Afak Mesut

Kalabalık


Скачать книгу

kalbi titreyerek içeriyi dinledi.

      Palamutun içinden tık yoktu. Ara sıra derinliklerinde sanki bir şeyler kırılıyordu.

      Kafasını kaldırarak palamutun dallarını seyretti.

      Palamut kuruyalı çok olmuştu. Yapraksız dalları cansız odun gibi kuruyarak eğilmişti. Dalların arasından semanın bir bölümü ve bir de yarısından bile az kalmış eğri hilal gözüküyordu. Bir de semanın ta derinliklerinden insan sesleri duyuluyordu.

      Semalarda insanlar vardı. İnsanlar gürültü yaparak konuşuyor, durmadan birilerine bir şeyler anlatıyorlardı. Hepsi de öfkeliydi, sanki söylenerek gürültüyle aşağıya iniyor ve ona doğru yürüyorlardı.

      Onlar gürültü yaptıkça sema da ağırlaşarak basamak basamak aşağı iniyordu, sanki inipte gökdelen gibi kocaman ağaçların üzerine çökecekti.

      Palamutun kuru kabuğunu kertenkele gibi kaşıyarak gövdesine tırmandı, kendini gövdenin tam ortasında bulunan karanlık oluğa atarak soluğunu tuttu, etrafı dinledi.

      Oluğun içi soğuktu, mantar kokuyordu. Sonra oluğun içinden ses duyuldu, birisi ateş yakarak yuvarlak gözleriyle bir süre onu seyretti, sonra ateşle sandalyenin üzerinde bulunan mumu yaktı.

      Ufakboylu, kırsaçlı, zayıf ve küçük bir adamdı. Sık sık dişsiz ağzının üzerine inmiş burnundan soluyarak dikkatlice onu izliyordu. Sanki, bu küçük adamın gözlerinde hayretten ve kor kudan başka bir şey de vardı. Onunla karşı karşıya oturarak, sakin bir sesle:

      “Seni de mi gördüler?”, diye sordu.

      “Kim görecekti ki?”

      Küçük adam kibrit çöpüne benzeyen parmağını yukarıya kaldırdı:

      “Onlar.”

      Korkudan tüm vücudu titriyerek:

      “Evet, gördüler.”,dedi.

      “Korkma, buraya gelemezler.”

      Sonra nasıl olduysa küçük adamın gözlerindeki hayret çözüldü kendiliğinden:

      “Aç mısın?”

      “Evet.”

      Adam kalkıp küçücük ayaklarıyla oluğun içinde sessizce dolaştı bir süre, aşağıda, köşede bir şeyler aradı. Az sonra oluğun içine acayip bir koku yayıldı, sonra sıcak yağın çatırtısı duyuldu ve küçük adam elini yakan tavayı güçlükle taşıyarak sandaylenin üzerine bıraktı. Gözleriyle gülerek:

      “Ye bakalım.”, dedi.

      Yemeğin çok tuhaf kokusu vardı.

      … Küçük adam onunla karşı karşıya oturarak elini çenesine yasladı, onun nasıl yemek yediğine dikkat ederek saçını okşadı ve: “Annen baban neredeler?”, diye sordu.

      Yemek boğazına takıldı, gözleri doldu:

      “Annem de, babam da öldüler.”

      Küçük adamın da gözleri doldu, acıdan dudakları buruştu:

      “Kurban olurum sana, ağlama. Yemeğini ye.”

      Hissetti nasıl kaşlarının altı göz yaşlarıyla doldu, yaş gözünden akarak önce yanağına, oradan da yediği yemeğin içine damladı.

      Küçük adamın da gözleri dolup dolup boşaldı, ağlıyarak:

      “Kurban olurum..”, kelimesini tekrar etti.

      Sonra oluğun karanlık köşesine kadar gidip oradan yün kumaşa benzeyen rengi solmuş battaniye getirdi ve onu battaniyeye sardı. Küçük elleriyle saçını okşadı, ağlamaktan akan burnunu gömleğinin kollarıyla sildi ve ona göz kırptı:

      “Uyu, uyu, küçük kız, uyu. Yarın güneş çıkacak, mantarlar bitecek.”, dedi.

