M. Turhan Tan

Viyana Dönüşü


Скачать книгу

hesaba göre İbrahim Paşa’ya üç bin yeniçeriye verilen yıllık kadar para bağlandığını söylemek istedi. Fakat Gülbeyaz, aşk konuşulacak bir yerde, geçmiş günlerin muhasebesiyle uğraşılmasını hoş bulmadı, zarif bir tebessümle bütün o hesapları altüst ettikten sonra kıvrak bir ziya gibi süzüldü.

      “Yiğidim…” dedi. “Kuşkulanıyorum.”

      “Neden?”

      “Ana olmaktan!”

      Onların İstanbul’dan ayrıldıkları tarihten beri tam yetmiş gün geçmişti, evlendikleri günlerin sayısı ise doksanı buluyordu. Gülbeyaz, kadın kara cümlesiyle34 günleri, haftaları, ayları hesaplayarak ve müspet alametlere dayanarak böyle zevkli bir şüpheye kendince hak buluyordu. Fakat Kara Mehmet’e bu hesap, Sultan Süleyman’ın veziri İbrahim Paşa’ya verilen üç milyon akçe yıllığın muhasebesini yapmaktan daha karışık göründü ve karısının kanaatine iştirak edebilmek için uzun uzun düşünmek zorunda kaldı. Netice, Gülbeyaz’ın kuşkusunu doğruya çıkarıyordu. Bu bakımdan Kara Mehmet, derin bir sevinç duymakla beraber kaşlarını çatıklıktan kurtaramıyordu. Çünkü Aygut adı altında yaşayan Gülbeyaz’ın dişiliğini belli etmemek uğrunda çektiği sıkıntılar, şimdi on kat ziyadeleşecekti. Bir ay, iki ay, yeni vaziyeti de hissettirmemek belki mümkündü. Lakin kadının bedenî bir nispetsizliğe bürünerek yarı semiz, yarı zayıf bir durum alması üzerine ne yapılacaktı ve başta elçi paşa olmak üzere kafile halkına ne denebilecekti?

      Kara Mehmet, bunları düşünürken Gülbeyaz bahtiyar bir hülya içinde gelecek günlerin zevkini terennüme çalışıyordu.

      “Bilsen…” diyordu. “Ne kadar seviniyorum. Sarayda bir şehzade doğurmaktan şu çergede sana bir oğul doğurmak çok daha tatlı bir şey. Çünkü şehzadelerden iğreniyorlar, senin gibi yiğitlere imreniyorlar. Ben bunu, senin üzerinde dolaşan erkek gözlerinden anlıyorum. Herkes sana saygı ile bakıyor. Hâlbuki hünkârın çocuklarını şuraya buraya taşırlarken kimsenin dönüp baktığını görmedim.”

      Kara Mehmet’in bu geceden sonra gözü yoldan, yolculardan ve hatta canı kadar sevdiği atından ayrılmıştı, karısının beline bağlı kalmıştı. Onun gün başına biraz daha semireceğini düşündükçe yüreği hopluyor ve içine bir eriyiş geliyordu. Yol da büyülü bir şerit gibi uzayıp gidiyordu. Böyle sonu bilinmeyen bir yolculuğun hangi merhalesinde beşik kuracak ve yavrusuna nasıl bir vaziyette ninni söyleyecekti?.. Mert sipahi bu mülahazalarla âdeta hasta bir hâl alıyordu. Yalnız bir teselli noktası vardı: Gülbeyaz’ın analığa namzet olduğunun henüz Bülbül Hatun tarafından da anlaşılmaması!.. Kara Mehmet, bu işin sonuna kadar ondan gizli tutulmasını karısına tembih etmişti. Maksadı da dul kızın kendiliğinden bu durumu ne vakit sezebileceğini sınamaktı. Kadınların feraseti böyle işlerde çok keskinleşir. Bülbül’ün de kafiledeki erkeklerin bu sırrı sezmelerinden önce kuşkulanması gerekti. Kara Mehmet, işte bu kuşkuyu görünceye kadar kendini emniyet altında bulmak istiyor ve ancak ondan sonra korunma tedbirleri almayı tasarlıyordu.

      Kafile, onun heyecanından bihaber yürüyordu. Abhalom ve Szazhalom geçilerek Budin bağlarına varılmıştı, ertesi gün Türk gücünün Avrupa göbeğinde kurduğu bu muhteşem hâkimiyet abidesine kavuşulacaktı. Elçi paşa, bağlar önünde kafileye askerî bir nizam vermek istedi, Kara Mehmet’i yanına çağırdı.

      “Sen…” dedi. “Bundan geri başbuğsun, daire halkını savaşa giden bir alay gibi yürüteceksin. Çünkü artık kefere diyarına yaklaştık. Budin’de de hayli Macar var. Türk elçisinin boyunu bosunu ölçmek için gözlerini arşına çevirmişlerdir. Temiz ve güçlü görünelim.”

