Celil Oker

CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIN LOTLUK CESET


Скачать книгу

Flight Simulator’ün Cessna’sını bile adam gibi indirmekten âciz eski pilot, ex-kaptan, nevzuhur özel dedektif Remzi Ünal…

      İşe çıkıyordum.

      3. BÖLÜM

      Akmerkez’in karşısına tezgâh açmış, yağmurdan perişan simitçiden daha tazeliğini yitirmesine çok olan iki simit ile iki Karper peynir alıp yolcu koltuğundaki omuz çantamın yanına bıraktım. Yollar boştu bu saatte. Damlalar dün tepeme yağandan biraz daha şiddetliydi. Yerlerde daha derin su birikintileri vardı, ama ıslatmaktan çekineceğim insanlar yoktu caddenin kenarında henüz. Yine de ağır ağır gidiyordum.

      Erkendi, biliyordum. Ama riske girmektense Kuyumcular Sitesi’nin karşısında bir yerde birkaç saat pineklemeye razıydım otomobilimin içinde. Birden Zeynep Kadı’nın hafta sonu sabahlarının ilk saatlerini joggingle değerlendirme alışkanlığı olabileceği geldi aklıma dehşetle. Bir borsacıdan beklenebilirdi bu. Anlamsız olmasına karşın, gaza biraz daha bastığımı fark ettim.

      Ulus’un ortalarındaki ışıklardan sağa, aşağıya doğru döndüm. Kuyumcular Sitesi’ne yaklaştığımda caddenin iki tarafının park etmiş araçlarla dolu olduğunu gördüm. Tereddüt göstermeden ilerledim. Sitenin girişini geçtim. Elli metre kadar aşağıda, caddenin karşı tarafında, üzerinde Fulltime Catering yazan bir kamyonet ile spor bir Mercedes’in arasında tek araçlık boş bir yer gördüm. Biraz daha ilerledim. Caddenin ilk sokakla kesiştiği yerde hızlı bir manevrayla döndüm. Geri gelip boş yere yerleştim.

      Motoru durdurdum. Kontak anahtarını açık konuma getirip emniyet kemerimi çözdüm. Silecekler çalışmayınca yağmur suları birleşip kalınlaşan dereler halinde inmeye başladı camlardan aşağı. Yine de Kuyumcular Sitesi’nin girişini görebiliyordum. Motorun sesi kesildiğinden, damlaların tavana tapır tapır vuruşlarını daha belirgin duyuyordum şimdi.

      Araç telefonunun ahizesini kaldırıp Zeynep Kadı’nın ev telefonunu tuşladım. İki kere çaldıktan sonra, “Yine ne var?” diye azarladı beni o pırıl pırıl ses. Deneyimliyim ya, sesimi çıkarmadım.

      “Şaka… Şaka…” bölümünde ikinci bir ses girdi araya.

      “Efendim…”

      Aynı pırıltıda olmasa da aynı sesti. Ben gıkımı çıkarmadım.

      “Alooo…” dedi bu kez.

      Yine sesimi çıkarmadım.

      Hat kapandı.

      Ahizeyi yerine koyup arkama yaslandım. Evdeydi Zeynep Kadı.

      Rahatlamıştım.

      İlk simitle insanın aç ve aceleci parmaklarının arasında kolayca açılmamakta direnen ilk karper peyniri bitirdiğimde yağmur biraz yavaşlamıştı. Caddede trafik yoktu. Birkaç kapıcı ya da bakkal çırağı, ellerinde naylon torbalarla acele acele apartmanlar arasında koşuşturmuş, yağmura ve zengin müşterilerine küfrettiklerini sandığım yüz ifadeleriyle kapılardan yüklü girmiş, eli boş çıkmışlardı. Bana doğru bakan olmamıştı aralarında, olsa bile bu yağmurda yukarıdan akan suların buzlucama benzettiği camlarımdan içeride, belli belirsiz bir silueti ya görürlerdi ya da onu bile fark edemezlerdi. Bunun gibi ne zaman biteceği belli olmayan kapı önü nöbetlerinde, Amerikan filmlerindeki meslektaşlarım gibi yanımda termosla kahve getirmemi engelleyen şey ne diye düşündüm.

      Camı çok hafif aralayıp bir sigara yaktım hafifçe eğilerek. Otomobilin içinin ısısı hızla düşmeye başladığından, deri montumun içinde büzüldüm. Kendimi lisede tuvaletin arkasında gizli gizli sigara içiyor gibi hissediyordum. Müdür her an gözükebilirdi basketbol sahasının arkasından, tetikte olunmalıydı. Süha Zengin yalnızca bir hafta sonu sürecek bir izleme için gereğinden çok para vermişti, tetikte olunmalıydı. Tamam, parası çoktu, ama parası çok olanlar satın alacakları her şeyin fiyatını önceden üç aşağı beş yukarı bilirlerdi.

