ağzına atmak istedi. Ancak, Akhal’in: “İnsanlar eti tuzlayarak yerler. Kurtlarda ise eti tuzlayarak yemek mekruhtur” diye anlatmış olduğu aklına geldiği için kendini tuttu. Yoksa, Uzkurt henüz yavru olduğundan mı ya da cesur olduğundan mı pek fazla da korku hissetmemekteydi. Nedeni ise insanların canlılara ve mahlukatlara ne kadar acımasızca davranmakta olduklarını bilmemesiydi.
Oduncular yemeklerini yediklerinden sonra, tavşan avlamaya gittiler. Uzkurt saklanmakta olduğu yerden çıkarak, artıkları koklamaya başladı. Sirke, soğan, tuz, biber karıştırılarak yapılmış yemek atıklarından pek de hoş olmayan mide bulandırıcı koku gelmekteydi. Bir kenarda ise iki adet şişe devrilmiş yerde yatıyordu. Uzkurt onları kokladığında az kalsın kusacaktı.
Uzkurt, “Eğer insanlar bunun gibi berbat gıdaları yemekte ve içmekte iseler, o zaman ben kurt olarak dünyaya gelmiş olduğuma yüz binlerce kere Allaha şükretmekteyim” dedi. Şişenin ağzından dışarıya fışkırmakta olan pis kokan kokudan sersemleyen Uzkurt geri dönmeyi düşündüğünde, ayakları onu geri götürmüyordu.
Yağmurun damla damla yağmaya başlaması ile Uz-kurt odunların arasında saklandı. Karanlık iyice basmıştı. Oduncular geri döndüler. Yagmur ise muntazam bir şekilde yağıyordu.
Odunlar yüklenmeye başladndı. Yağmur ise daha da şiddetlendi. Oduncular, kamyonun kabinine girip yattılar.
Tüm gece yağmur yağdı. Uzkurt tüm gece odunların arasında saklandı.
Gece yarıdan geçtikten sonra yağmur biraz da olsa şiddetini azalttı. Aracın ışıklarının altında odunları yüklemeye başladılar. Tokar, büyük bir saksavulun kıvrılmış olduğu yerden tutarak kaldırmak istedi, kurt yavrusunu gördüğü gibi, bulunduğu yerde donakaldı.
Uzkurt kendisini farkeden insanın korkudan yana kıpırdamaya bile halinin olmadığını anladığı için cesaretlenmişti. Kaçmayı düşündü. Ama, onun gözüne her iki ta-rapta da duvara benzeyen birşeyler gözüktü. Aracın ışıklarından dolayı gözleri göremez oldu. Sadece bir tarafa – ışıkların karanlığı delip geçmekte olduğu yöne kaçmalıydı.
O, sadece iki kez zıplamaya yetişti. Üçüncü kez zıplamaya yetişmedi. Kimdir birisi onun üzerini kaftanı ile örtmeye yetişmişti…
Akhal yağmurun yağmaya başlaması ile rahatsızlanmaya başladı. Uzkurt’un izini izleyerek, Toy kuşunu kovalamış olduğu yere kadar geldi. Sonra oduncuların kaldıkları yere yaklaştı. Oraya geldiğinde Uzkurdun izini de kokusunu da kaybetti.
“Demek ki, insanlar onu yakalayıp götürmüşler. Şimdi ne yapabilirim?” diye, endişeli bir halde dönüp dönüp etrafına bakındı. Kum tepesinin üzerine çıkıp baktığında, uzaklarda üzeri saksavul yüklü kamyonun uzaklaşmakta olduğunu gördü. Kalbi param parça oldu. Aybörünün “Eğer, Uzkurt, ansızın insanların eline düşer ise, sen onu kurtarmak için hiçbir zahmete katlanma. Kendini kurtarmanın çaresine bak” diye söylemiş olduğu aklına geldi, geri dönmek istedi. Ama, kalbinde kor gibi alevlenmiş gururunun ateşi eniğinin yakalanıp göterilmiş olduğu yere doğru, aracın izini sürerek gitmeye mecbur etmişti. Uzaklarda kararıp gözükmekte olan çoban konaklama yerinin aşılmaması gereken sınırlarına kadar yaklaşan Akhal, orada, üstü odun dolu kamyonun yolunu devam etmek üzere olduğunu gördü. Araca binen iki kişiyi çoban köpeklerinin kovalayamamasından da anlaşılacağı gibi, Uzkurdun, çoban konaklama yerinde bırakılmış olduğunu anladı. Ancak, eniğini kendi gözleri ile görene kadar rahatlayamayacaktı. O, tüm geceyi, çoban konaklama yerini gözetlemekle geçirdi.
