Mekemtas Mırzahmetulı

Kazakları Ruslaştırma Siyasetinin Bilinmeyen Yönleri


Скачать книгу

target="_blank" rel="nofollow" href="#n30" type="note">30 Bu şekilde başpapaz, Puşkin’i örnek göstererek misyoner ilim adamları ve kilise çalışanlarının ideolojik yapısını ortaya koymuştur.

      Kazakların arasına giren, onlara Kazakçaya çevrilmiş Ortodokslukla ilgili kutsal kitapları okuyan Sokolov, doğrudan dinî propaganda faaliyeti yürütmüştür. Sokolov, Tatarların Kazaklar üzerindeki güçlü dinî etkisinden memnuniyetsizlik duyduğunu ifade etmiş, Tatarların Kazak topraklarından çıkarılması talebinde bulunmuştur. Raporunda 1892 yılının Mayıs’ında Nikolayevka’da yirmi bir Kazak ve iki Tatar’ı vaftiz ettiğini ifade etmiştir. Ayrıca, 1893’te Torgay eyaletinin Dombar bölgesinden üç Kazak, Keneral bölgesinden Kanipa Cumatova isimli Kazak kız, Arakarağay bölgesinden iki, Sirderya eyaletinin Perovsk ilçesinden iki, Akmola eyaletinin Kuşburun bölgesinden de bir Kazak’ı vaftiz ederek, onlara Rus ad ve soyadı verdiklerini coşkuyla bildirmiştir. Avezov’un otosansür uygulanmış yazısında yer alan: “… Mekeş yerine Mikail (Mişka) adını aldı.” cümlesinden misyonerlik politikasından somut sonuçlar elde edildiği anlaşılmaktadır.

      Görüldüğü üzere misyonerler, gayrı Rus halkları Hristiyanlaştırmayla yetinmeyerek, vaftiz edilmiş kişilere Rus ad ve soyadı vermeye çok önem göstermiştir. Bu, Kazaklar için büyük önem taşıyan soyağacını insanların bilincinden tamamıyla çıkarmak istemeleri maksadıyla gerçekleştirilmiştir. Böylelikle misyonerler, yeni vaftiz edilmiş kişileri onların iradesine tabi kılmak amacıyla, insanların bilincinden tarihsel hafızalarını silmeyi amaçlamıştır. Burada, Stalin’in opera sanatçısı Krause’nin konserinde bulunduğunu, konseri çok beğendiğini ancak şarkıcının Türk olduğunu öğrenince soyadını değiştirmek istediğini hatırlatalım. Misyonerlik fikrine uydurmak için mi, İlahiyat okulunda okuduğu için mi, yoksa başka bir sebepten midir bilinmez, Stalin sanatçıya Krause Petrov adını vermiştir. Bu bir rastlantı değildir ve öncesinde buna benzer bir örnek yine yaşanmıştır. Stalin, Gürcü Askeri Komitesi’nin üyelerinden biri olan Türk şair ve devrimci Ömer Faik’ten soyadını Rusça olarak değiştirmesini talep etmiş ancak reddedilmiştir. Buna karşılık şair kurşuna dizilmiştir. Ahıska Türklerinin, zorla Orta Asya ve Kazakistan’a sürgün edilmesi konusunda neyin esas alındığını anlamak güçtür. Bu gerçek, doğrudan Stalin’in emriyle Türk dilli halkların asırlardır kullandıkları alfabelerinin Rus alfabesiyle değiştirildiğini göstermektedir.

      Alektorov’un kitabında Sokolov’un iki çalışması mevcuttur. Yazarlar, onun misyonerlik düşüncenin propagandasını yaptığını ve yaymak için hizmet ettiğini saklamamıştır. Başka bir deyişle, Sokolov, Altınsarin’in okulunda koyun postuna bürünmüş bir kurt gibi, kendisini karma okul öğretmeni gibi göstererek, halka zarar veren politikasını yürütmüş ve sezdirmeden gizli misyonerlik görevini yerine getirmeye çalışmıştır.

      Avezov’un 1951’de yayımlanan ‘Üstat Şair’ romanında generalin “… Misyoner İlminski, Ostroumov, eğitimci ve nüfuz sahibi Alektorov, Ortodoks kilisesinin eğitimli ve aydın temsilcileridir.” sözleri bilgi verir niteliktedir. Yazar, Kazak halkının yabancı olduğu ideolojinin ve misyonerlik düşüncesinin maskesini düşürme niyetindedir. Ancak, şartlar sebebiyle kendi çalışmasına otosansür yapmak zorunda kalmıştır. Kişilik kültü döneminde, yazar sürekli fiziksel zarara uğrama tehditleri almıştır. Bu nedenle, sıklıkla kendi çalışmalarına otosansür uygulamak zorunda kalmış ve okurlara Kazak halkının Ruslaştırılmasında eski ve yeni dalganın zararlarını iletebilmek için otosansürü bir araç olarak kullanmıştır. Elbette o yıllarda baskı korkusu altında yaşamış büyük bir ülkenin acısını hissetmemek mümkün değildir. Kişilik kültü döneminde Avezov’un Kazak topraklarındaki misyonerlik hareketinden bütün açıklığıyla bahsedemediği anlaşılmaktadır. Eğer yazar, çok iyi bildiği ve bilimsel bakış açısıyla zararlarını iyi anladığı sömürgeci iktidarın politik amaçları hakkındaki gerçekleri yazmaya karar vermiş olsaydı, Stalin tarafından tekrarlanan sorunlara mutlaka değinmek durumunda kalırdı. Örneğin, Çarlık Hükümeti, Türk dilli halkların asırlar içinde oluşturdukları alfabesini Rus usulüne dönüştürmeye, halkları Hristiyanlaştırmaya ve Ruslaştırmaya çalışmıştır. Amiral Potemkin Çariçe Yekaterina’ya Kırım’dan Tatarların çıkarılması konusunda fikir vermiş ancak General Yermolov Kafkas’ın Müslüman halklardan temizlenmesi ve sonunda İmparatorluğun mülküne gireceği için bu halkların Rus göçmenlerle sömürge topraklarına yerleştirilmesi teklifinde bulunmuştur. Çarlık Hükümeti’nin yüzyıllardır süren bu çabasının 1930’larda Stalin tarafından gerçekleştirilmesi oldukça garip ve düşündürücüdür.

