M. Turhan Tan

Viyana Dönüşü


Скачать книгу

denize uzattı, akıntının muttarit21 bestesini parmaklarıyla hırpalamaya koyuldu.

      Kara Mehmet, kayığı ve kendini görmeyen kadının bütün hareketlerini tarassut ediyordu.22 Gecenin o vaktinde dişi bir saraylının böyle deniz kıyısına gelmesi, açık saçık bir durumda ayaklarını yıkaması gerçekten garip bir şeydi. Bu garabet, Kara Mehmet’i de düşüncelerinden uzaklaştırmış ve dikkatini kendi üzerine çekmişti. Fakat sahnenin tuhaflığı bu kadarla kalmadı. Biraz sonra köşkler istikametinde bir beyaz gölge daha belirdi. Bu, evvelce gelen kadın gibi şaşkın değil, hırçın yürüyordu ve koşar gibi adım atıyordu. Lakin yürüyüşünde esrarlı bir eda vardı.

      Şimdi Kara Mehmet, iki kadını birden gözetlemeye koyulmuştu. İdrakini ayaklarına bağlamış gibi görünen birinci kadın, yanına bir eş geldiğinin farkında değildi, derin bir dalgınlık içinde boyuna suyu karıştırıyordu. Yeni görünen kadın da gelişini ona duyurmamak istercesine sinsi bir istical23 gösteriyordu. Nihayet yaklaştı, sessiz bir rüzgâr tarafından sürüklenen iri bir beyaz yaprak düşüşüyle birinci kadının ta ardına geldi ve birden kuvvetli bir tekme hâline inkılap ederek onun beline çarptı, zavallıyı akıntının kucağına düşürdü.

      Kara Mehmet, umulmayan bu hadise karşısında derin bir hayret geçirirken denize düşürülen kadın, aşağıya doğru çırpına çırpına sürükleniyor ve cinayeti işleyen ayaklar, uçan bir pamuk yumağı gibi köşklere doğru hızla savuşuyordu.

      Şimdi ortada boğulmak üzere bulunan bir kadın ve kaçan bir katil vardı. Kara Mehmet, sarayın koynuna giren katille alakalanmayacağını ve akıntının köpüklerinde örülmeye başlanan mezarı önlemek lazım olduğunu kestirmekte gecikmedi. Gözlerine yapışan hayreti çarçabuk silerek küreklere yapıştı. Genç bir kuğu kuşu gibi süzülerek denizi yendi, eceli geçti, mezara çevrilecek köpükleri çiğnedi, çırpınmaktan yorulup kendini ölüme bırakan kadını yakaladı, kayığa aldı.

      Cinayeti gören olmadığı gibi ölümü yenen bu hamleyi de gören yoktu. Kandilli Bahçesi uyuyor, rıhtım uyuyor ve belki katil de uyumaya hazırlanıyordu. Fakat Kara Mehmet’in vaziyeti nazikti. Yaptığı iş, insani bir hareket olmakla beraber, omzuna bir yük iliştirmiş oluyordu. Bu yükü ne yapacaktı ve ondan nasıl kurtulacaktı?

      Yiğit sipahi, vereceği kararı sonraya bırakarak önündeki ıslak ipek çilesiyle meşgul olmaya başladı. Nabzını tuttu, kalbini dinledi ve onun yalnız baygın olduğuna kanaat getirerek belinden kavradı, baş aşağı çevirip yuttuğu suları kusturdu, kuvvetli bir masajla kan deveranını düzeltti. Artık yapılacak iş yoktu, kadının ayılmasını beklemek gerekti.

      Kara Mehmet, intizar24 dakikalarını uzakta geçirmeyi, Kandilli Bahçesi’nde bir uyanıklık olursa görünmemeyi kendi durumuna uygun bulduğundan küreklere yapışmış, Yemiş’e doğru açılmaya başlamıştı. İşte bu sırada gözü kadının parmaklarına ilişti ve orada güzel bir yüzük gördü. O, iliğine kadar tok bir adamdı, mehtabı yüzük yapsalar imrenip bakmazdı. Lakin gözüne çarpan elmas taş, bir dost bakışı gibi kendine sıcak ve yakın göründüğünden dayanamadı, baygın kadının elini avuçlarına alıp baktı ve şaşırdı: Taş, daha dün Deli Murat’ın koynunda gezen elmastı!..

      Şimdi Kara Mehmet, önündeki kadının uğradığı gadri unutmuş, idrakini yüzüğe bağlamıştı. Erdel kralının Deli Murat’a yıllardan beri taşıttığı bu elmas dert, nasıl olup da şu kadının parmağına geçmişti?.. Zeki sipahi, kısa bir düşünce sonunda bu muammayı çözmekten geri kalmadı ve Murat’ın yüzüğü karısına takamadan saraya götürüldüğünü, kafası kesildikten sonra taşın bir ganimet gibi hünkâra sunulduğunu, ondan da şu kadına geçtiğini anladı.

