büyük keşifler ve bizim için zahmete girişmiş emekçilerin ödüllendirilmeleri hakkında önden birkaç sayfa bilgi veriyor olsun.
Nasıl ki herkes atalarının ve ailesinin erdemlerinden, zekâsından ruhunda bir parça bulundurur, çocuğun da bir şekilde kendisini zenginleştiren çalışanların çabaları sayesinde bugüne taşındığını ve ayaklandığını hissetmesini; taş devri medeniyetinden günümüz medeniyetine onu yetiştiren emekçilere minnet ve saygı duymasını isterim.
Basit bir taşın düşüşünde bile doğanın evrensel yasaları bulunur. Aynı şekilde her çalışma aracında hatta alfabe gibi en basit olanında bile tek başına toplumun ilerlemesini mümkün kılan evrensel bir yasa vardır: Yardımlaşma, ortaklık ve dayanışmalı çalışma yasası. Bu ortaklığın olmadığı buzul çağında kaba, cahil ve zavallı kalan insanlık Pascal, Descartes, Sofokles, Platon gibi kişilerin seviyesine asla yükselemedi.
Çocuğun başlamaktan mutlu olduğu işe ulvi bir saygı duyduğu gün, içinde nedenini anlamadığı angarya işlere harcadığından farklı bir şevk taşıdığını söyleyebiliriz.
Fransız Usulü Çalışma, Uygarlığın Teminatı
Bu genel görüşlere özellikle gençleri ilgilendiren bir not ekleyelim. Yirmi kuşağının seçkinlerini yok eden ve insanlığın hayal gücünü dehşete düşüren nitelikte korkunç bir savaş, Alman militarist sınıf tarafından alevlendirildi çünkü tüm Alman halkı kibir eğitimiyle zehirlenmişti. Birkaç Alman zar zor bu duruma uyandı, özellikle de zihninin parlaklığı tutkuyla bulanmayan J’accuse12 eserinin yazarı. Öte yandan doksan üç Alman aydının bildirisi, Alman seçkinler topluluğunun cani hükûmetlerinin en kötü yalanlarını, ordusunun rezil vahşetlerini, Louvin’in çantasını,13 hırsızlığı, yağmalamayı, şehirlerin ve sanat eserlerinin harap edilmesini kendi üstlerine aldıklarını kanıtlar niteliktedir.
Bir ulus eleştirel düşünme özgürlüğünden aciz olduğu sürece kalıcı barış mümkün olmayacaktır. Tüm Fransız yazarlar Köln Katedrali’nin topçularımız tarafından bombalanmasından sorumlu olacaktır; öte yandan yurtseverlik, Alman ordusunun onursuzluk sayılacak rezilliklerine ulusal anlayışı kör etmek anlamına da gelmemektedir.
Neyse ki Fransa’da zekâ, Quinton’un14 sözlerini takip eden farklılaşmış bir organ hâline geldi. Aramızdaki en kültürlülerde zekâ, özgür bir şekilde işler ve tutkuların baskısı altında çarpıtılmasına izin verilmez. Fransa’nın en iyi zihinleri ortak bir dine sahiptir: Doğruluk dini. Montaigne, Descartes, Malbranche, Pascal da yazıları aracılığıyla doğruluk duygusunu yaymışlardır. Claude Bernard, Berthelot, Pasteur bize gerçekliğin sonsuz bir zenginlik olduğunu ve herkesin kendi küçük gerçeklik payını çalışarak, kendine şüpheyle yaklaşarak, çıkar gütmeden kazanması gerektiğini öğretmiştir. Hepsinden hoşgörüsüzlüğün kalın kafalı aptallığını, bu aptallığın güç simgesi sayılmadığını ve yalnızca zihinsel zayıflık olduğunu öğrendik çünkü zihinsel zayıflık kendine saygı göstermekten aciz olan aklın, dizginleri aşağılık duygulara teslim ettiğinin kanıtıdır: Gücü ele geçiren kibir, tembellik ve egemenlik duygularına.
Fransız bir yazarın zihni üstün bir haysiyet duygusuna sahip olmalıdır. Yarın ulusun manevi yöneticileri olacak çocuklar, gerçeklikten kopmadan saçma milliyetçilik kibirlerini yok edebilen bir Fransız gibi çalışmak zorundadırlar. Ülkenin gerçek hükûmetini yapılandıran ve kişileri köleleştiren değil ama ruhları etkilemeyi başarabilen yazarlar kendilerini hakikat dininin misyonerleri olarak saymalılar. Böylelikle zalim bir otoriteye ya da geçici, kaba bir güce değil kalıcı ve verimli bir etkiye sahip olacaklardır. O hâlde öğrencilerimiz daha yüksek bir manevi yaşama doğru yönelmeye kararlı bir şekilde saf ve parlak gerçeği tutkuyla aramalı, güçlü ve hatasız bir biçimde Fransız usulü çalışmaya sağlam bir saygı duymalıdırlar. Bu, arkamızdan gelenlere bozulmadan aktarmamız gereken ulusal bir mirastır.