      Yazar bu durumla ilgili her şeyi biliyor olmasına rağmen yazma vaktinin henüz gelmediğini düşünmüştür. Ancak, gelecek kuşakların vatanlarında yaşananları bilmeleri için kinayeli ifadeler ve otosansürle gerçeği anlatmıştır. Yazarın hayatına bile mal olabilecek bu cesaretinden dolayı teşekkür etmek gerekir. Avezov zamanından günümüze kadar, bilimsel çalışmalarda ve ders kitaplarında, Orta Asya Cumhuriyetleri ve Kazakistan’ın kitle iletişim araçlarında misyonerlik hareketinin önemli ideologlarından İlminski, Ostroumov, Alektorov vd. enternasyonalizmin iyi niyetli ve aydınlanma amacını gözeten kişiler olarak methedilmiştir. Başka bir deyişle, onların öğretme propagandası devam etmiştir. Dolayısıyla, bu soruna değinmek ve bütün gerçekleri yazmak fayda yerine zarar verebilirdi. Avezov ‘Abay Yolu’ üçlemesinde başlangıçta İlminski, Ostroumov, Alektorov’u önemli misyoner ilim adamları olarak adlandırmış olsa da bu düşüncesinin tehlikeli olduğunu düşünüp bilinçli olarak otosansür uygulamıştır. Başka bir deyişle, tanınmış misyoner ve monarşist ilim adamları İlminski, Ostroumov, Alektorov ve en kıymetli fikirlerini kinayeli ifadelerle iletmiştir.

      Avezov’un ulaştırmak istediği bilginin özü, akademisyen A. N. Kononov’un sözlerinde saklıdır:

      “… Rus İmparatorluğu’nun doğu bölgelerinin siyasi ve ekonomik yönden iskânı için, öncelikli olarak ‘ideolojik özümseme’ yoluyla orada yaşayan milletleri Ortodoks kilisesine çekmek gerekmektedir. Bu sorunun çözümünü, bulunacakları bölgenin dilini öğretmek ve yaşam tarzını, gelenek-göreneklerini tanıtmak için özel eğitim kurumlarında ders alan Ortodoks misyonerleri üstlenmiştir.” 31

      Kutsal Sinod, Kazak bozkırları ve Türkistan bölgesinde sömürge altına alınmış gayrı Rus halkların ‘ideolojik özümseme’ yoluyla eğitilmesi için, devlet seviyesinde Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırma görevini misyonerlerin gerçekleştirmesi fikrini desteklemiştir. Bu sebeple devlet, misyonerleri hazırlamak için dinî eğitim kurumları açmış, yeterli miktarda yayın ve maddi kaynak desteği sağlamıştır. Bu şekilde misyonerler toplumda saygı görmüş, devlet tarafından desteklenmiş ve ‘vatansever’ olarak adlandırılmışlardır.

      Kazan şehrinde, çok sayıdaki kadroları misyonerlik kitlesine geçirme amacıyla Papaz Okulu 1797’de İlahiyat Akademisi’ne dönüştürülmüştür. Bu karar, Çarlık Hükümeti’nin ‘ideolojik özümseme’ tanımına hangi önemli politik anlamı yüklediğine tanıklık etmektedir.

      Çar sömürgecileri, misyoner ilim adamlarına önemli bir görev vermiştir; maneviyatlarını anlayabilmek için misyonerler, hâkimiyeti altına aldıkları gayrı Rus halklarının din, dil, edebiyat, folklor, gelenek-görenek, dünya görüşü, tarih, etnografik ve psikolojik özelliklerini her yönüyle ve derinlemesine öğrenmekle sorumluydular. Türk dilli halklar konusunda uzmanlaşan ve tam bir misyoner örneği olan İlminski, Ostroumov ve Alektorov uzun yıllar yorulmadan bu alanda emek vermiştir. Otuzlu yılların sonunda toplumda dinî bütün eğitimci ilim adamları ve halklar arasındaki dostluğun pekiştirilmesine fazlasıyla katkıda bulunan öncü düşünce adamları