Orhan Söylemez

Türk Dünyasında Tarihi Roman ve Milli Kimlik


Скачать книгу

belli bölümlerde müdahalelerde bulunur. Kemal Abdulla, araştırmacının ağzından, el yazmasının nerelerde eksik olduğunu ya da yazılanların gerçekte ne anlatmak istediğini açıklar. Yazar, bu bilgileri metinden ayrı olarak vermeyi tercih etmiştir. “Burada el yazması metni yine kesiliyor. Dede Korkut’un aklına gelenler ne idiyse maalesef bizim için sonsuza dek kayboluyor” cümlesindebunun bir örneğidir. (s. 60)

      Romanın neden iki farklı hikâyeden oluştuğunu da yazar, el yazmalarının karışmasına bağlar. Kemal Abdulla’nın akıcı ve arı dili ile başarılı betimlemelere yer veren üslubu, Dede Korkut’un okuyucuyu saran efsanevi havası ile birleşince başarılı bir roman ortaya çıkmıştır.

      İlk yazmalar, Bayındır Han’ın Dede Korkut’u Günortaç’a çağırması ile başlar. Romanın genel mekânı İç ve Dış Oğuz’un merkezi olan Günortaç’tır, ama zaman zaman yapılan “bilinç akışları” sayesinde mekân da çeşitlilik göstermektedir. Bayındır Han, Dede Korkut’a Oğuz’un içinde bir casusun olduğunu ve bunun yakalandıktan sonra kaçırıldığını anlatır. Bayındır Han’ın amacı bu olayı tüm detayları ile ortaya çıkarmaktır. Bu yüzden, Oğuz’un tüm beylerini teker teker huzuruna çağırır. Bunu yaparken de Dede Korkut’un yanında olmasını ister. Aslında tüm yaşananlardan Dede Korkut’un haberi vardır, ama Han’ın korkusundan sesini çıkaramaz. Bu soruşturmada Dede Korkut’a düşen görev, konuşulanları ayrıntısı ile kaleme almaktır. Han’ı adeta gölgesi gibi takip eden hizmetlisi Kılbaş ve Dede Korkut bu düğümü çözmekte önemli roller üstlenirler. Han, bütün beyleri Günortaç’a sırayla çağırır. İlk olarak da damadı ve beylerbeyi olan Kazan’ı sorguya alır. Kazan, Bayındır Han’ın kızı Burla Hatun’un eşi ve torunu Uruz’un babasıdır. İşin içinde damadının da olması Han’ı çok üzer ama O, adaletli olmak adına herkesi ayrım yapmadan dinlemeye kararlıdır.

      Romanda zaman zaman Dede Korkut’un da iç sesi duyulur. Yazarın, bu iç sesleri okuyucu ile paylaşmasının amacı; olayların girift yapısını gözler önüne sermek ve Dede Korkut’un bilge kişiliğinin altını bir kez daha çizmektir. Han’ın huzuruna sırayla Kazan, Şir Şemseddin, Beyrek, Begil ve Aruz gelir.

      Bayındır Han, beylere çeşitli sorular sorar ve onların ifadeleri doğrultusunda aslında Oğuz’un içinde bulunduğu karışıklığı fark eder. İç ve Dış Oğuz arasında gelişen ve giderek de büyüyen bu çekişme Han’ın canını sıkmaktadır. Kazan, casusun Aruz tarafından kaçırıldığını söyledikten sonra İç ve Dış Oğuz arasındaki çekişmeyi şu sözlerle ifade eder:

      Dış Oğuz baştanbaşa düşman ocağıdır, ağızlarına geleni konuşuyorlar, ne isterlerse yapıyorlar. Onlar bizi, İç Oğuz’u yok etmek istiyorlar, ama nafile! Olmayacak! Biz, biz onları mahvedeceğiz. Hepsini, birisi bile kalmayana kadar hepsini… (s. 52-53)

      Kazan’ın bu sözlerinden sonra Dede Korkut “Kadir Tanrı, bağışla, bağışla onu, neler söylediğini kendi de bilmiyor, Oğuz’u bölmek istedi böyle söylemekle… Araya ayrımcılık sokmak istedi. Bağışla onu. Kadir Tanrı, sen büyüksün…” (s. 53) diye yakararak dikkat çekici bir değerlendirmede bulunur.

      Bayındır Han, tüm beylere casusun nasıl yakalandığını, kimin kaçırdığını sorar; bu sorularının sonucunda da hemen hemen aynı yanıtları alır. Kazan, tüm suçu dayısı Aruz’a atar ve bunu da Beyrek destekler. Ancak olayların arkasında Burla Hatun’un da parmağı vardır. Bayındır Han, onun ve Beyrek’in eşi Banu Çiçek’in de görüşlerine başvurur. Aslında Han’ın sorduğu sorulara bakıldığında onun her şeyden haberdar olduğu bellidir. Ancak Han, gerçekleri beylerin ağzından duymak ister, onları dinledikçe de ortaya çıkan tablodan rahatsız olur.

