Celil Oker

CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIN LOTLUK CESET


Скачать книгу

değildi. Bir kez bile kafasını kaldırıp çevresine bakmamıştı. Köpeğin mi onu, onun mu köpeği gezdirdiği sorusu, haklı bir soru olurdu. İçimdeki yanılmaya eğilimli ses, Zeynep Kadı’nın yukarı ya da aşağı doğru gösteren kırmızı yeşil oklardan başka şeyler düşündüğünü söyleyip duruyordu.

      Zeynep Kadı, Türkiye’de satılmış bütün televizyon ve video markalarının alt alta sıralandığı ve en altta “Garantili Servis” yazan lacivert zeminli bir tabelanın yanındaki demir kapının önünde durdu. Tasmayı çekiştiren köpeğe aldırmadan kırmızı yağmurluğunun önünü açtı, elini daldırıp bir şey çıkardı. Kapının önünde eğildi. Kalktığında kapı açılmıştı. Geri dönüp kaldırımın gerisindeki küçük bahçedeki çalılıkların dibini araştıran köpeği belinden tutup kucakladı, içeri girdi.

      Ben duraksamadan caddeyi geçip karşı kaldırıma yürüdüm. Girdiği apartmanın önünden geçerken hızla bir göz attım. Şahane önerilere sahip müteahhitlere epeydir direndiği anlaşılan bir yapıydı bu. Kapının üzerindeki cama boyayla yazılmış “Emek Apartmanı” yazısının karakterleri bile en azından 60’lı yılların son dönemini çağrıştırıyordu. Çevresindeki yüksek apartmanlara inat dört katlıydı. Sahibi apartmanının dış yüzeyini şöyle iyi bir boyatalım önerilerine de direniyordu anlaşılan. Kapının girişinde yalnızca dört tane zil butonu vardı.

      Biraz ilerideki gazete bayiinin önünde, bu cumartesi sabahını hangi gazetelerin eşliğinde geçireceğine karar verememiş birisi gibi durdum. Benim gazete ile ekmeğin gelip gelmediğini merak ettim bu arada. Mutlaka gelmemişti. Gazetelerden sonra camekâna dizilmiş aylık dergilere geçtim. Hiçbirini satın almak gelmedi içimden. Biraz gerilere dizilmiş poşet içindeki porno dergilerin önünde bir sigara yaktım. Zeynep Kadı’nın Emek Apartmanı’ndaki ziyareti uzun sürerse ne halt edeceğimi düşünürken deyim yerindeyse hedefim apartmanın kapısından çıktı.

      Daha doğrusu üçü birden çıktılar. Teriyeler ikileşmişti. Sanki genetik kopyalamayla çoğaltılmış gibi o kadar benziyorlardı ki birbirlerine, hangisinin ilk köpek olduğunu buradan çıkartabilmem olanaksızdı. Şimdi Zeynep Kadı’nın elindeki uzayıp kısalan tasmanın ucunda, nasılsa birbirleriyle dalaşmadan, bir oraya bir oraya koşturup çiçeklerin, çalıların, direklerin diplerini keşfediyorlardı.

      Bu üçlü yürüyüş yüzünden, yağmurluğunun başlığını kafasına geçirmiş Zeynep Kadı’nın ilerleme hızı kesilmişti. Ahmet Adnan Saygun Caddesi’ne ulaşma hedeflerinin değişmediğini kestirince arkama bakmadan yürüdüm. Ben onlardan önce ulaştım caddeye. Trafik ışıklarına varmadan, Altınkek’in girişinin önündeki alçak duvara ayağımı dayayıp botumun bağlarını “ilikledim”. Zeynep Kadı yine başı yerde, köpeklerin arkasından geliyordu. Çekiştirmelerine uyup kaldırımdan ayrıldı, üç metrelik küçük bahçenin diğer tarafındaki dar yaya yolunda durdu. Bahçenin içini zenginleştirmekle meşgul olduklarını sandığım köpeklerini denetledi. Ben trafik ışığının altına ilerleyip yeşilin yanmasını beklemeye başladım.

      Araçlar durunca karşıya geçtim. Geri döndüm. Aynı yerdeydiler. Arkamda üç tane banka şubesi vardı. Biri Süha Zengin’in paralarını Levent’teki hesabımda koruyan ve çoğaltan bankanın şubesiydi. Cebimdeki ATM kartını çıkarıp 24 saat para çekmenize izin veren makinenin durduğu camekânlı kulübeye girdim.

      Kartımı makineye sokmadan tuşlara bastım. Arada kafamı çevirip kısa kısa bakıyordum. Kırmızılı kız ile köpekler yeniden hareketlenmişlerdi. Daracık yoldan yürüyüp Altınkek’e doğru yöneldiler. Zeynep Kadı, köpeklerin uzayıp kısalan tasmalarını, beton girişin ortasında yükselen aydınlatma direklerinin birine iyice doladı, işaretparmağını öğrencilerini azarlayan bir öğretmen gibi ikizlere doğru salladı, dönüp başı önde pastaneden içeri girdi.

