yem yeşil yaylalara sürülen büyük bir sürünün rahatlıkla otlanarak dolaşmakta olduğunu gördü. Sürünün dört tarafında, dört kurt dolaşıp duruyordu. Çoban köpekleri ise yer yarılıp içine girdi sanki. Üzeri uzunca bir önlüklü, başı açık, saç ve sakalı ösmüş, ama, yakışıklı bir beyefendi elindeki sopasına dayanarak, ona doğru bakıp duruyordu. O kişi Lapar’a çok tanıdık birisi geliyordu. Ama, onun kim olduğunu çıkartamamıştı. Böyle olmasına bakmaksızın, selamlaşma adabına uygun olarak ona selam verdi.
Yabancı kişi onun selamını cevapladıktan sonra:
– Baksana, çobanlıkta bile değişiklik yapma imkanı oluyor muş – dedi. – Aynı şekilde devam edersen, hayvanların kayba uğramaz.
– Koyun sürüsü hiç kurda emanet edilir mi?
– Neden olmasın ki? Ben emanet edebiliyorum.
– Sonuçta, onlar koyunların soyunu tüketirler!
– Telaşlanmana gerek yok. Korkma. Tüketemezler. Yüce Tanrı canlı varlıkları yenmesi için yaratmış. Bozkurt zamanında, koyunlardır keçilerin sorumluluğu ona ayıtmış. O, Göktürke bir sürü hayvan vermiş. Sen onun yerine Bozkurdun nesillerine ne verdin? Eğer, sen sürünü kurtlara emanet edersen, onlar senin hayvanlarını güderler, eksiksiz teslim ederler.
Yabancı kişi, son sözünü söyledikten sonra, hemen ortalıkltan kayboldu.
– Durun! Nereye gittiniz? Siz kimsiniz? – dedikten sonra, Lapar yabancı kişinin durduğu yere taraf koştu. Kendi sesine, kendisi uyandı.
Lapar, görmüş olduğu rüya konusunda çok düşündü. Bunun tabiri ne olabilir acaba?
Aslında rüyalar zihinlerde karma karışık şekilde olurlar, o kadar da çok aklına gelip de durmaz, fazla hatırlayamıyorsun da, bu rüya ise Lapar’ın aklında taşbasma yöntemi ile yazıya aktarılmış gibi kaldı. Özellikle de “Eğer, sen sürünü kurtlara emanet edersen”… denilen sözler tekrar tekrardan onun diline dolanıp duruyordu. O, konaklama yerinin etrafından dolaştıktan sonra, mayıs böceği gibi ışık saçmakta olan gözlerini ışıldatıp yatan koyunlara baktıktan sonra, yagmurdan kaçarak, sundurmanın altına sığıgınarak yatan köpeklerini gördüğünde bile, o dört kelimeyi defalarca tekrarladı.
Durup dururken kendi haline gülümsedi. “Koyun denen mahlukat akılsız olurmuş derler, bu dediklerinde doğruluk payı olabilir. Ben de koyna benzemeye başlamışım, herhalde aklımı yitirmiş olmalıyım! Yoksa, koyun sürüsü hiç kurda emanet edilir mi? Böyle bir şey yapmak akla zarar değil midir? Hayır. Bu olacak birşey değil.
Ne olmuş ki, görmüşsen görmüşsün böyle bir rüya. Hangi görmüş olduğun rüyan, aklında kalıp da hayat buluyor ki?!”
Lapar, görmüş olduğu rüyasını kim de olursa birine anlatmak istedi. Kime anlatacak ki?! Konaklama yerinde kendisinden başka kimse yok ki. Köpeklere mi anlatsın? Koyunlara mı anlatsın? Ya da gencecik taya mı anlatsın? Keşke, onlar insanların konuşmalarını anlayabilseler?!
Yakınlarda bir yerde ciyaklayan eniklerin sesi duyuldu. Lapar, Alakancığın yanına gitti. Akşamdan kalma çorbadan doldurduğu yalağını ona verdi. Alakancık iştahla yalağa ağzını sundu. Fırsattan faydalanan Lapar eline ilk geçen eniği tutup aldıktan sonra, etegine koydu. Daha sonra götürüp, onları at torbasına doldurdu.
Tan yeri tilki kuyruğu kadar attığında, yağmur da durdu. Sürü yattığı yerden kalktı. Çoban ağılın kapısını açtı. Davarlar, çanlı erkeçin peşine düşerek, yaylaya yayılmaya başladılar.
Sürünün peşini takip ederek giden çoban, kısa saplı küreğini de atının eyerinin kaşına bağladı. Konaklama yerinden epeyce arayı açtıktan sonra, çukur açıp, Alakancığın gözleri açılmadık onbir adet eniğini diri diri toprağa gömdü. Ama, karanlıkta Lapar biri benekli, bir de siyah eniği unutmuş oldugunu henüz bilmiyordu. O ikisi, nasıl da olduysa, bir şekilde saklanmış, gözden kaçmıştılar.
