Abdıreşit Taşov

Bozkurtun Patikası


Скачать книгу

kurtun bir kere daha üç kez uluduğunu duydum.

      Büyük kurdun sesini duyar duymaz, evde kalanların hepsi dışarıya çıkmışlar. Babamın elinde kanlı bıçak, Berdi dayının elinde çifte namlu av tüfeği vardı. Onlar, kurdu vurmaya bile meyillenmediler.

      Berdi dayı, koşarak, yanımıza gelir gelmez, oğluna sarıldı. Ağlamakta olduğunu ya da gülmekte olduğunu anlayamadığımız bir durumda gelip, Kurdun yanaklarından öptü.

      – Diri misin, oğlum!

      – Baba, bana birşey olmadı. O çok iyi bir kurt.

      – Hadi yürüryün, siz eve doğru gidin! – diye, Berdi dayı oğlunu bıraktı da, diziüstü oturdu da, tepeye hitaben: – Ey, ana kurt! Benim günahlarımı affet! Bundan böyle, hayatım boyunca senin ve kurt ahalisinin eniklerime dokunsam, Hazreti Adem ümmetinin laneti üzerimde olsun. Yedi neslime ibretlik olması için aktarırım, bunu nasihat ederim. Bundan böyle, hem senin hem de diğer kurtların yavruları hür yaşasınlar! Bundan böyle, Bozkurdun nesillerini bir daha rahatsız etmeyeceğime, nesilbaşımız Oğuz-hanın ruhunun adından yemin ederim.

      Tepeye doğru baktığımda, büyük kurt hala bize doğru bakmış duruyordu. Sanki Berdi dayının söylemekte olduklarını anlıyormuşcasına, ana kurt daha sonra gökyüzüne bakarak, üç kez uzun uzun uluyarak, tepenin arka yamaçlarına doğru inerek gözlerden kayboldu. Mümkün, o da bir daha insan nesline dokunmayacağına dair yemin etmiştir?! Kim bilir? Biz kurt dilinden anlayamıyoruz ki.

      Kurt, evlerine geri döndükten sonra, yaşamış olduklarını, kısaca şöyle anlattı: “Henüz tan ağarıp sökmeye başlamamıştı. Küçük aptestimi yapmak için dışarıya çıkmıştım. Yan tarafımdan birisi çekmiş gibi oldu. Bir baktım, köpek gibi bir canlı beni sırtına atmış hızlı bir şekilde koşuyor. Bağırmak istedim, sesim çıkmıyor. İlk başta korktum. O, bazen benim yenimden çekerek, yürüyordu. Bazen de sırtına atıp kaçıyordu. Susuz kaldığımda emizirdi. Aç susuz tutmadı. Yakalamış olduğu av etinden çiğneyerek bana da verdi. O, bu gün, insanların izini takip ederek bu yere geldi. Tepenin üzerinde durmakta olan eniğini gördükten sonra, benim ellerimi yalıdı. Hepsi bu kadar.”

      Berdi dayı, oğlunun anma günü için kesmiş olduğu hayvanını düğün kurbanı olarak kesilmiş adak diye dağıttı. Hayvan etinin üç parçasının bir parçasını ana kurt ile eniğikleri için ayırıp, tepenin arka tarafına gitti de, nerede olduğunu bilmediğimiz bir yerlerde bırakıp geldi.

      – Akıllı bir kurtmuş – dedikten sonra, Tokar çobana bakarak. – Ancak bu eniğin annesi beni kaçırabilecek durumda olamaz?

      – Çeşit çeşit insanın olduğu gibi, kurtlar da çeşit çeşittir. Her ne olursa olsun tetikte olmamız gerekir.

      – Köpeklerin canı sağ olsun, kurtlar konaklama yerimize yaklaşamazlar. Yoksa da, o zamanlar çoban köpekleri yok muydu?

      Vardı. Berdi dayının oğlunu kurt kaçırdığı zamanda sürüler yaylalara sürülürdü. Çoğluk köpekleri de kendisi ile beraber götürmüştü.

      – Tamamdır, Lapar dayı. Birden bire beni de büyük kurt kayıplara karıştırır ise, o zaman işbu eniği serbest bırakıver.

      Onlar kendi aralarında anlaştılar.

      O günün ertesi, çoban fişekliğini beline bağlayıp, çiftesini omzuna attıktan sonra, genç atına binerek, Börüsaya’ya doğru gitti. Tokar ise çoban konaklama yerinde kaldı. O, Alakancığa yal vermeye gittiğinde, onun yanında, henüz gözleri dahi açılmamış, birisi benekli, diğeri ise siyah olan enikleri gördüğünde, sanki şansı yaver gitmiş kul gibi sevindi. Çobanın kelek enikler diye bu iki eniğide diri diri toprağa gömmemiş olduğundan dolayı ihtiyatlı davranma adına, Alakancığı iki eniği ile birlikte toprakta açılmış olan çukura taşıdı. Ana köpek uyuduğu zaman Uzkurdu ona götürüp emizirmek istedi. Kancık, Uzkurdun kokusunu alır almaz: “Benim yanıma neleri getiriyorsun sen!” diyercesine “hav hav” ederek, biraç kez havlamış gibi yaptı da, onun da henüz yavrucak olduğunu gördükten sonra, birşey yapmadan uzanıp yattı.

