Italo Svevo

Zeno'nun Bilinci


Скачать книгу

cezalandırmaya karar verecek kadar berrak bir bilince ulaşmış olması ve elini yanağıma çarpacak kadar doğru yönlendirmesi imkânsızdı.

      Kendimce yürüttüğüm bu mantığın doğru olduğundan nasıl emin olabilirdim? Coprosich’e gidip sormayı bile düşündüm. O, bir doktor olarak bana ölmekte olan bir kişinin karar verme ve harekete geçme yetileri hakkında bir şeyler söyleyebilirdi. Pekâlâ nefes almaya çalışırken kalkıştığı bir hareketin kurbanı da olabilirdim! Ama Doktor Coprosich ile konuşmadım. Babamın benimle nasıl vedalaştığını ona açıklayabilmem imkânsızdı. Neticede beni, babama karşı yeterince sevgi göstermediğim için suçlamıştı.

      Akşam mutfakta hasta bakıcı Carlo’nun Maria’ya olayı anlatıp “Babası elini kaldırdı, son hareketi oğluna bir tokat indirmek oldu.” dediğini işitince aklım başımdan gitti. O da olan biteni biliyordu, gidip Coprosich’e de anlatacaktı.

      Odaya girince merhumu giydirdiklerini öğrendim. Hasta bakıcı güzel, bembeyaz saçlarını taramış olmalıydı. Ölüm mağrur ve tehditkâr bir edayla uzanan o bedeni çoktan sertleştirmişti. İri, güçlü ve iyi biçimlendirilmiş elleri morarmıştı ama o kadar doğal bir şekilde uzanıyordu ki hâlâ yakalamaya ve cezalandırmaya hazır görünüyorlardı. Onu tekrar görmek istemedim, içimden gelmedi.

      Çocukluğumdan beri iyi kalpli ve zayıf olarak bildiğim babamı, cenazede de öyle anımsamayı başardım ve ölürken bana attığı tokatı istemeden indirmiş olduğuna ikna ettim kendimi. Gittikçe iyileştim ve babamın hatırası gittikçe daha tatlı bir hâl aldı, yanımdan ayrılmaz oldu. Keyifli bir rüya gibiydi: Artık aramızdan su sızmıyordu, ben zayıf olmuştum ve o en güçlü.

      Çocukluğumun dinine geri döndüm ve uzun süre ondan kopmadım. Babamın beni duyduğunu düşünüyordum, bunun benim hatam olmadığını, doktorun hatası olduğunu söylüyordum ona. Yalan olması önemli değildi çünkü artık her şeyi anlıyordu, ben de öyle. Ve hatırı sayılır bir süre boyunca babamla yaptığım görüşmeler, yasak bir aşk gibi tatlı ve gizli devam etti çünkü herkesin önünde yine her türlü dinî törenle dalga geçmeye devam ediyordum. Oysa gerçekte babamın ruhunu biri şad etsin diye yalvarıyordum ve bunu da herkese itiraf edesim geliyordu. Üstelik yüksek sesle söylemek istiyordum, an gelir -kırk yılda bir- insan böyle bir ferahlama duymadan edemez.

      V

      EVLİLİĞİM

      Burjuva bir aileden gelen genç bir adamın zihninde, yaşam kavramı kariyer kavramı ile ilişkilendirilir, gençliğin ilk yıllarında kariyerden bahsedildiğinde de akla I. Napolyon gelir. İnsan, pekâlâ imparator olma hayali kurmadan da dahası çok daha aşağılarda kalarak Napolyon’a benzeyebilir. En parlak yaşam en ilkel seste gizlidir, bu ses dalga oluştuğu andan yok oluncaya kadar devamlı değişen denizin dalgalarının sesidir. Bu nedenle Napolyon gibi, dalgalar gibi olmayı ve sonunda onlar gibi yok olmayı umuyordum.

      Hayatım hiçbir değişikliğe uğramayan tek bir nota çıkarıyordu, bu nota oldukça yüksek perdedendi, kimilerini kıskandırsa da inanılmaz sıkıcıydı. Tüm arkadaşlarım bana gösterdikleri saygıyı ömrüm boyunca sürdürdüler, ben de akıl çağına vardığımdan beri kendime ait düşüncelerimi çok da değiştirmediğimi sanıyorum.

      Belki de evlenme fikri, bu notayı duymaktan ve etrafıma yaymaktan bir hayli sıkıldığım için aklıma gelmiş olabilir. Henüz yaşamamış olanlar, evliliği olduğundan daha önemli sanırlar. Seçtiğimiz hayat arkadaşımız, soyumuzu iyileştirerek ya da kötüleştirerek çocuklarımıza aktaracaktır ancak bunu isteyen ve bizi doğrudan nasıl yönlendireceğini bilemeyen doğa ana -çünkü o sırada çocuk düşündüğümüz yoktur- eşimizin bizi de yenileyeceğine inandırır. Oysa bu hiçbir kitabın yazmadığı garip bir yanılsamadır. Aslında hiç değişmeden, yan yana yaşayıp gideriz. Tek yenilik, bizden önce farklı olana karşı duyduğumuz antipati ya da bizden üstün olan birine duyduğumuz imrenmedir.