Uzkurt
Havanın bozulmaya başladığını anladığı andan itibaren, Akhal hem kendisi için hem de yavru Uzkurt için saklanabilecekleri bir barınak aramaya başladı. Sonunda terk edilmiş bir tilki ini bulup, ön sol ayağıyla eşeleyerek, ini biraz genişletti. Sonra Uzkurdu çağırmaya başladı. O anda, Uzkurt, ondan oldukça uzağa gitmişti. Büyük gövdesini zorlukla havalandırarark uçmaya çalışan büyük toy kuşu onu o kadar imrendirmişti ki, Uzkurdun gözü uçsuz bucaksız kocaman çölde ondan başka hiçbir şeyi göremez hale gelmişti. Toy kuşu, Uzkurdu gördüğünde onu yavru köpek zanneti. O kadar da ciddiye almadı. Her ne olursa olsun, yırtıcı hayvandan biraz da olsa uzak durmayı yeğledi. Ağır gövdesini yerden kaldırdıktan sonra, süzülerek, farkedilebilir bir mesafeye kadar uçarak iniş yaptı. Bunun gibi durum üç kez tekrarlandı. Her seferinde de işte yakaladım, işte yakaladım dediğinde, uzun kanatları toy kuşunu yakalanmaktan kurtarıyordu.
“Uçmayı bilen bir kuşun peşinden koşmanın bir faydası yoktu.”
“Kuşları ancak yere iniş yaptıklarından sonra, gafil kalmaları durumunda yakalamak mümkün idi.”
“Kuşun gagasına karşı her zaman kulağınızın kirişte olması gerek” diye, Akhal’ın ona öğretmiş oldukları Uz-kurdun aklında kalmış olsa da, onun Toy kuşunu yakalayıp yiyesi gelmişti.
Ayaklarının altındaki topraklara basmaya başladığına henüz bir ay dolmuş olduğuna bakmaksızın, Uzkurt inanılmaz derecede inatçı ve serbest davranmaktaydı. O, Toy kuşunun büyük gövdesini taşıyarak, uzak mesafeye uçamayacağına göz yetirmişti. Bundan sonraki iş, onun farkına varamayacağı şekilde ona yaklaşmaktı.
Işin kolay tarafı, Toy kuşu, Uzkurda doğru bakmamaktaydı. Bazen sağa doğru, bazen de sola doğru yürüyerek, çöldeki kurumuş otların, yere düşmüş tohumlarını toplamaktaydı. Görünürde onun tek derdi vardı, o da mideyi doldurmaktı.
Uzkurt, bazen yere kapanarak, bazen sıçraya sıçraya, taş atsan yetecek mesafeye kadar ulaştı. Sonra iyice yere kapandıktan sonra, yavaş yavaştan öne doğru sürünmeye başladı. Avuna atlamaya çok az kalmıştı ki, gürültülü bir ses duyuldu. Toy kuşu, kısa bir süreliğine sese kulak vermiş gibi yaptıktan sonra saksavulların olduğu yere doğru yorgalayarak yürümeye başladı. Uzkurt onun peşinden koştu. Koşmasıyla birlikte Toy kuşu kanatlarını sallayarak, geniş adımlayarak, havaya kalktı. Toy kuşu bu kez çok da yakın olan yerlere inmedi, ufuklarda siyah noktaya dönerek, gözlerden kaybolup gitti.
Gürültü giderek yaklaşmaktaydı. Uzkurt sesin gelmekte olduğu yöne baktığında, dört köşeli, kocaman dere taşına benzeyen bir şeyin büyük bir gürültü ile yaklaşmakta olduğunu gördü.
O, Akhal’ın, “Kurdun kafasının saklayabildiği yerde gövdesini de saklayabilmelidir” diye anlatmış olduklarını hatırladı, sözenin kırılarak kıvrılmış iğneli dalının altında saklandı. Kamyon onun on adım ötesinden geçip gitti. Kamyondakiler, Uzkurdun orada olabileceği konusunda kuşku bile duymadılar.
Saksavullu yere ulaştıklarında, oduncular araçlarının kabininden iner inmez, kurumuş saksavulları toplamaya başladılar. Uzkurt onların hareketlerini gördüğünde çok garip buldu. Uzkurt, insan adı verilmekte olan mahlukatların var olduğunu, onlardan uzak durmasının gerekmekte olduğunu duymuştu.
“İnsanları görmedik canlılar en yırtıcı hayvanlar sayılmakta. Ama, insan tüm canlı ve mahlukatların içinde en yırtıcısı” diye, Akhal’in ikaz etmiş olduğu aklına gelmişti Uzkurdun. “Acaba, onlar bu kurumuş saksavulları toplayıp da ne yapıyorlar ki? Ya da onlar bu saksavulları yiyorlar mıdır?! Aa, bu iki ayaklı