. Tüh, hiç olmazsa bir keklik getirebilseydim. Arabada bırakmalıydım. Hep böyle, aklım öğleden sonra çalışır. Bu sonraki sefer aklımda bulunsun. Keklik ne ki.
Kisa, geyik otunun yaptığı resme oldukça benzediğine çok sevindi. Babasının da morali fena değil. Çocukluk döneminde kendinden çok sevdiği dostu keklikten bahsettiğinde babasının birkaç defa istemeden yutkunarak gülümsediğini fark etti. Kisa keklik etini hiç yemedi. Çorbasının tadını da bilmez. O nedenle ağzından su akmadı, canı o kadar çekmedi.
– Ben artık döneyim, akşamın sert toprağında mesafe almaya bakayım. Ay batana kadar köye varayım, dedi babasının dostu.
– Neden acele ediyorsun? Geceyi burada geçirseydin. Konuşurduk.
– Hayır teşekkür ederim Ormantay. Benim için kanepen varmış, fakat gördüğüm kadarıyla arabama garaj bulamayacaksın. Şu adamda olduğu gibi garajın yokmuş. Onlarda da kalmayacağımı söylemiştim. Şehirde gecelediğimi duyarlarsa ayıp olur. Neyse, hoşça kalın. Geçmiş olsun. Kendinize iyi bakın. Köye bekleriz. Gelirseniz göğsünüzden iten olmaz.
– Geyik odunu değil, geyik otu, dedi babası dostunun yanlışını düzelterek.
– Geyik odunu da var, başka odun da var. Sana hangisi iyi geliyor? Hastalığının adı nedir bu arada?
– Pek çok hastalığın biridir işte, dedi babası.
– İyi hadi.
– Köye bizden selam söyle, dedi babası. – Önümüzdeki yaz şu Kisacığımla gideceğiz. Ne olursa olsun gideceğiz.
– Gelin gelin, dedi dostu, – kimse göğsünüzden itmez. Geyik odunu Haziran başında iyice olmuş olur.
– Geyik otu, dedi babası bir daha düzelterek.
– Onu diyorum, geyik odununu söylüyorum, dedi babasının çocukluğunda kendinden çok sevdiği dostu.
Her akşam babası kendisi için çay demleyip içine geyik otunun çiçekleri ile yapraklarını, hatta çıplak sapını atarak keyifle çay içme alışkanlığı edindi. Terleyip rahatladığı zamanlarda mırıldanır da olmuştu. Annesinin uzun süren her zamanki dırdırlarını hiç dikkate almamayı alışkanlık hâline getirdi. Önceden annesi çalışmaya başlayan araba gibi dırdırına başlar başlamaz babasının yüzü mosmor kesilir, burun uçları küçülerek yüzü çok değişirdi. Geyik otu geleli beri öyle değil, eline bir şey alıp siper yapıyor. Yani maske gibi kullanıyor. Bu davranışıyla eşini alaya alıyordu veya önemsemezlikten geliyordu. Kisa’ya yılbaşı etkinliği için harika bir kurt maskesi de yapıverdi. Büyük bir istekle şarkı terennüm ederek yaptı.
Geyik otu gerçekten şifa mı olmuştu bilinmez, babası gitgide iyileşmeye başladı. Eskiden ağzına şarkı sözü almayan adam ilk başlarda mırıldanıp sesli sessiz bir şeyler söylerken günlerin birinde üç odalı evde bağıra çağıra tüm sesiyle türkü söyledi. Kisa, abla ve ağabeyleri, annesi, aşağı kattakiler, yan apartmandan öğrenenlerin hepsi çok şaşırdı. Herkes ondan söz etmiş, ilginç bir şey yaşanmıştı.
O günden sonra komşuları için babası Ormantay türkücü olmuştu.
Kisa’nın sınıf öğretmeni aklında olanı kim olursa olsun saklamadan söyleyebilen, müdürden bile çekinmeyen cesur bir kadındı. İlkbahar gelip okul etrafındaki yaş fidanların topraklarını işledikleri günün akşamında veliler toplantısı yapıldı. Toplantıya öğrenciler de katıldı. Öğretmen ikinci dönemin seyrinden, çocukların başarıları ile genel hâl ve davranışlarından söz etti.
Kisa, öğretmenini sever. Bazen kızdığı olur. Kötü olmaları için kızmaz tabii. Ders notları çok memnun edici. Fakat oturup kalkması, çocuklarla ilişkisi, oynaması ve konuşması ile ilgili uyarıları pek çoktur. Neden hep uğraşır bununla? Her şeyi nereden biliyor? Kisa çok şaşırıyor.
Kisa’nın şaşırdığı bir şey de giderken babası, öğretmen ve kendisinin hep birlikte çıkmış olmasıydı. İlkbaharın yeşil seması ışınlarını arttıran Ay’ın ışığıyla parıl parıl parlıyordu. Ağaçlar henüz tomurcuk açmamıştı. Ancak diplerinden yeşil saplar epeyce uzamıştı. Öğretmeni ile babası yan yana yürüyorlardı.
– Kisa çok yetenekli çocuk, dersleri de çok iyi, dedi öğretmeni kaldırımın yüzü buğulandığından kaymamak için babasının koluna girerek. – Sadece çok çekingen, sıkılgan ve sessiz. Büyüyünce çok zorlanacak. Hep söylüyorum. Çocukların yanında pek belli etmemeye çalışır, yalnızken söylerim. Hatta yılbaşı etkinliğindeki gösteride Kisa’ya kurt rolünü verip koyun yedirdim. Siz biliyorsunuz. – Buraya gelince sınıf öğretmeni sessiz ilkbahar akşamı ile tertemiz gece arasında katıla katıla gülmez mi. Öğretmeninin böyle güldüğünü Kisa sınıfta veya okulda, sınıf veya okul dışındaki etkinliklerde ne duymuş, ne de görmüştür. Bu azmış gibi babası öğretmeninden beter bir keyifle kahkaha atmaz mı! Gülüyor. Annesiyle birlikte neden böyle gülmez ki. Hiç görmemiş. – Yine de kurt tarafına yanaşmadı, diye daha çok güldü öğretmeni. – Kisa kurda dönüşür mü? Nerdee?
Babasının da vücudu sarsıldı. İlkbahar akşamı çok özeldi. Karşılarında aylı gece vardı, hava da çok ferahtı. Babası ile öğretmeni hâlâ konuşuyorlardı. Kisaların evine yaklaştılar. Büyüklerin konuşmalarını dinlemek pek hoş değildir. O yüzden onların biraz ilerisinde gidiyordu.
– Öğretmeniniz harika bir insan, dedi babası buna yetişerek. – Ben seviyorum.
– Ben de, dedi Kisa.
– Fakat seni kurt yapmak istemesi çok ilginç.
– Ben geyik olmak istiyorum, dedi Kisa. – Geyik otunu seviyorum ya.
Babası bir daha demin öğretmenin yanında gelirken olduğu gibi keyifle kahkaha attı.
– Bu yaz seni köye götüreceğim. Ne pahasına olursa olsun gideceğiz, dedi.
Yaz da gelmişti sonunda.
Annesinin ailesinin yanında kalıp okuyan yaşça daha büyük kardeşleri kampa gittiler. Babasının çalıştığı dairenin işleri kızışmıştı. Yıllık izin almak