Mehmet Rauf

Eylül


Скачать книгу

diye baş sallardı. Fakat zaman geçip bu memnuniyetin fazlalaştığını gördükçe merakı arttı, nihayet öyle oldu ki, bir gün Süreyya’ya:

      “Sen birinci ikramiyeyi kazanmışsın, azizim.” dedi ve elini sıkarak, “Fakat birinci ikramiyede layık bir ele düştüğüne teşekkür etmelidir; zira iltifat çakmadığıma eminsin ya, temin ederim ki birbirinize layıksınız.”

      Şimdi köşkte hepsi, bey, Fatin, Hacer, hatta bazen bunlara katılan hanımefendi hep birden eğlenmek için yalı meselesini dillerine dolamışlardı. Süreyya kâh huşunetle, kâh latife ile mukabele ediyor, yalnız ara sıra Fatin’e ağırca ve acı gelen latifeleriyle hepsini güldürüyordu. Necip daima bitaraf kaldığı bu konuşmaların kendi üzerindeki tesirini muhakeme etmek isteyerek yalnız Suat’ın sükûnuna şaşırıyordu.

      Fatin iki lokma arasında fırsat bulup bir kahkaha salıverirken, beyefendi sert çehresiyle sessizliği biraz bozarak:

      “Ben Suat Hanım’ı böyle çocukluklara kulak asmaz zannederdim.” diyor, o zaman Süreyya köpürerek:

      “Canım ortada bir şey yok, bir yere giden yok.” diye haykırıyor, Hacer:”

      “Sade gitmek isteyen var!” diye eğleniyordu.

      Hanımefendi gülümseyerek ağır ağır sesleniyordu:

      “Galiba herkesten habersizce kaçacaklar… Zavallı Suat’ın suçu yok ki, götürmek isteyen Süreyya…”

      Ve Fatin tekrar iki lokma arasında:

      “Ve karı, kocasına itaate daima mecburdur!” düsturunu okuyordu.”

      Bu hâl dadının dönüşüne kadar devam etti. O da ancak cumartesi günü öğleyin gelebildi:

      “Senin baban kolay kolay bu kadar uğraşmazdı ama bilmem ki ne yazdın? Üç gündür bunlar için uğraştı durdu.” diye Suat’ın eline bir zarf verdi.

      Suat hemen zarfın kenarını yırttı. Gözlerinin dumanı arasında fark etmiyordu. Bu dolu zarfı açamıyor, eli titriyordu. Sonra koştu, balkonda konuşan Necip ile Süreyya’nın arasına atıldı:

      “Yalıya gidiyoruz!” dedi.

      Süreyya bakıyordu, evvela inanmadı. “Ne oluyor, niçin?” diye bakan bir nazarla Suat’ın gösterdiği banknotları aldı. Sonra birden “Bu ne? Bunlar ne? Nereden?” diye sordu. Suat eliyle ağzını kapayarak, “Sus!” dedi; öbürü “Kim gönderdi?” diye sorarken “Babam, babam…” cevabını verdi. Sonra oraya oturup alçak bir sesle:

      “Şimdi bu para ile kimseye haber vermeden gidip yalıyı tutmalı, sonra da hepsinin gözünün önünde buradan çıkıp gitmeli.” dedi.

      O zaman üç kişi karar verdiler ki yalı tutuluncaya kadar kimsenin bir şeyden haberi olmayacaktı. Yalı tutulunca, köşkten yalnız hanımefendiye haber verilerek sıvışılacak ve herkes bir sabah kafesi boş, kuşları uçmuş bulup şaşacaktı…

      Şimdi oradaki hayatı, masrafı düşünüyorlar, herhâlde on beş lira ile idare edebileceklerini zannediyorlardı. Süreyya:

      “Ah bir kere oraya gidelim de aç kalalım!” diyordu. Sonra Necip’e dönüp:

      “Artık bize misafir gelirsin.” diyor, Suat:

      “Elbette, elbette!” diyerek Necip Bey’i üç gündür yalnız bunun için, yalı birlikte tutulsun diye alıkoyduğunu itiraf ediyor, artık bütün tertibinin ne olduğunu anlatıyordu.

      Süreyya seviniyor, “Ah Suat, Suat!” diyor ve sabredemeyerek şimdi gidip her şeyi onların yüzüne haykıracağını ve hepsine birden “Yarın yalı tutuluyor…” diyeceğini söylüyordu. Suat, “Aman Süreyya sabret, iki gün daha…” diye yalvarıyor, Necip zaferin tamam olması için iki gün daha beklemenin iyi olacağını teslim ediyordu.