      Sonra küçük adam yine onunla karşılıklı oturarak aynı kelimeyi tekrarladı:

      “Kurban olurum.”

      … Battaniyenin altında ısınarak, mumun ışığını seyrederek uyudu. Rüyasında yine insanlarla dolu gök kubbesi yerlere iniyordu, insanlar yine söyleniyorlardı, rahatsız edici seslerle ona saldırmaya hazırlanıyorlardı.

      Rüyadan uyanarak etrafına bakındı.

      Artık sabah olmuştu. Oluğun içi bomboştu. Ne küçük adam vardı, ne sandalye, ne de tava.

      Kafasını oyuktan dışarı çıkararak etrafa baktı. Orman sis kaplıydı. Ara sıra kuş sesleri duyuluyordu.

      Bir sürü mantar vardı. Bağırarak küçük adamı seslemek istedi, fakat ansızın onun ismini bilmediğini hatırladı. O yüzden elini ağzına götürerek aynen küçük adamın yaptığı gibi sesini uzatarak:

      “Kurb a a n olurum!”, diye bağırdı.

      Sesi ormanın içinde yankılandı. Ağaçların arasında dolaştı. Ağaçlar sallanarak yapraklarını kıpırdatıp: “Kurbannnn olurrruum!”, sözünü tüm ormana yaydılar.

      Üşüdü, oluğun bir tarafına sığındı, güçsüzlüğünü farkederek çenesini dizlerine yaslayarak ağladı.

      Ağaçlar bir süre daha sallanarak:

      “Kurbannn olurumm!”, diyerek fısıldaşmayı sürdürdüler. Sonra rüzgar esti. Uzaklardan bir yerlerden yine o korkunç gürültünün sesi duyuluyordu.

      Kafasını oyuktan çıkararak dizleri boşalırcasına aşağıya baktı.

      Siyah kalabalık kuru yaprakları çiğneyerek ormanın sessizliğini bozarak palamutun altından geçiyorlardı. Rüzgar estikçe tabutta siyah giysiyle yatmış babasının saçları dağılıyor du.

      Siyah giysili insanlar uzun çehreleriyle onu aşağıdan yukarıya seyrediyorlardı:

      “Ayıptır, in aşağıya!”, diyorlardı.

      Oyuktan çıkarak bir bir güçlükle aşağıya indi. Elbisesi bir kaç kez dallara takılmıştı. Birisi onu kalabalığın içine itti ve:

      “Allah belanı versin!”, diye ekledi.

      Sonra uzun süre baykuşlar uluyarak siyah giysili uzun adamların arasıyla babasının cesedine refakat ettiler.

      … Yine bir yerlerden ağlamak sesi duyuluyordu. Sesin geldiği yöne doğru yürüdü.

      Annesi bezdeydi, ağzında biberon, yuvarlak gözleriyle durmadan onu izliyordu.

      Sonra nasıl olduysa annesi biberonu yere tükürerek bayılacakmışcasına ağladı. Gelip annesini kucağına götürdü, biberonu ağzına tıkadı ve sallamaya başladı. Annesi susmadı, yine biberonu yere tükürdü ve soluk bile almadan ağladı.

      Aceleyle gömleğinin düğmelerini açtı, göğsünü annesinin ağlamaktan soğumuş ağzına tıkadı. Annesi göğsünü açgözlükle emdikçe onun gözleri karardı, başı dönmeye başladı.

      Sonra bir baktı ki, annesinin ağzının kenarından kan damlıyor…

      Göğsünü annesinin ağzından çıkarmak istedi, fakat annesi bırakmadı, elini bezden çıkararak eliyle onun kan damlıyan göğsünü kavradı.

      Annesinin elinden böyle bir süre soluk bile almadan kurtulmaya çalıştı, fakat nafile. Göğsü annesinin ağzında yine uyudu.

      Annesinin iniltisine uyandı.

      Annesi sırtını eğerek, arkası onu dönük oturmuştu. “Vah, canım”, diye inliyordu.

      Vücudu titriyerek gelip annesiyle karşı karşıya oturdu.

      Annesi sarı elleriyle insanda şişirilmiş balon etkisi yaratan karnını tutarak oturmuştu.

      …