      Zaten zevk almadan içtiğim sigaramı daha tam bitmeden fırlattım penceredeki küçük aralıktan dışarı. Elim ikinci karper peynire gitti, kendimi tuttum. Zeynep Kadı’nın sabah keyfi ne kadar sürecek bilemiyordum. İçimdeki ses burada akşama kadar beklemeyeceğimi söylüyordu, ama yine de belli olmazdı. Arada bir beni yanıltmaya eğilimli bir iç sesim vardı nasıl olsa.

      Yağmur giderek daha da yavaşladı. Kuyumcular Sitesi’nin girişinden çıkan da giren de olmadı.

      Koltuğumda tedirginlikle kıpırdamaya başladığımı fark ettiğimde kendimi sakinleştirmek için soluk alma egzersizleri yapmayı denedim. Nedense yeterince konsantre olamadım ama. Ağız boşluğumdan soluk boruma, oradan ciğerlerimi doldurup aşağılara, ta aşağılara, diyaframımı itecek kadar aşağılara inen havanın bütün damarlarıma yayıldığını, tüm vücudumu dinginlikle karışık bir enerjiyle doldurduğunu hissedemedim. Israrlı olsam becerebilirdim belki. Belki antrenmanlara uzun süre ara verince böyle oluyordu. Hocayı arayıp omzunu sormam gerektiğini yeniden hatırladım.

      Yağmur tamamıyla dinince bir sigara daha yaktım.

      İçimdeki kıpırtı hafiflememişti.

      Elim radyoya gitti. Sonra vazgeçtim. Sigarayı bir an önce bitirmek için hızlı hızlı çektim içime. Bugün istediğim gibi zevk alamıyordum meretten. İş olsun diye, insanı azarlayan telesekreterin bağlı olduğu telefonu bir kez daha arayayım dedim kendi kendime, daha elim ahizeye gitmeden ondan da vazgeçtim.

      Önce köpeği gördüm. Uzayıp kısalabilen tasma kordonun ucunda burnu yere yakın koşuşturan, neredeyse herhangi bir sokak kedisinden daha küçük olan teriye benim için herhangi bir Ulus köpeğiydi önce. Kordonu tutan elin sahibini tanıyana kadar. Kordonun ucu Zeynep Kadı’nın elindeydi.

      Birdenbire tümüyle sakinleştiğimi hissettim.

      Zeynep Kadı kaldırımda bir an durdu. Kırmızı bir yağmurluk vardı üstünde. Ama yağmurluğun kafalığını geçirmemişti kafasına, sarı saçlarıyla koyu ve güzel bir Galatasaray taraftarı gibi duruyordu. Gözlüklerini takmamıştı. Yağmurluk o kadar uzundu ki, altında yalnızca yine kırmızı balıkçı çizmelerini görebiliyordunuz. Boştaki elini yağmurluğun cebine sokmuştu.

      Sonra yolunu bilir gibi küçücük adımlarıyla yukarıya doğru hareketlenen köpeğin ardından yürümeye başladı kaldırımda.

      Önce yerimden kımıldamadım. Gözlerimle Zeynep Kadı’yı izlerken, bir elimle sigara içmek için açtığım camı kapadım, öteki elimle simit ile karperin yanında duran sigaramla çakmağımı toparladım. Köpeğin ilk çöp konteynerinin yanında eşelenmesini bekledikten sonra, yeni bir hızla yeniden yürümeye başladıklarında omuz çantamı alıp otomobilden indim. Kapıyı kilitledim.

      İyi ki yağmur dinmişti.

      Ben Zeynep Kadı’nın karşı kaldırımındaydım. Zeynep Kadı, elli metre kadar önümde, başı yere eğik, zikzaklar çizerek ilerleyen köpeğine bile bakmadan yürüyordu.

      Şahane bir rapor başlangıcıydı. “Şahıs, cumartesi sabah 8.37’de köpeğini gezdirmek için evden çıktı…” Sonra…

      Sonra… Yağmurun iyiden iyiye ıslattığı kaldırımda, köpeğinin ardından yere bakmayı sürdürerek ilerliyordu Zeynep Kadı. Olağan bir cumartesinin olağan bir sabahında, olağan bir köpek gezdirmesi. Nereye gideceklerini köpek de kadın da biliyor gibiydi. Bu geziyi her sabah erkenden, işe gitmeden önce yapıp yapmadıklarını, akşamları tekrarlayıp tekrarlamadıklarını merak ettim. Belki de evde bir yardımcısı vardı ve kadın hafta sonu izinliydi kendi çocuklarını gezdirmeye.

      Aramızdaki elli metreyi koruyarak peşlerinden yukarı doğru yürüyordum karşı kaldırımda. Kendisini izlediğimi düşünmesinden korkmuyordum. Ben de bu cumartesi sabahı kendi