kenarını açtı. Kaftanın içinden insanlara, evde bulunan eşyalara merakla bakan, şirin mi şirin bir kurt yavrusunun kafası çok sevimli bir şekilde gözükmekteydi. O, Uzkurt idi.
– İşte, köpeklerin tanıyamadıkları, ortalığı gürültü patırtı ile doldurup karşılama yaptıkları bu küçük yaramaz.
– Dikkatli ol! Elini, kolunu ısarabilir.
– O bana, çoktan alışmış gibi.
– İnsan görmemiş hayvan, en yırtıcı hayvandır.
– O geçen geceden beri, tüm bir geceyi benimle geçirdi – diye, Tokar Uzkurdu odunların arasından nasıl bulduklarını, gece kamyonun farlarının ışıklarına gözünü kamaştırarak nasıl yakaladıklarını anlattı.
Çobanların konaklama yerinde, yabanı hayvanların enikleri yakalandığında onların tutulması için telden örülmüş ızgara şeklinde, sandık büyüklüğünde kafes bulunmaktaydı. Tokar, Uzkurdu, o kafesin içine yerleştirdi.
Oduncuları yolladıktan sonra, Lapar ona bakarak: – Kurdun eniğini neyine yaratacaksın? – dedi.
– Besleyeceğim. Evcil yapacağım.
– “Kurt yavrusu evcil olmaz” diye hiç duymamışmıdın?
– Duymuştum. İtiraz etmez isen, ben denemeyi düşünüyorum.
Çoban sesini çıkarmadan başını salladı da:
– Kurtlar üç yılda bir kere enik yapmaktadırlar. – dedi. – Onlar da köpekler gibi çok sayıda yavruyu dünyaya getiriyorlar. Bu kurtdun tek olma olasılığı yok.
– Vallahi, biz bunun haricinde ne büyük ne de küçük bir kurda rastlamadık. Ayak izlerini de görmedik. Belki de, kurtlar oralardan başka bir yerlere taşınmışlardır, bu küçük yavrucuk da yolunu kaybetmiş, ürkmüş sürüden kalmıştır?!
– Olabilir… – dedikten sonra, Lapar düşünmeye başladı. O, kendi kendine, Börüsay’a gidip gelme, eğer kurtların izine rastlar ise, tetikte olmak için gereken önlemlerin alınması ile ilgili uygulanacak tedbirler konusunda düşünmeye başladı.
– Onun bir şeyler üzerinde düşünmekte olduğunu anlayan Tokar:
– Alakancık yavruladı mı? – diye sordu.
– Ben onun eniklerini topraga gömüp geldim.
– Niçin?
– Kancıkların ilk kez yapmış oldukları enikleri kelek (düwünji) olurlar. Kelek enikleri ise toprağa gömülür, çobanlarda adet böyledir.
– Vah, Vah, olmamış, Lapar dayı! Hiç de böyle yapılır mı? Yahu, o eniklerin günahı neydi?
– Günahı adetin boynuna.
– O adetler, artık eskimiş şeyler. Bizim de artık yeni bir hayata başlama zamanımız gelip yetti.
– Yeni bir hayata başlasan da, eski bir hayat yaşa-sanda, sürünün peşinde sopanı sallayıp yürümekten başka çare bulunmaz. Çoban hayatı on bin yıl öncesinde de aynıydı. Eğer insanlara et ile yün lazımsa, yine de on bin yıldan sonra bile aynı şekilde olur.
– Tabi ki, öyle olabilir, dünyaya yeni gözünü açmış eniklere yüreğim sızlıyor.
– Merhamet etmek hem sevap iştir hem de güzel ahlaklılıktır. Müslümanlar, ramazan bayramında, büyüklüğün ifadesi olarak, sevap kazanmak için bir köleyi hürrüyetine kavuşturmuşlar ya da bir kuşun kafesten kurtulup özgür kalmasını sağlamışlar. Sen de o kadar merhametli isen, neden bu kurt yavrusunu yakalayıp getirdin, kafese hapsettin? Biliyormusun? Özğürce dolaşan bir kurt için kafeste yaşamak ölümden ağır bir derttir.
– Lapar dayı! Bırak şunu deme. Ben kendi yiyeceğimi ona vermeye razıyım.
– Öyleyse “Kelek enikleri diri diri toprağa gömmüş” diye, beni de yermeye çalışma.
– Zira “Kelek enikten it olmaz, köpekbalığından balina” diye atasözü vardır. Böylece bu konunun son cümlesini kurmuş, noktasını koymuş olalım. Anlaştık mı?