Sabahleyin, genç ata binerek, yaşı biraz büyük olan bir kişi, Börüsay’a doğru yol almaya başladı. O kişinin siması, Akhal için hiç de yabancı gelmedi, tanıdık bir simaydı o kişi. Onu yolcu ettikten sonra, çoban konaklama yerinde kalan genç delikanlı iki eniği götürerek, Alakancığı da peşine takıp, yerde açılmış olan çukura girdi. Sonra kara keçeden yapılmış eve girdi, kaftana sarılmış birşeyi alıp dışarıya çıktı. Delikanlı dışarıya çıktığında Akhal, Uz-kurdun kaftandan dışarıya doğru çıkmakta olan küçücük kellesini görmeyi başardı.
Akhal, şimşek hızı ile yaklaşarak, çoğluğu tehdit ederek, Uzkurdu onun elinden kurtarmak istegine kapıldı, bulunduğu yerden kalktı. Ama, kendisinin üç ayaklı olduğu aklına geldi, aynı zamanda da kendisinin buralarda olduğunu anlamamaları için o hayalinden vazgeçti.
Genç delikanlı, Uzkurdu koltukaltında taşıyarak, yerde açılmış çukura girdi. Oradan çıkıp, kara keçeden yapılmış eve girene kadar Akhal saksavulun altında saklandı, o taraftan hiç gözünü ayırmadan bakadurdu, daha sonra hayal kırıklığına uğrayarak Aladağa doğru gitti.
Aybörü onu gördüğünde:
– Ne oldu? Uzkurt nerede? – dedi.
– O, insanların eline düştü.
– Onda telaşlanacak bir şey yok. Tuzun tadına bakmaz ise yeter.
– Tuzun tadına bakmaz. Ben ona iyice tembihlemiştim. Ama, insanlarda merhamet yok. Işte onun için ben üzülüyorum. Ben onların kurtlara nekadar acımasızca davranmakta olduklarını kendi gözlerimle gördüm.
– Uzkurda acımasız davranmazlar. O henüz küçük.
– Küçük kurtlara karşı da nasıl davrandıklarını gördüm – diye, Akhal Kulanlı vadisinde henüz iki yaşına bile girmemiş olan iki kurdu nasıl katlettiklerini, Çıpar’ın padalyasını kuma gömerek defnedişi, sürülerinin kanını almak için yola koyulduğunu, sonuçta bir ayağından mahrum olduğunu beyan edip, delil olarak da ön sağ ayağını gözüne sokarcasına ona gösterdi.
– Bizi zayıflatmakta olan olay, insanlarda sayılamayacak kadar hilenin hem de kurnazlığın olmasıdır.
– Doğrudur. Ancak Uzkurdun derisini yüzmeye hiç kimsenin eli varmaz, kıyamazlar. O henüz gencecik bir enik. Insanların bile kalbi var. Kalbi olan bir canlı varlık eniğe merhametli davranacaktır. Henüz ben yavruyken aslan beni yiyebilirdi, bırakıp da gidebilirdi. Ama, o böyle yapmadı. Beni kendi eniği gibi emizirdi. Çünkü onun da bir kalbi vardı. İşte, sen onların eline düşseydin, durum tamamen başka görünüm alırdı. Sıra Uzkurt’a gelince, sen rahat ol. O özgürlüğü seven birisi. Özgürlüğü seven kurt ise başka birisinin elinde bağımlı halde yaşayamaz. Eğer onu demir kafeste tutsalar bile, günün birinde, O, kurtulmanın çaresini bulur, mutlaka buraya geri gelir.
Aybörü, bir dişi kurt, bir anne olarak haklıydı. İnsanların acımasızlığının canlı şahidi olan Akhal için ise, Uzkurt’un kısmetinin akibete uğramasından geriye kalan durumların tamamı belirsizlikler içinde kalacak durumlardır.
Kelekler ve Uzkurtcuk
Lapar sofrayı topladıktan sonra, evin duvarının dibinde duran sazını yani dutarınu eline aldı, şarkıya yeni mırıldanmaya başlamıştı.
“Dağların börüsü, çöllerin kurdu”
Köpeklerin ortalığı gürültü patırtı ile doldurup, koşarak gitmeleri, onun gönlünü rahatlatan meşguliyetini bir kenara bırakıp, dışarıya çıkmaya mecbur etti. Çıkar çıkmaz da üzeri odun dolu kamyon gelip durdu. Kabinin her iki tarafında ikişer duran köpekler sanki düşmanlarını görmüş gibi tehdit edici tavırla havlamaktaydılar.
Sürücü kabinin camını çok az açtıktan sonra:
– Köpeklerinizi defetsenizle! – dedi.
Değişik bir durumun ortaya çıktığını anlayan çoban, köpeklerini uzaklaştırdı. Kaftanını kucağında sıkı bir şekilde tutarak kabinden inen Tokar koşarak kara keçeden yapılmış eve girdi. Köpekler onun peşinden saldırdılar. Ancak, yetişemediler.