Mehmet Rauf

EYLÜL


Скачать книгу

köşesinde, tümüyle fildişinden yapılmış kadar temiz, parlak, Pazarbaşı’ndaydı.

      Otuz yedi liraya tutmuşlardı. İçi yarı döşeliydi. Süreyya, “Suad, piyano da var,” dedi.

      Bunların hepsi Suad için bir neşe kaynağı oluyordu. Süreyya, oranın sessizliğinden, gölgesinden, manzarasından coşkuyla söz ediyor; söyleyeceği şeylerin çokluğundan eksik anlatarak, “Deniz, kapısının önüne kadar geliyor Suad, bilsen…” diye sevincinden taşıyordu.

      Sonra Suad, Hacer’in nasıl mosmor kesilip, “karısının parasıyla yazlığa giden” Süreyya’nın, artık gözünden düştüğünü nasıl söylediğini anlattı. Süreyya öfkelenerek, “Niçin? Kocanın parası başka, karının parası başka mı olur?” diyor ve zalimleşerek, “Herkes kendi kocası, her kadın kendisi mi?” diye söyleniyordu. Suad, eliyle ağzını tutarak onu susturmak istedi. Süreyya, haksızlıklara böyle acı karşılık verdiği zaman içi ezilir, onu sevmemekten korkardı.

      Necib’e dönerek, “Düşününüz Necib,” dedi. “Biz gidince yalnız kalacak, tamamen yalnız… Zavallı kız, ne yapacağını şaşırıyor, sonra…”

      Süreyya, Suad’ın sözlerini kendi fikirleriyle tamamladı.

      “Sonra… Sonra da kıskanıyor… Bir şeyi kendi ismiyle niçin çağırmazsınız? Kıskanıyor işte. Ve kıskançlığı onu şirret ve hain yapıyor. Bunda acınacak ne var?”

      Köşke geldikleri zaman kapının önünde Hacer’le Fatin’i gördüler. Fatin, iki eli böğründe, pantolonunu çekerek ve gözlüğünün üstünden bakıp yılışarak, “Maşallah efendim, Boğaziçi’nden öyle mi?” dedi.

      Yukarıdan, balkondan Hanımefendi’nin: “Allah güle güle oturmak kısmet etsin, nerede tuttunuz bakayım?” diyen sesi geldi. Süreyya, Fatin’e omuz silkip annesine cevap verdi, “Hele yemek yiyelim, uyuyalım da… Rüyayı o zaman görürüz. Ne kadar sabırsızsınız!”

      Hacer, öfkesine yenilerek birden atladı, “Ah, ben biliyorum canım. Bana Behice Dadı söyledi, hatta bak, yengem de inkâr edemiyordu; ama şimdi hep bir oldular, el birliğiyle saklayacaklar; fakat ben biliyorum, bugün onlar Boğaziçi’ne gittiler, ev tuttular… Dün, para gelmiş…”

      Fatin, kahkahayla gülüyordu. Süreyya, Hacer’e dönüp kızgın bir tavırla, “Pekâlâ küçük hanım, farz edelim ki öyle olmuş. Bunda ne var? Siz de o kadar istiyorsanız, beyiniz de size tutsun,” dedi. O zaman, Fatin’in pantolonunu bir kez daha çekip sessizce içeri kaçtığını görerek hep birden güldüler.

      Yalnız kaldıkları zaman Süreyya: “Aman kaçalım, yarından tezi yok kaçalım,” dedi.

      Suad: “Dur bakalım, izin alalım bir kere,” dedi.

      Süreyya: “Kimden, neden, izin mi? O niçin?” diye söylenirken karısı, “Yok, ben kimseyi darıltmaya razı değilim. Sen o işi bana bırak,” dedi. Ve sessiz, gülümseyerek, gidip Beyefendi ile Hanım’la görüştü.

      Dönüşünde, “Sadece Hacer,” dedi. “Onu ne yapacağız?” Ve anlamayarak yüzüne bakan iki erkeğe kederle, “Onu da götürsek,” diye yalvardı.

      Süreyya, yerinden fırlayarak haykırdı, “Ne? Fatin’i de mi?”

      Buna bir karar vermek için tartıştılar. Bu, geç vakte kadar sürdü. Yatma zamanı gelince Necib: “Artık ben de yarın iniyorum,” dedi ve Suad’a bakarak, “Bana başka hizmet var mı?”