      Cumartesi sabahının bu saatlerinde nakit ihtiyacı olan başka birileri belirmediği için ATM camekânının içinde oyalanıyordum. Yerler işlem sonucunu veren küçük yazıcı çıktılarıyla doluydu. Sigaramı yere atıp, ayağımla ezdim.

      Zeynep Kadı Altınkek’ten çıktı. Elinde küçük bir naylon torba vardı. Eğilip köpekleri direk çevresindeki esaretlerinden kurtardı, sonra onları yönlendirerek Ahmet Adnan Saygın Caddesi’nin bana göre karşı kaldırımında Akmerkez yönüne doğru ilerlemeye başladı.

      ATM kulübesinden çıktım.

      Trafik bir akşamüstüne kıyasla çok daha hafifti, ama yine de kırmızı ışık yandığında birikmeler başlamıştı yavaş yavaş. Gözlerim karşı kaldırımda, aynı yöne doğru yürümeye başladım. Zeynep Kadı biraz hızlanmaya niyetliydi. Şimdi köpekleri o sürüklüyordu peşinden. Altınkek’in torbasını bileğine takmış, elini yağmurluğunun cebine sokmuştu.

      Benim tarafımdaki kaldırımda spor giyimli iki genç kız, ellerinde kitaplar hızlı hızlı yürüyorlardı önümde. Sağdan caddeye açılan kısa sokağın başında, yerden adam boyu yükselen, neredeyse bir tür heykel gibi tasarlanmış “Divan Coiffeur” tabelasının altında duran, abartıyla süslenmiş gelin arabasına bakıp kıkırdaştılar.

      Zeynep Kadı kaldırımdan epey içeride konuşlanmış taksi durağını geçti, belediyenin her mevsim değiştirdiği kaldırım taşlarının üstüne hemcinslerinin daha önce bıraktıkları dışkıyla ilgilenen köpeklerini çekiştirdi. Köpekler direndiler. Zeynep Kadı kazandı.

      Ben üniversite hazırlık kurslarına doğru yola çıkmış kızların arkasından yürüyordum. Gözüm Zeynep Kadı’da olduğu için, gelin arabası kılıklı gri Şahin’in harekete geçişini görmedim.

      Önce sesleri duydum.

      Aniden gaza basıp, debriyajı hızla bırakınca çıkan lastik cayırtısı daha kulaklarımızdan çıkıp gitmeden başladı tabancaların tarrakası. Birden çok silah… Ardı ardına… Bayramlarda çocukların patlattıkları maytaplardan daha tok… Filmlerde görmeye alıştıklarımızdan daha seri… Daha ilk patlamaları duyar duymaz içgüdüsel olarak yere çöktüm. Önümdeki kızlar çığlık çığlığa bağırmaya başladılar. Kafamı kaldırdığımda Zeynep Kadı’nın sanki korunabilecekmiş gibi otobüs durağının reklam panosunun ardına sığınmak istediğini gördüm. Çöktüğüm yerden olanları ağır çekimde seyreder gibiydim. Köpekler direndiler. Elindeki tasma kordonu gerildi. Yolun ortasına kadar gelmiş olan gelin arabası kılıklı gri Şahin’den birkaç el daha ateş edildi. Camları çiçeklerle, kurdelelerle, çelenklerle süslü aracın içi görünmüyordu. Zeynep Kadı vücuduna giren mermilerin şiddetinden kolları açık, durağın ortasına savruldu. Sonra yere düştü. Hareketsiz kaldı.

      Önümdeki kızlar hâlâ bağırıyorlardı. Gelin arabası kılıklı otomobil, lastiklerinden yükselen yeni bir cayırtıyla hareketlendi. Plakasına baktım. “Mutluyuz” yazıyordu. Patinaj yaptığı için bir an için önce sağa sola savruldu, sonra yönünü doğrulttu, Akmerkez yönüne doğru şimşek gibi uzaklaştı boş yolda. Arkasında lastik ve barut kokuları bırakarak.

      Kızlar sustu. Onlar susunca beton gibi bir sessizlik düştü Ahmet Adnan Saygun Caddesi’ne önce. Ağır ağır ayağa kalktım. Taksi durağından birkaç kişi çıkmış, çekinen adımlarla Zeynep Kadı’nın hareketsiz yattığı otobüs durağına doğru yürüyorlardı. Teriyeler gövdenin ayakucunda yerleri yalıyorlardı. Trafik ışıklarından kurtulan araçlar, gelip tam durağın hizasında birikmeye başladılar. Otoyolda trafik kazası seyrediyor gibi bakıyorlardı yerde yatan kırmızı yağmurluklu kıza. Derken arkalardan korna sesleri yükselmeye başladı.

      Ne yapacağıma karar veremedim önce.

      Bir sigara yaktım. Ellerim titriyordu.

      Raporum