      Romanda, Dede Korkut Hikâyeleri’nde de geçen Basat’ın Tepegöz’ü öldürdüğü destan da yer alır. Yazar, bu destanı bilinenin biraz dışında unsurlar katarak, kurguya eklemiştir. Romanda Tepegöz’ün gelişi ve Oğuz’a bela oluşu Aruz’un ağzıyla şöyle betimlenir:

      Han’ım biliyorsun Tepegöz, korkunç askerleriyle gelip Dış Oğuz’dan akıp giden Selleme çayının ağzını kesip oturmuştu. Askerinin haddi hesabı yoktu. Buralara nereden geldiklerini bilen yoktu. Dilleri dillerimize, dinleri dinlerimize benzemiyordu. (s. 234) Burla Hatun, entrikacı, hırslı bir kadın potresi çizer. O, geçmişe dönük kalp ağrılarını, hırslarını eşinin üstünden tüketmek istemektedir. Onun Beyrek’i kullanarak, ortaya attığı Basat’ın casusluk meselesi giderek büyür. Oğuz’un kendi içinde de bölünmesine neden olan bu hırslar, Oğuz’un beylerini kuklaya çevirir. Okuyucu, Burla Hatun’un gerçekte Basat’ı sevdiğini Dede Korkut’tan öğrenir, ama Basat ile evlenemeyen Burla Hatun’un hıncını Aruz’dan çıkarmak istemesi biraz garip karşılansa da, bu bir noktada anlamlı hâle gelmektedir. Basat, Tepegöz’ü yenebiliyorsa, aralarında çıkacak olan bir savaşta eşi Kazan’ı da yenecektir. Ayrıca Burla Hatun’un, kendisini Basat’a vermeyen babasından Oğuz’u bölüp, zayıflatarak bir intikam alma düşüncesi olduğu da düşünülebilir. Yazarın açıklık getirmediği bu konular, okuyucunun yorumlamasına göre alımlanabilen hususlardır.

      Romanda anlatılan Tepegöz efsanesi biraz değişiktir. Muharrem Ergin’in incelemesinde Tepegöz’ü Bayındır Han’ın da bulunduğu bir avda bulurlar. (s. 151-152) Büyük bir kütle halinde vurdukça büyüyen, anlam veremedikleri bir cisim görürler. Sonra bu cismin içinden Tepegöz çıkar ve Aruz onu kayıp olan oğlunun yerine yetiştirmek ister. Bayındır Han buna izin verir. Tepegöz, bakıcısının önce sütünü, sonra kanını, en sonunda da canını emer. Çocuklarla büyürken, onlarla oynarken onların kulağını, burnunu yemeye başlar. Yaptıklarına dayanamayan Aruz, Tepegöz’ü kovar ve peri anası, canını koruması için ona bir yüzük takar. O yüzük sayesinde Tepegöz tüm saldırılardan korunur. Yani Tepegöz Dış Oğuz’un içinde yetişir ve onun sihri kılıcında değil, yüzüğündedir. Romanda olduğu gibi elçi olarak Dede Korkut gider ve Tepegöz ondan günde altmış adam ister, ancak günde iki adamla beş yüz koyun üzerinde anlaşırlar. Basat, romanda olduğu gibi Oğuz’u kurtarır; burada kılıç teması kullanılmıştır. Basat kılıçla Tepegöz’ün başını keser ve Oğuz ilinde namı yayılır.

      Romanla farklı olan diğer noktalara bakıldığında; romanda çeşitli şekillere giren Tepegöz’ün efsanede böyle bir özelliğiolmadığı görülür. Basat onu gözünden hançerlerken, romanda bu detay yoktur. Bunun gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak unutulmamalıdır ki yazar, birebir Dede Korkut hikâyelerini kaleme almamıştır. Onlardan yola çıkarak, kendi düşünceleri ve duygularıyla yeni bir dünya oluşturmaktadır.

      Romandaki ilk hikâyeden anlaşılır ki bütün Oğuz beyleri Boğaca Fatma’nın oyununa gelmişlerdir. Hepsi de casuslukla suçladıkları oğlanın Fatma’dan olan kendi çocuğu olduğunu düşünür ve bir daha Oğuz’a dönmemek üzere onu serbest bırakırlar. Beylerin baba yüreği, çocukları sandıkları bu genci kuyuda bırakmaya el vermez.

      Bayındır Han, Boğaca’nın bu kurnazlığına hem şaşırır, hem de beylerin geldikleri oyuna güler. Yalnız Aruz Koca, Boğaca ile yaptığı görüşmeyi Han’a anlatmaz. Bayındır Han, Aruz’un bunu saklamasından rahatsız olur. Dede Korkut’a da bu rahatsızlığını söyler. Ancak bu akıllı hareketin esin kaynağının Dede Korkut olduğunun da farkındadır, buna rağmen hiç sesini çıkarmaz. Çünkü Bayındır Han’ın bu mahkemeyi kurmasının amacı farklıdır; bunu da okuyucu yine Dede Korkut’un ağzından öğrenir:

      Evet, buymuş Han’ın öğrenmek istediği mesele! Oğuz içinde kim ne istiyor? Oğuz’un yarısı nerededir? Uzun zamandır ikiye bölünmüş olan Oğuz’un bugün sözde birliği neden tüy kadar inceldi? Suçlu kim, Bayındır Han, boşuna söz