      Kara Mehmet, üç yüz kişilik kafileyi üç bölüğe ayırarak ve mehterhaneyi öne katarak ileriye doğru düzenli bir yürüyüş hazırlarken Bu-din Valisi Gürcü Mehmet Paşa’nın gönderdiği alay sökün etti. Babaları, dedeleri, büyük dedeleri hep Budin’i korumak ve Budin’e daha ilerideki düşman ülkelerinde kazanılmış zaferlerden haleler getirmek uğrunda can vermiş olan on yedi bin asker, harekete getirilmiş ve çeliğe kaplanmış ehram büyüklüğünde birer mermer sınır taşı mehabetiyle elçi kafilesini selamlamaya geliyordu.

      Vali Mehmet Paşa, vezir olduğu için elçi paşayı karşılamaya çıkmamıştı, kendini temsil eden kethüdasını göndermişti. Kafile, hiçbir düşman ordusunun o güne kadar yıkamadığı o canlı sınır taşlarının önünden geçti, ova kapısından orta kaleye girdi, paşa sarayına ulaştı. Bağların ucundan kale kapısına kadar giden o uzun yol, seyirciden geçilmiyordu, dişili erkekli binlerce halk üst üste yığılıp İstanbul’dan Viyana’ya selam ve sulh götüren elçi paşayı görmeye savaşıyordu. Bu kalabalık içinde, Türk sefirinin Budin’e geldiğini öğrenip hudut muhafızlarına bildirmek üzere Viyana’dan gelmiş bir heyet de vardı. Onlar, iki yüz elli tanesi baştan başa müsellah olan kafilenin şu durumunda bir elçi dairesinden ziyade bir fatih ihtişamı görerek üzülmüşler ve hemen Budin valisine adam koşturarak bu müsellah haşmetin Viyana’da hoş görülmeyeceğini haber vermişlerdi.

      Elçi paşa, o adamın henüz ayrıldığı bir sırada vali sarayına girdi ve Vezir Gürcü Mehmet’ten ilk söz olarak şu cümleleri duydu:

      “Seni miskin ve dardağan görseydim hemen cellada verecektim, yerine kethüdamı elçi yapıp Beç’e yollayacaktım. Irzımızı gözetip gösterişli geldiğini Beçlilerin telaşından öğrendim, hazzettim. Buyur, dinlen!..”

      Ve kendine yapılan müracaatı anlattı:

      “Herifler…” dedi. “Şimdiden tasalanıyorlar. Üç yüz silahlı Türk’ün yerinde üç yüz silahlı yıldırım olabileceğini düşünüp sayınızı azaltmak istiyorlar. Ben tınmadım, hele elçi gelsin, görüşelim, bir şey yaparız, dedim. İçin için de sevindim… Elçi, adam kılığına girmiş devlet demektir. Onun bakışında donanma toplarının heybeti, adımlarında hücuma kalkmış orduların kudreti görünmelidir. İyi bir sulhu ancak böyle bir elçi yapar.”

      Elçi paşa, dairesi halkının çokluğundan şikâyet eden Viyanalıları niçin kovmadığını validen sordu ve kendinin mevkisini hatırlattı:

      “Ben Rumeli beylerbeyiyim. Kanun mucibince üç bin askerle ata binerim. Hâlbuki nazik davrandım, üç yüz kişi ile yola çıktım.”

      Onlar böyle konuşurlarken Evliya Çelebi de Kara Mehmet’i yakalamıştı.

      “Ben…” diyordu. “Budin’i daha önce görmüştüm, karış karış bilirim. Yirmi bir camisi, on altı mahalle mescidi, yedi medresesi, yetmiş sebili, beş tüccar hanı, sekiz ılıcası, yetmiş mesiresi vardır. Kanuni Sultan Süleyman bir hamlede bu büyük şehri ele geçirdi, sonra Viyana’ya yürüdü.”

      Kara Mehmet. Budin’in azametine hayran olmakla beraber karısının durumunu bir türlü hatırından çıkaramıyordu. Bir aralık elçiden izin alıp orada kalmayı düşündü. Sonra bunu mertliğe yakıştıramadı, Allah’a sığınarak yolunda yürümeye karar verdi. İşin henüz Bülbül Hatun tarafından bile sezilmemesi yüreğine ümit ve kuvvet veriyordu.

      Kafile eski Macar payitahtında ancak bir gün kaldı ve Peşte’yi geçip Sengotar, Vayiç, Tarcay, Hiristos, Çapa Pepeçel yoluyla Değirmenderesi Boğazı’na vardı. Bu geçit, korkunç bir yerdi. Yolkesenlikle yaşamak yolunu tutan birçok Macar çeteleri burada pusu kuruyorlardı. Kara Mehmet, elçiden aldığı emirle boğazda öncülük yaptı, şurada burada burunlarının ucu görünen haydutları birer nara ile dağıttı, kafileyi selametle geçirdi.

      Artık dinlenmeksizin yürüyorlardı. İki yüz elli bin kişilik ordunun binlerce deveyi, sığırı, katırı ve atı da ardında sürüterek yüz elli yıl önce -bir