      Öyle olmasına bakmaksızın, Tokar kaftana sarılmış Uzkurdu korumak amacı ile onun üzerine eğilerek, emizirmeye çalıştı. eniklerin her ikisi de neşeli bir şekilde, annelerini emiyorlardı. Uzkurt onlara bakarak, anne kancığın sütünün kokusu gelmekte olan memesini kokladıktan sonra, somağını geri çekti. O, ilk başta anne kancığı, sonra ise henüz gözleri dahi açılmamış enikleri boydan başa hayretler içinde izledi. Baksana, bu köpekler nasıl bir yaratıklarmiş. Tüylerinin renkleri bile değişik hem de havladıklarında “hav haylıyor” demez isen, kurtlara da benzemiyorlar değil. Bunlar da dört ayakları üzerinde duruyor, yürüyorlar. Lokmayı da aynen bizimki gibi ağızlarıyla yiyorlar. Suyu da dilleri yardımıyla içiyorlar. Hayır. Hayır. Köpeklerin kulakları bile kısa ya sonuçta. Ama, nedendir ki, bunların eniklerinin uzunca kuyrukları da, bir de güzlel kulakları da var?!”

      O anda, Uzkurdun aklında, Akhalın köpeklerle ilgili söylemiş oldukları canlanmaya başladı.

      “Kurtlar ile köpeklerin kökeni birdir. Kadim dönemlerde, Bozkurt bir köpek ile bir de kancığı insanlara peşkeş çekmiş. İşte, o ikisinin neslinden de köpekler ortaya çıkmış. Onlar insanlara atlar kadar vefali dost olmuşlar. Ancak, insanlar, köpekleri kendilerine hizmet etmeleri için kullanmışlar. Böylece, köpekler hizmet etmeye başlamış oldukları günden itibaren özgürlüklerini kaybetmişlerdir. O günden beri de onlar özgürlüğün ne olduğunu bile bilmiyorlar. Kurtlar için ise özgürlük demek – bu hayatlarının anlamının ta kendisi demektir.”

      – Hayır, ben bunlar gibi hizmetçilik yapan bir köpeğe dönüşebilmem ki – dedikten sonra, Uzkurt kesin bir karara vardı. Ancak, o çok sıkı bir şekilde gözetim altında tutulmaktaydı. Sonrasında Uzkurt eniklerlede, Alakancık ile de alıştı. Eniklerin gözleri açıldıktan sonra, ortam daha da şenlendi.

      Lapar Börüsay’dan suratı asık, yorğun bir halde döndü. Avlamış olduğu tavşanları Tokara uztarak: – Al, şunları bir temizleyiver – dedi. Bir tavşanı göstererek: – Bunu, dönüşte yolda gelirken avladım. Henüz sıcaktır, derisini yüzer yüzmez, derisini bana getir dedi. Ayağıma bağlaya-cam. Bunun etini de yavru kurduna ver! – dedi.

      Tokar, söylenmiş olanları hemen yerine getirdi. Çöl tavşanının derisini de çobanın ayağına bağladı da çay ve yemek hazırlamaya başladı.

      Çay içmekte oldukları sırada, Lapar neden kafesin boş olduğunu sordu. Tokar hiç birşeyi saklamadan, her şeyi olduğu gibi anlattı, diri toprağa verilmekten sağ salim kurtulmuş olan iki kelek eniklerin ise kendisine verilmesini çobandan rica etti.

      Lapar, ne olumlu, ne olumsuz, hçbir şey demedi. Tokar, çobanın suskunluğunu, onun kabul etmiş olduğu anlamına geldiğini düşündü.

      Özgür mü olmak iyi, evcil olmak mı?…

      “Kız-ada, köpek-yabancı yalına yutkunur” demişler, eskiler boşuna söylememişler bu sözleri. Siyah enik, benekli enik ile aynı günde, aynı anneden doğuş olsa bile, onun yanında uzak durmaz idi. O, Uzkurt ile o kadar alışmıştı ki, eve girebilse, her zaman kafesin yanına varır, kafesin orada yatar idi.

      Tokar bir gece, siyah eniği, yavaşca, kafesin içine bıraktı. İlk başta, Uzkurt onu param parça eder diye korku sarmış olsa da, onların davranışlarını gördükten sonra, rahatlamıştı. Her zaman, kafesin içinde bir oraya bir buraya durmadan çırpınan Uzkurt siyah enik ile koklaşmaya başladı. Oynadı. Birazdan sonra ise biri birlerine sokularak yattılar.

      Benekli köpek ise bu duruma sinirleniyordu. Anlaşılan o ki, benekli köpek ile Uzkurt arasında bir anlaşmazlık ortaya çıktı. Ama, eniğin güçsüz olmasından