Orhan Söylemez

Türk Dünyasında Tarihi Roman ve Milli Kimlik


Скачать книгу

Fakat romanın sonunda kimin gerçek kimin sahte Şah İsmail olduğu da iyice karışmaktadır. Bu da belki yazarın postmodern bir roman yazma gayreti olarak gösterilebilir. Bu yönleriyle roman, tarihî malzemesinin yanı sıra zamanı ve mekânı aşarak insanlık değerlerine dokunabilen bir kurguyla etkileyici bir edebî eser olarak okuyucunun karşısına çıkmaktadır.

      Roman için “tarihî” demek yanıltıcı olmaz. Olaylar zamanı bilinmeyen bir geçmişte cereyan etmektedir. Kahramanlar tarih kaynaklarına uygun olarak seçilmiştir. Diğer taraftan eserde hâlihazırda yaşanmakta olan bir de hadise vardır. Bu da romanın başında anlatıcının arşivde “eksik el yazmasını” bulması, kütüphane memuresine okutturması, tercüme ettirmesi ve eser üzerinde düşünmesidir. “Buradan ne çıkartılabilir?” sorusu birçok bilinmezi beraberinde getirmektedir. Sovyetler Birliği’nin yıkılışından sonra yazılmış bir eser ile yazar, geçmişe dair pek çok bilginin yok edilmeye çalışıldığı bir dönemin ardından böyle bazı eserlerin korunabildiğini vermek istemiş olabilir. Ayrıca, gerek Sovyet döneminde gerekse sonrasında Azerbaycan’da yaşandığı bilinen “adaletsizlik” meselesine açıklık getirmek isteyebilir. Bayındır Han şüphelendiği bir olay etrafında bütün beylere eşit mesafede durarak onlara kendilerini savunma hakkını verir. Bu da “adalet”in temeli olarak değerlendirilebilir.

      Yazarın ayrıca bu konuda yazmış olduğu Gizli Dede Korkut kitabı da bu bağlamda değerlendirilebilir. Diğer taraftan tarihin derinliklerinde yine Oğuzların hayatını anlatan bir başka sanatçı da Türkmen yazar Annaguli Nurmemmed’dir. Annaguli Nurmemmed’in bütün Türk dünyasının ortak destanı olan Oğuz destanını motif olarak seçtiği Nuh Tufanı ve Büyük Göç romanları da önemli bilgiler içermektedir.

Annaguli Nurmemmed. Nuh Tufanı

      Yazarın olgunluk dönemi eseri olan roman 1990 yılında yayımlanmıştır.22 Eserin konusu, bir Türkmen köyünde yaşayan halkın kendi benliğini ve kimliğini koruma çabasıdır. Sovyet döneminin tenkit edildiği romanda, baraj inşa edilmesi yüzünden sular altında kalan köyde geçen olaylar anlatılır.

      Romanda, kutsal kitaplardan bilinen eski “Nuh tufanı” değil, insanların ruhlarında meydana gelen tufan anlatılır. Olaylar, Sovyet rejimi altında baraj inşasıyla sular altında kalan bir Türkmen köyünde geçer. Roman, şehre göç etmeyip köyünde kalmayı tercih eden son beş hanenin, bu hanelerde yaşayan, inançlarını ve kültürel değerlerini korumaya çalışan, bu arada zaman zaman sapmalar da yaşayan insanların hikâyesidir. Romanda yer yer Nöker Bekçi, Sehetniyaz Molla ve kızı Ayceren, Arhip Balcı, Cihansultan Teyze ve oğlu Mekân, Annam Dükkâncı ve karısı Sadap’ın hikâyeleri anlatılır.

      Romandaki ilk bölüm, “Kıssa Başı Nöker Bekçi’nin Defterinden” adını taşır. Bu bölümde Nöker Bekçinin “Kitapların Şahı” adını verdiği kitabından iki sayfalık bir bölüm alınmıştır. Yazar, olayları anlatırken kendini gizlemez ve yer yer kahramanlarla ilgili tahlillerde bulunur. Nöker’in kitabından defter olarak bahseden de yazar-anlatıcıdır. Şu satırlar, yazarın anlatıcı olarak romana nasıl girdiğini ifade etmesi bakımından önemlidir:

      Köyde kalanlar hakkında söylenen sözler bunlar. Fakat duyduğuna değil, gördüğüne inan derler. Belki onları görüp, sözlerini dinleyip, olan biteni tahlil edebilirsek, her şey bir elin ayası gibi açık seçik meydana çıkar. Öyleyse sabah selamının ardından neler olup bittiğine bakmak bize düşüyor… (s. 10)