      Suad gülüyordu, “İzin mi? Bir şartla,” diyerek kocasının yüzüne baktı. Süreyya da gülerek, “Evet, taşınır taşınmaz postu bizim eve sermek şartıyla…”

      Ertesi sabah kalktıkları zaman Süreyya anladı ki gece, köşkün öbür köşesinde kıyametler kopmuştu. Hacer, onlar gibi yalı tutup Boğaziçi’ne gitmek için kocasını zorlamış, o da tabi ki bu teklife kulak asmamış…

      Süreyya: “Yüreğine inmiştir,” diye güldü; fakat sonra kızdı. Bunun üzerine atışmışlar, Hacer’e fenalık gelmiş. Bey ve Hanım hep oraya koşmuşlar; Fatin ısrar etmiş, daha fazla zorlanırsa rahat edeceği bir yere gitmekten başka çaresi kalmadığını söylemiş.

      Süreyya: “Katırı görüyor musun, katırı!” dedi, sonra babasının barıştırıncaya kadar nasıl uğraştığını söyleyerek, “Fakat çeksin, hak etti,” dedi. “Araya araya bulduğu yakutu şimdi görsün.”

      Çünkü o, kızını evlendirirken bir gün öyle söylemişti: “Hanım, aradım aradım, ama öyle bir yakut buldum ki!”Süreyya bunu anlatarak, “Bulduğu yakutu şimdi nargilesinin marpucuna oturtsun da…” dedi.

      Suad, darılarak, “Bey, bey!” dedi.

      “Peki. Sustum. Sustum, ama haydi kaçalım bakayım; çünkü artık onların yüzünü görmek istemiyorum.”

      Suad yalvardı, “Yok, sen bir kere Hacer’e söyle de öyle. İstediği zaman gelsin. Söyleyeceksin değil mi?”

      Olumlu cevabı kocasından almadan işe başladı ve Necib, kendilerine veda edip ayrılırken Süreyya, Hacer’le konuşmak için odasına gitti.

      3

      Bir daha on gün sonra Beyker’in önünde rast geldiler.

      Necib, Beyoğlu’na doğru yürürken arkasından birinin kolundan tuttuğunu hissetti, dönünce Süreyya’yı gördü, “Oo! Nereden böyle?”

      Öbürü, elinden tutup Beyker’e doğru yürüyerek, “Ya sen?” dedi. “Kırklara mı karıştın, ne oldun? Bizi yarı yolda yalnız bırakmak…”

      Necib, özür dilemek için söz bulamıyordu; dükkâna girmişlerdi. Süreyya, çırağa bir şey sordu, sonra öne düştü, içeri yürürlerken, “Görüyorsun ya!” dedi. “Masraf, masraf… Otuz beş, kırk lira derken yalı bize altmış liraya patladı.”

      İçerideki ipekli kumaşlara bakmaya başladı, bir taraftan anlatıyordu: “Ama gelsen de bir görsen… Ha! Sahi, ne zaman geleceksin? Bekleyip duruyoruz. Ah Necib, biz bağda meğer cehennemdeymişiz; ne yer, ne yer! Ben ilk baktığımız gün bu kadar güzel bulmamıştım. Sabahları, ya akşamları… Hele öğleden sonraki güzellik… Akşamüstü Suad’la beraber çıkıyoruz; orada bir yol var, tepenin kenarında, Kavak’a kadar gidiyor. Ne manzara, ne manzara! Bir kere Büyükdere’ye gittik. Daha istediğimiz gibi gezemiyoruz ki. İyice yerleşemedik. Ev tamam olsun da uzun gezintilere çıkacağız. Sen de gelirsin. Etraf hep gezilecek, keşfedilecek… Beykoz var, Kavaklar var, Yuşa, Bentler…”

      Ve para verip çıktıkları zaman, Necib’le beraber Tünel’e doğru yürümeye başladılar. Süreyya sordu: “Sen ne yapıyorsun bakalım?”

      Gerçeği söylemek gerekiyorsa Necib, bunalıyordu; fakat öyle söylemedi. “Şöyle, böyle,” dedi. O da yarın, adaya gidecekti. “Orası şimdi artık çiçek gibidir,” dedi, sonra söylediğini desteklemek için, “Mayıs, malûm ya, Büyükada’nın tam mevsimidir,” dedi.

      Süreyya, gülerek, “Mayıs, Boğaziçi mevsimidir azizim, Boğaziçi! Sadece mayıs değil, bütün yıl… Zannederim ki oraları kışın bile güzeldir. Bir rüzgârı var, aman ya Rabbi, bir rüzgârı var Necib! O temiz rüzgâr başka nerede bulunabilir? Sizin adanıza gelen rüzgâr, bütün Boğaz’ın üstünden geçip kirlendikten sonra size gelir. Abarttığımı zannediyorsun, ama geldiğin zaman göreceksin ki hakkım var. Oraya gittiğimizden beri ne kadar fark ettiğimi ben bilirim. Suad bile bambaşka oldu. Bir neşe geldi, bir hayat geldi… Sabahları demir gibi kalkıyoruz, sonra sana bir şey söyleyeyim mi? En sevdiğim hali, rahatlığı… Ne Fatin var ne Hacer var… Yapayalnızız!”

      Necib