Orhan Söylemez

Türk Dünyasında Tarihi Roman ve Milli Kimlik


Скачать книгу

Bekçi, anne ve babasından ayrı yaşamaktadır. O, üniformalı ve resmi görevli bir bekçi değildir. Askerden döndükten sonra bir dönem ova bekçiliği yapmış, köyün nüfusu azalınca görevinden alınmıştır. Ancak o para almadan köyün bekçiliğini yapmaya devam etmektedir. Romanın ortalarına doğru da köyde açılan zührevi hastalıklar hastanesinde bekçilik yapar. Nöker, okumayı seven bir kişidir. Bu sebeple gittiği evlerde kapağı hiç açılmadık kitaplara bakar. Onun kitapları sevdiğini bilen ev sahibi de ona kitabı hediye eder. Nöker, Sehetniyaz Molla’nın kızı Ayceren’e âşıktır. Ona bir mektup yazarak aşkını itiraf etmiş, Ayceren de onu sevmiş, fakat Ayceren’in babasının ölümü sebebiyle iki genç kavuşamadan ayrılmışlardır. Nöker “Kitapların Şahı” isminde bir kitap yazmaktadır. Sehetniyaz Molla Kuran’a, Arhip Balcı İncil’e, Nöker ise kendi kitabına tutkulu bir inançla bağlıdır.

      Romanda Sehetniyaz Molla vasıtasıyla devletin köy halkına uyguladığı yanlış politika eleştirilir. Halk bir bir köyü terketmiş, köyde kala kala beş hane kalmıştır. Bunun sorumlusu devlettir. Kolhoz sistemi kurulduktan sonra halkın elinden sürü sürü koyunları alınmış, köye kanal açılmış, köydeki evlerin içi nem ve rutubet dolmuştur. Millet de çaresiz kalmış ve göçmek zorunda kalmıştır. Sehetniyaz Molla bu meseleyi Cihansultan ile tartışırken ona şöyle der:

      Savaş zamanında bu insanlar sizin partinize lazımdı da, şimdi her şey düzeldikten sonra, işinize yaramaz mı oldular? Onların başına tufan inerken yardım etmeyi düşündünüz mü? Bütün göçebe ve yörük halkını dağıttınız. (s. 32)

      Romanda, birlik olamayan, çeşitli heveslerle köyünü, yurdunu terk eden insanların durumu arılar vasıtasıyla anlatılır:

      Arılar eskisi gibi vızıldayarak gelmiyorlardı. Neredendir bilinmez bir yerlerden koku alıp uzaklara uçup gidenler oralarda çiçekli bir yer bulup geri döndüklerinde kendi halindeki arıları da kandırarak, beraberlerinde götürürlerdi. Kendi halindeki arılar böyle bir yerin varlığından haberdar olunca başıbozuk arıların ardına düşüp daha uzak yerlere uçarak yollarını kaybedip bir daha dönüş yolunu bulamazlardı… Gel gör ki olur şey değil, çiçek diye giden arıların bir kısmı vücutlarını kirletip gelmişlerdi. (s. 41-42)

      Yine romanın bir bölümünde Türk halklarının birlik olamamaları arılardan hareketle anlatılır:

      Kovandaki Ece arıların çoğunluğu ölüp, onların neslinin gönlüne endişe düşmüş olmalı. Sonra, herkes kendi başına buyruk olup, her biri kraliçe olmak için, yanlarına asker toplamışlardır. Sonunda ana arı ölüp, dışardan da müdahale eden olmayınca, köşkün içi karmakarışık hale gelip, arılar kendi dünyalarını kendi başlarına yıkmışlardır. (s. 41-42)

      Arhip’in annesi Maria’nın ölümünün ardından köyde onun hangi mezarlığa gömüleceği konusunda tartışma başlar. Maria bir Hristiyan olduğu için, onun köydeki Gümüş Mezarlığı’na gömülmesinin doğru olmadığı görüşü köylüler tarafından savunulur. Arhip ise bunun haksızlık olduğunu, annesinin sağlığında köydeki herkesle dostane bir şekilde geçindiğini, öldükten sonra da mezarlığa gömülmeyi fazlasıyla hakettiğini şu sözlerle anlatır:

      Hayır doğru yapmıyorsunuz insanlar, kara günlerde kendi kendinizi teselli ettiniz. Yüzünüz nurlandığı zaman birlikte güldünüz. Ömür sandalını aynı gölde küreklediniz. Şimdi niye böyle oldu? Hepsi bu kadar mıydı? Ölüme kadar mıydı? Şimdi niye yollarınız ayrıldı? Bu biçare toprağın otunu ormanını koruyarak can verdi, bu toprak için öldü. Şimdi de ona buradan bir karış yer bulamadınız. (s. 64)