      Roman, yirmi bölümden oluşur. İlk bölümde Sehetniyaz Molla ile Nöker arasındaki fikir çatışmasından söz edilir, köyün sakinlerinin isimleri ve oturdukları evler kısaca tanıtılır. Daha sonra da köyün mollası Sehetniyaz’ın tanıtımına geçilir. Sehetniyaz, köyün en itibarlı insanlarından biri olan Heştek Ahun’un oğludur. Bir kızı, üç oğlu vardır. İki büyük oğlu okumaya gidip orada evlenir ve şehre yerleşir. Küçük oğlu ise büyüyünce yoldan çıkar ve hapishanelerden kurtulamaz. Molla’nın karısı ise kızı Ayceren’i doğururken ölmüştür. Ayceren, babası ile köyde yaşar ve ağabeylerinin ısrarlarına rağmen babasından ayrılamaz. Molla, dinine bağlı, inançlarının gereklerini yerine getirmeye çalışan samimi bir insandır. Köydeki camiyi düzenleyip ibadete açmak isteyince tutuklanır. Bir süre hapiste yattıktan sonra serbest kalır. Romanda köydeki herkesin farklı inanca sahip olduğu sık sık vurgulanır. Nöker, Allah’a inanmaz; sadece başı sıkıştığında Allah’ın adını anar. O, yalnızca kitapların şahı adını verdiği kendi yazdığı kitaba inanır. Sehetniyaz Molla hayatının sonuna kadar Kuran’a bağlı olarak yaşar. Öldüğünde elinde Kuran vardır. Çevresindekiler elinden Kuran’ı alamadıkları için onu o şekilde gömerler. Arhip Balcı, annesinin yegâne hatırası olan İncil’e bütün kalbiyle bağlıdır. Cihansultan Teyze, partisine her şart altında inanır ve güvenir. Romanda, eğer böyle giderse birliğin hiçbir zaman sağlanamayacağı ifade edilir. Mahtumkulu’nun sözleri de bunu ifade eder: “Büyük dağın başındaki üç ağacın kökü bir olmazsa, başlarını birleştirmek olmaz.” (s. 144) Sehetniyaz Molla hapse düştüğünde orada yaşadıklarını hatırlar ve şu satırlarla anlatır:

      Sehetniyaz Molla ise hapse düşüşünü gerçek cehennemin orası olduğunu düşünüyordu. Bir keresinde namaza durduğunda, kendini bilmez bir delikanlının yaptıklarına dayanamayıp, Allah yoktur diye ona eziyet ettiğini, elinden seccadesini alarak, Allah varsa bana kötülük yapsın, diyerek onu tekmelediğini, sonra da bu dengesizliğe dayanamayan başka delikanlıların onu ölünceye kadar dövüşünü hatırlıyordu. Kendi küçük oğlunun da hapiste öldüğünü, o cehennemden bu şekilde kurtulduğunu da hatırlıyordu. (s. 201)

      Sehetniyaz Molla öldükten sonra onu Gümüş Mezarlığı’na gömmek isterler ancak bölge başkanları bu mezarlığa ölü gömülmesini yasaklamıştır. Bu keyfi yasaklama, Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel adlı romanında Ana Beyit mezarlığına getirilen yasağı hatırlatır. Romanın kahramanı Yedigey, âdeta bir asra bedel olan bir gün içinde, dostu Kazangap’ı mezarlığa götürür, ancak yasaktan dolayı onu mezarlığa gömmeyi başaramaz.

      Arhip Balcı’nın “balcı” lakabı yıllarca arıcılıkla uğraşıp bal dağıttığı için kendisine verilmiştir. Asıl mesleği ormancılıktır. O, nehrin kenarındaki ormanı korumaktadır. Evi de ormana yakındır. Arhip her yıl mayıs balını aldığında köydeki her bir hanenin bir sene yiyeceği balı da alıp evlerine bırakır. Bunun karşılığında kesinlikle para kabul etmez. Romandaki bu ayrıntı da onun ne kadar iyi yürekli bir insan olduğunu göstermesi bakımından dikkate değerdir. Zaten romanın devamında Marcina ismindeki “ahlâksız” bir kadını acıdığı için evine almış, bu kadın yüzünden köylünün başı epeyce belaya girmiştir. Arhip, Maria ile Mihail’in oğludur. Babası cepheye gitmiş ve bir daha dönmemiştir. Arhip, Larisa isminde bir kadınla evlenmiş, ondan Tanya isminde bir kızı olmuştur. Eşi köyde yaşamak istemediği için ondan ayrı yaşamaktadır. Arhip, bir kaza sonucu annesinin ölümüne sebep olmuş, bu olayı da uzun bir süre unutamamıştır. Annesinin ölümünden sonra ondan yadigâr kalan İncil’i anasının sıcaklığını hissederek kendisine arkadaş edinmiştir. Arhip ile Sehetniyaz’ın ortak tarafları iki kahramanın da kutsal kitaba olan bağlılıklarıdır.

      Cihansultan Teyze bütün hayatını yalnız geçirmiş bir kadındır. Eşi savaşta şehit olmuştur. Köyde mevkii yüksektir. İnsanlar zaman zaman köyün gerçek ismini söylemeyip “Cihansultan Teyze’nin köyü” derler. O, köyü köy yapan, savaş zamanında gelinleri önüne katıp, nerede ağır bir iş varsa oraya giden, bastığı yerden ateş çıkaran bir kadındır. Kolhozun bütün “başkanlık” mevkilerinde tek tek görev yapmıştır. Ömrü boyunca