Hiçbir Çaba Boşa Gitmez
Ancak iradeyi harekete geçirmeye en etkili nedenler, sık sık cesaret kırıcı bir izlenim sebebiyle etkisiz kalmaya devam eder: Eğitimli bir insana dönüşmek için gereken sürekli çalışmayla karşılaştırıldığında eylemsel çabanın anlamsız olduğu izlenimi ortaya çıkar.
Önümde kitaplarım durmaktadır: Dil bilgisi kitapları, sözlükler; Fransızca, Latince, Yunanca, İngilizce metinler; tarih, coğrafya kılavuzları, bilimsel kılavuzlar. Hepsi, hacmiyle ezici bir yığındır. Asla sonu gelmez! Denemek neye yarar ki? Hem hayranlık uyandıran bir enerjiye sahip hem de umutsuzluğa sürüklenen büyük aydınların ve yazarların seviyesine asla ulaşamayacağım.
Bu güçsüzlük hissi moral bozucudur. Kimsenin çocuksu umutsuzluklarımızı harekete geçirmeye çalışmadığı uzun akşam çalışmaları boyunca hepimiz bu durumun acısını tatmışızdır. Kasvetli çalışma odamızın yalnızlığında ve keşişlerin acedia15 dediği tüm isteğin, iradenin, umudun tükendiği o bitkinlik anında hepimiz bu duyguyu deneyimlemişizdir.
O hâlde öğrencilerimizin sağlam bir inanca, daha da önemlisi gösterilen çabanın hiçbir görevden daha önemsiz olmadığı ve hiçbir çabanın boşa gitmeyeceği kesinliğine sahip olmaları gerekir.
Çocukların büyük şairler ve yazarlar gibi yazmayı başardıklarını daha önce anlatmıştım.16 Bazı köylülerin ifade yeteneklerini ve tatlı özgünlüklerini kıskandığımız olmuştur. Başarılı bir görsel gözlem yeteneğine sahip işçiler tanırım. Üstünlük sadece zeki çocuklara bahşedilen yeteneklerden oluşur. Her zeki çocuğun çantasında mareşallik asası vardır yani gerekli enerji ve yönteme sahip olduğu takdirde tercih edeceği her konuda ön sıralara ulaşabilir. Başarılı ve mutlu bir hayat, uzmanı olduğumuz alanda yetkin olmaktan geçer ve eğer her gün çalışmak için gerekli sabrımız, cesaretimiz varsa ister istemez o noktaya ulaşırız. Hatıralar’da17 Sokrates’in büyüleyici bir gözlemi vardır. Bir Atinalı, Olympos’a yapmak zorunda olduğu yolculuktan hoşnut değildir. Eh fakat yol sizi neden korkutuyor? Neredeyse tüm gününüzü evinizde gezinmekle harcamıyor musunuz? Buradan yola koyularak aynı şekilde gezinecek, yemek için duracak, tekrar yürüyecek, akşam yemeği yiyecek ve daha sonra dinleneceksiniz. Beş altı günde yaptığınız gezintileri bir araya getirerek Atina’dan Olympos’a kolayca gidebileceğinizi görmüyor musunuz? Sokrates, zaman kaybetmemesi ve daha kısa mesafe yapması için ona derhâl yola koyulmasını önerir.
Öyle geliyor ki, Mont-Blanc’ın yüksekliği karşısında bir adım hiçbir şeydir, yine de her adıma yeni bir adım daha eklenerek dağın zirvesine ulaşılır.
Benzer şekilde bilimin zirvelerine ulaşmak için her gün, her saat işini yapabildiğin en iyi şekilde yapmaktan başka bir çare yoktur. Olympos’a ulaşmak için de tek araç budur ve büyük kâşifler Tibet’in ya da Kuzey Kutbu’nun soğuklarına ve Afrika’nın tehlikelerine, sıcağına günden güne meydan okudukları için büyüklerdir.
Tanınmış Kişiler de Senin Gibiydi
Tükenmişlik anlarında her öğrenci, az sayıdaki dâhiler hariç, ünlü insanların kendileri ve benim gibi insanlar olduğunu hatırlasın. Onlar da bizim gibi zihinsel aktivitelerin bağı altında sıkışmışlardı ancak çalışmanın verimliliğine ve sebat edildiğinde ortaya çıkacak olağanüstü sonuçlara sarsılmaz bir inançları vardı. Dehanın yalnızca çabayla sebat etme becerisi olduğunu düşünmüşlerdi.