– Anlaştık.
– Şimdi, ikinci konu.
– Çoban abi, şu kurt konusunda da bir nokta koysak nasıl olur?!
– Hiçde kötü olmaz. Ancak, senin bilmen gereken bazı şeyler var.
Çoğluk, sabırlı bir şekilde sustu.
“Kurtlar çok gururulu hem de mert yaratıklardır” – diye, Lapar sözünü devam etti. – Ben o zamanlarda genç bir delikanlıydım. Yaylaya çıkmış idik. Kadınlar ve kızlar, keçileri, koyunları sağarlar. Biz – erkek çocuklar ise, oğlak ve kuzulara göz kulak olurduk. O zamanlarda her bir sürüde üç kişi yani çoban, onun yanında yardımcısı, çoğluk atanırdı. Şu anda olduğu gibi iki kişi değildik. Babam çoban idi. Berdi ise yardım ederdi. Yani, bildiğimiz çobanın yardımcıydı.
Bir keresinde Berdi dayı Börüsay’dan kurt yavrusunu yakalayıp getirdi. Babam ona “Bırak!” dedi. Berdi abi ise tam da senin yapmakta olduğun gibi kurt yavrusu ile kan kardeşiymiş gibi bir türlü bırakmadan direndi.
Berdilerin evi bizim evimizden yaklaşık otuz adım ilerideydi. Aradan iki gün geçtikten sonra şöyle bir olay oldu. Sabahleyin gürültü patırtı duyuldu. Kimisi bağırmaktaydı, kimisi ağlamaktaydı. Berdi dayı ise bir sağa bir sola koşarak kendini oradan oraya atmaktaydı. Neyin ne olduğu ile ilgilendiğimizde, gece ailenin tamamının, bir yerde yatmakta olmalarına bakmaksızın, kurt, onların altı yaşındaki oğlanlarını gece uyurken kaçırmış.
Babam, Berdi dayı ile kurdun izini sürmeye başladılar. Ben de onlar ile beraber gittim.
Erkek çocuğu büyük bir kurdun götürmüş olduğu onun ayak izlerinden belliydi. Bazı yerlerde kurdun ayak izlerinin yanında erkek çocuğun da ayaklarının zileri vardı. Bazı yerlerde ise sadece kurdun ayaklarının izleri bulunmakta olup, erkek çocuğun ayaklarının izleri sanki havalanmış gibi kaybolup gitmekteydi. Bu duruma, hayatında bunun gibi çoğu olaylara şahit olmuş babamı bile hayretler içinde bırakmıştı.
Biz, tüm günümümzü o kurdu aramakla geçirdik. Ancak sonuç alamadık.
Arama üç gün boyunca devam etti. Sanki rüzgarı avuçlamaya çalışıyor gibiydik. Yorulmuştuk, halsiz düşmüştük. Biz yol yürümekten değil de ümütsüzlikten yorulmuştuk. Nihayetinde, kalbimiz hüzün heyelanına kapıldıktan sonra, geri döndük.
– Eğer kurt erkek çocuğu yemiş olsaydı, yerde kan izlerinin kalması gerekmekteydi. “Kan yere sinmiyor” denyor – dedikten sonra, Tokar kendi görüşünü beyan etti.
– Evet, bizi az da olursa rahatlatmakta olan durumda buydu. Hiç bir yerde kanın damlamış olduğunu görmemiştik. Direk Berdi dayıların evlerine geldik. O, sinirlerine hakim olamadığı hem de ağlamaktan başka kendi derdinin çaresini bulamadığı için kurt yavrusunu öldürmek istedi. Babam, onu öğütleyerek rahatlattıktan sonra, kurt yavrucuğunu biraz ileride bulunan tepeye kadar götürdü de, orada bırakıp geldi.
Oğlanın anma yemeğini vermek için hayvan kesmek maksadı ile ağılda beklemekte olan hayvanlardan birisini yakalayıp, babam hayvanın ayaklarını bağlamaya başladı. Ben ise sıkça tepeye doğru bakıyordum. Benim ilgimi, kurt yavrusunun hanği yöne gitmiş olduğu çekmekteydi. Ne yöne doğru gitmiş olduğunu merak etmiş olduğumdan, tepeye doğru yöneldim. Tepeye yaklaşıverdiğimde çok ilginç bir olay ortaya çıktı. “Ölmedin de kayboldun” demişler. Büyük kurt, eniği ve oğlan ile beraber bir yerlerden çıkmış da gelmiş, tepenin üzerinde durmaktaydılar. Ta üç