      Süreyya çocuk gibi olmuştu:

      “Hemen taşınırız.” diyordu. “ ‘Hemen o gün… Aman burada bir dakika durmayalım! Şu uğursuz yerden kurtulalım… Ah ne zevk Necip, ne zevk! Hepsine birden ‘Biz yarın gidiyoruz artık; bugün yalı tutuldu.’ demek ne zevk! Billahi Fatin’in lokması boğazında kalır. Gözlerinin ne hırs ile açıldığını buradan görüyorum! Ah, bir kere o gün gelse, o gün, o saat gelse bir kere…”

      Hemen karar verildi: Yarın pazar değil miydi? Erkenden Necip ile Süreyya gidecek, küçük, şık bir yalı tutacaklardı. Otuz liraları vardı. Suat “Yetişmezse…” diye esefleniyor, Necip temin ediyordu: “Ötesi kolay, asıl lazım olan elde…”

      Ve birden Necip kendini hatırlayıp düşündü ki, bu işte o pek bigâne olduğu için hiçbir dahli olamazdı fakat onlar kendisini o kadar hararet, o kadar mahremiyetle işe karıştırıyorlardı ki, artık arzusu hilafına cereyana kapılmaktan başka çaresi yoktu.

      Akşam sofraya oturup da Fatin yine iki lokma arasında ağzı gözleri açık olarak yalıdan bahsettiği ve yan bir bakışla beyefendiye sırıtıp hoşa gitmeye çalıştığı zaman üç günlük hezimetin acısı çıkmış oldu. Üç arkadaş zevk içinde birbirlerine baktı.

      Süreyya kendini tutamayıp, sakin göstermeye çalıştığı sevinçli bir sesle:

      “Evet, yarın gidip tutacağız.” dedi.

      Hacer gülerek:

      “Hangi han satıldı acaba?” diye eğlendi.

      Beyefendi sade yemeğiyle meşgul:

      “Mahmutpaşa’da han mı yok? Bir tanesini satmıştır.” diye mırıldandı.

      Fatin gülerek, yemek esnasında boğuluyor gibi:

      “Vallah billah!” diyordu.

      Süreyya bütün bütün söyleyecekti fakat Suat o kadar derin, yalvaran bir nazarla baktı ki, karşıdan Necip, Süreyya’nın mukavemet edemeyip susmasına hak verdi.

      Yemekten kalktıkları zaman üç dost Süreyya’nın küçük odasına geçti; balkona çıkmış olan Suat havaya bakarak:

      “Hava pek kapanık, Allah vere yağmur yağmasa!” diyordu.

      Süreyya artık gülünç bir tavırla:

      “Ne?” dedi. “Yağmur mu? Taş yağsa vallah yine gideriz… Değil mi Necip?”

      Necip gülerek:

      “Hayhay!” dedi.

      O zaman tekrar konuştular; yarın nereye gidip nasıl yapacaklarını müzakere ettiler. Suat Emirgân’dan aşağı olmamasını istiyordu. “Beykoz olsa fena mı?” diyordu; Necip karşı sahili tercih ederek Yeniköy’de yahut Yenimahalle’de küçük bir şey bulacaklarını söylüyor, “Oralarda içerilerdeki evler bile yalı gibidir.” diye teşvik ediyordu. Suat’ın asıl istediği tenhalık idi.

      On bire kadar konuştular; Süreyya bol bol hayal kurarak yaz hayatını bin türlü sözler içinde şimdiden tertip ediyor, bazı ufak mülahazalarla Suat buna başka tertipler ilave ediyordu.

      Süreyya bir sandal bulacaktı; gülerek:

      “Bir de araba.” diyordu.

      Suat mahzun mahzun başını sallarken:

      “Bu uzun olur, değil mi? Asıl o vakit aç kalırız işte.” diye içini çekiyordu.

      Yalıda sürülecek zevkleri şimdiden ifrata vardırarak mahzuz olurken birdenbire:

      “Lakin bu söylediklerimizi yapmak için bütün yaz yetişmeyecek.” diye gülüşüyorlardı.

      Ve Necip son dakikalarda garip bir hüzün içine gömülerek bu mesut karı kocaya bakıyor, “eğer evli olmak bu ise” hiç fena olmadığını görüyordu. Fakat bu izdivacın nasıl müstesna şartlar, tesadüflerle husul bulduğunu