      Annesi için söylediği şarkı ile herkesi duygulandıran Arhip, şu sözlerle de birlik mesajları verir: “Bilemiyorum. Yüreğimin kâfir mi Müslüman mı olduğunu bilemiyorum. Annem için de aynısını söyleyeceğim. Ancak her ikimizin kalbi de bu köyün insanlarınınkinden farklı değildi.” (s. 68) Sehetniyaz Molla bu sözlerin ardından Maria’nın Gümüş Mezarlığı’na gömülmesi gerektiğini ifade eder ve kardeş oldukları mesajını yineler: “Bir köyde kardeş gibi yaşayan insanlarız. Mezarlığımız da kardeş gibi olmalıdır.” (s. 69) Arhip Balcı ile annesi Maria’nın köy halkı ile ilişkisi, Elçin’in Ak Deve romanının kahramanı Ziba Teyze’nin mahalleli ile olan sıcak ilişkisini hatırlatır. Ziba Teyze Yahudidir. Bir gün “peygamber hakkı için” diye yemin eder. Aliabbas, ona “Hangi peygamberden bahsediyorsun?” diye sorunca Ziba Teyze ona birliğin önemine işaret eden şu satırlarla cevap verir: “Aliabbas kardeş, Allah seni selamet eylesin, eğer peygamberse demek ki iyi insandır. İyi herkes için iyidir, sen Müslümana da, Hristiyana da, bana da…” (s. 146)

      Romanda göbek bağı insanın doğduğu toprağa ve onun değerlerine bağlılığını ifade eden bir sembol olarak kullanılır. Nöker, yazdığı kitapta şu cümlelerle bu bağlılığı ifade eder: “Ey insan, senin varlığını çeken o kuvvet, toprağa gömülmüş olan göbek bağındı. Ne yaparsan yap, fakat göbek bağını yitirme, o gömülü olduğu toprakta atalarının ruhuyla karışıp senin yaşamana neden olmaktadır. O, mukaddeslik çeşmesinin kaynağıdır. Göbek bağına ihanet edersen, anandan emdiğin süte de, kendi kendine de, tüm varlığına da ihanet etmiş olursun. Dünyada bu mukaddesliğe kastetmekten büyük cinayet yoktur.” (s. 7-8) Nöker, sonraları dünyaya gelen bebeklerin göbek bağlarının çöpe atıldığını öğrendiğinde nesillerdeki bozulmayı bununla açıklar: “Nereden onlarda edep, terbiye olsun, asıl onları toprağa bağlayan ruh yok. Bu halde nesiller nasıl küçülmesin.” (s. 101)

      Romanda, köylüler istemediği hâlde, zührevi hastalıklar hastanesi köye taşınır. Nöker bu hastanede bekçilik yaptığı için burada polislerin ve doktorların yaptığı ahlâksızlıklara şahit olur. Hastanede yatan kadınlar, hastalık mikrobu taşıdıkları bilindiği hâlde, doktorlar tarafından pazarlanırlar. Polisler de aldıkları rüşvetler sebebiyle bu duruma göz yumarlar. Okumuş kesimi temsil eden doktor ve polislerin bu davranışları toplumdaki bozulmuşluğu göstermesi bakımından dikkate değerdir. Nitekim ahlâksız bir adam olan Annam da bu kadınlardan biriyle ilişkiye girdiği için hastalanır ve bu hastalığı karısı Sadap’a da bulaştırır.

      Romanın geneli göz önünde bulundurulduğunda, yazarın kömünist rejimin yanlış uygulamalarını eleştirdiği ve birlik-beraberlik mesajı vererek milli kimliği güçlendirme gayesi taşıdığı görülmektedir. Ayrıca mevcut düzenin yozlaşmışlığına yapılan vurgu, milli kimlik bilinci üzerine inşa edilmiş olan ve kardeşlik bağlarını önemseyen bir toplumun oluşturacağı yeni bir düzene olan özlemi dile getirmek içindir. Romanda göbek bağı örneğinden hareketle nesil bilincine yapılan göndermede ise, aslında tarih bilincini öne çıkartmak amaçlanmaktadır.

Annaguli Nurmemmed. Büyük Göç

      Annaguli Nurmemmed’in bir diğer romanı Büyük Göç, Selçuknâme’den alınmış bir bölümle başlar.23 Bu eserde yazar, Sultan Sancar’ın esaretiyle zayıfladığı görülen Selçuklu Devleti’nden söz eder. Romanda Dandanakan ve Malazgirt gibi iki büyük savaş ve bu savaşların getirdiği sonuçlar üzerinde durulur. Dandanakan, Oğuzların ata yurduna kavuşmalarını sağlar. Malazgirt ise Rumistan’ın yolunu açmıştır. Göç, Türkmenler için çok önemlidir. Onlar, göçlerinin önünde hiçbir engel olmaması ve rahat göç yapabilmeleri için geniş bir coğrafyaya hâkim olmak isterler. Eserde “Cihan padişahı”, “Yedi iklimin padişahı” gibi ifadeler sıkça geçer. Eserin başı ve sonunda Sultan Sancar’ın esareti vardır. Selçuklu tarihine bu bölümlerde temas edilir. Oğuzların eline düşen Sancar’ın demir bir kafese konmuş olduğu eserin ilk kısımlarında