      Deli Murat’ın mirasına konan kadın, şu vesikaya göre, hünkârın yakınlarından ve gözdelerinden biri olacaktı. Acaba kimdi ve efendisinden böyle parlak bir armağanı aldığı günün gecesinde nasıl olup da ölüme mahkûm ediliyordu?..

      Zekâ, bu bilmeceyi halledemezdi. Kara Mehmet de fazla düşünmeyi manasız buldu, merakını tatmin için kadının ayılmasını beklemeye koyuldu ve biraz sonra bu hadise vukuya geldi. Midenin boşalması, kanın düzelmesi, ölümden kurtulan kadını baygınlıktan çıkarıyordu. O, tesadüfen uzaklaştırılan ecelin henüz silinmeyen ağırlığını duya duya gözlerini açmış ve şuursuz bakışlarla yanını, yönünü dolaştıktan sonra Kara Mehmet’i görüp mırıldanmıştı:

      “Ben neredeyim?”

      Yiğit sipahi, kendine has olan vecizevi şive ile bütün hadiseyi bir çırpıda anlattı.

      “İşte…” dedi. “Olan biten bu. Seni öldürmek istiyorlardı, ben kurtardım. Şimdi söz senin: Dilersen kayığı çevireyim, seni saray bahçesine bırakayım. Oraya dönmek işine gelmiyorsa bir yer salık ver, seni oraya götüreyim. Fakat şu yüzüğü nereden bulduğunu söylemedikçe bir yere gidemezsin.”

      Kadın, takatsiz bir kımıldanışla kolunu kaldırdı, yüzüğe baktı, gamlı gamlı içini çekti.

      “Uğursuz taş!” dedi. “Beni ölüme sürüklüyordu!”

      Ve sonra ıslak vücudunu doğrulttu, göğsünü örtmeye çalıştı.

      “Ben…” dedi. “Ahiretin eşiğinde sayılırım. Orada kaçgöç yoktur, değil mi?.. Öyleyse senin yanında baş açık oturuşum da günah değildir. Ne yapayım, örtüm yok. Olsa da sarınmak boş. Sen beni sudan çıkardın, en yakın kimsem oldun. Anadan yakın, babadan yakın dost. Senden niye kaçayım?”

      Ve biraz dinlendi, hızlı hızlı nefes aldı, sonra sözüne devam etti:

      “Ben hünkârın gözdelerindenim. Adım Gülbeyaz’dır. Dün, haseki sultanın tuzağına düştüm, esir pazarından alınacak bir halayık için titizlik gösterdim, hünkârı gücendirdim, dayak yedim. O kızı bir levent alıp evine götürmüş. Burada kıyametler koptu. Bu sabah da adamcağızın kafası kesilmiş. Hünkâr, o işi yaptırdıktan sonra bahçeye döndü, bana bu elmas yüzüğü gönderdi. Fakat yanına çağırtmadı. Ben de üzüntüden deniz kıyısına indim, hava almak istedim. Sonrasını sen biliyorsun.”

      Kara Mehmet, ızdıraplı bir heyecan içindeydi. Deli Murat’ın aldığı kızla şu kadının birbirini tanımadan rakip olmaları, Murat’ın öldürülmesinden on üç on dört saat sonra bu kadının da öldürülmek istenilmesi ve elmas yüzüğün Murat’tan buna geçmesi, yiğit sipahinin kafasında uzun bir kargaşalık yaratmıştı. Bunları, bütün bu işleri kader denilen meçhul kudrete atfediyor ve Deli Murat’tan dul kalan kızla şu kadının kendisiyle tanışmalarını da aynı kudretin bir cilvesi sayıyordu.

      Acaba kader, Deli Murat’ın öcünü aldırmak için kendisine yardım mı etmek istiyordu?.. Kara Mehmet, bir aralık böyle bir kuruntuya da düştü, denizden çıkarıp ayılması için hayli emek verdiği kadını ilk olarak alıcı bir gözle süzdü. Onunla karşılaştığı dakikadan beri gözüne bu bakışı vermemişti, cinsî bakımdan tamamıyla kayıtsız kalmıştı. Fakat onu kendi önüne kaderin attığını zannetmeye başlar başlamaz kayıtsızlığı silindi, tam bir erkek bakışı takındı ve Gülbeyaz’ı, bir güvercinle yakından meşgul olan bir aslan gibi tetkike girişti.

      Onu güzel ve çok güzel buluyordu. Fakat bu buluş, içine garip duygular ve kafasına karışık düşünceler dolduruyordu. Masallarda söylenen deniz kızlarından biriyle karşılaşmış gibi heyecanlı bir hazza kapılmakla beraber bir sürü de mülahaza geçiriyordu. Her şeyden önce padişah