      Güzel olan evlilik maceram müstakbel kayınpederimle tanışıp evlilik çağında kızları olduğunu bilmeden kendisine hayranlık beslediğimden ötürü arkadaşlık kurmamla başladı. Dolayısıyla varlığını bile bilmediğim bir hedefe doğru ilerlememi sağlayan, kendi aldığım bir karar değildi. Bir an benim için doğru insan olduğunu düşündüğüm bir kız vardı, onu bir kenara bıraktım ve müstakbel kayınpederimin peşine düştüm. Neredeyse kadere inanasım geliyor.

      Benden ve şimdiye kadar arkadaşlık kurduğum tüm insanlardan çok farklı olan Giovanni Malfenti, ruhumdaki yenilik arayışını tatmin ediyordu. Ben kültürlü bir insandım elbette, iki fakülteye gitmiştim, herhangi bir işle meşgul olmadığım o uzun dönemde de kendimi iyi eğittiğime inanıyorum. O ise bilgisiz ama iyi bir tüccardı, yerinde durmazdı hiç. Bilgisizliği ona güç ve dinginlik veriyordu, ben de bu hâline imreniyor, ona bakarken hayranlık duyuyordum.

      Malfenti o zamanlar yaklaşık elli yaşlarındaydı, demir gibi sağlamdı, iriydi, uzun ve heybetliydi, bir kentalden fazla çekiyordu. Devasa kafasında hareket eden birkaç düşünceyi öyle net ifade eder, öyle titizlik ile ortaya koyar, her gün yeni bir meseleye evirirdi ki bu yöntem, onun bir parçası hâline gelmişti. Bense fikirlerimi böylesi bir berraklıkla ifade etmede çok beceriksizdim, bu huyumu zenginleştirmek için ona sarıldım.

      Olivi’nin tavsiyesi üzerine borsaya gelmiştim, ticaret hayatına atılmak için Tergesteo’ya3 gidip gelmenin iyi olacağını söylüyordu, hem oradan kendisine yararlı haberler de getirebilecektim. Gelecekteki kayınpederimin hâkimiyetini kurduğu o masaya bir oturdum, bir daha da oradan kalkamadım, uzun zamandır arıyormuşum da nihayet gerçek bir ticari kürsü bulmuşum gibi hissediyordum.

      Çok geçmeden hayranlığımın farkına vardı ve bana babacan bir arkadaşlıkla karşılık verdi. Yoksa işlerin nereye varacağını biliyor muydu? Yönettiği önemli faaliyetlerden etkilenerek bir akşam ona, Olivi’den kurtulmak ve işimi kendim yönetmek istediğimi söyledim, bu fikre karşı çıktı hatta neredeyse telaşlandı. Ticarete atılabilirmişim ama kendisinin de iyi tanıdığı Olivi ile ilişkimi sürdürmeliymişim.

      Beni eğitmeye çok istekliydi, öyle ki bir şirketin başarılı olması için yeterli olduğuna inandığı üç gerekliliği, defterime kendi eliyle not etti:

      1) Nasıl çalışılacağını bilmek gerekmez ancak başkalarını nasıl çalıştıracağını bilmeyen, yok olur gider.

      2) İnsan tek bir şeyden derin bir pişmanlık duyar, o da kendi çıkarını nasıl koruyacağını bilmemesidir.

      3) İş dünyasında teori çok kullanışlıdır ancak yalnızca işi bağladıktan sonra fayda sağlar.

      Bunları da daha başka pek çok teoriyi de aklıma kazıdım ama bana pek bir faydalarının dokunduğunu söyleyemem.

      Birine hayran olduğumda hemen ona benzemeye çalışırım. Malfenti’yi de taklit ettim. O olmak istedim ve kendimi onun gibi çok kurnaz hissettim. Üstelik bir defasında ondan daha kurnaz olup onu alt ettiğimi sandım. Ticari idaresinde bir hata keşfetmişim gibi geldi bana: İtibarını kazanabilmek için hemen onunla paylaşmak istedim. Bir gün Tergesteo’nun masasında, bir anlaşmayı tartışırken muhataplarına hayvan derken yakaladım onu. Kurnazlığını herkesin ortasında açık etmenin hata olacağı konusunda uyardım onu. Bana göre piyasada iş yapan, gerçekten kurnaz bir adamın, ahmakmış gibi davranması icap ederdi.

      Benimle alay etti. Kurnazlıkla ünlenmek ticarette çok faydalıymış. Bir kere pek çokları ondan tavsiye almaya gelirmiş. İnsanlara Orta Çağ’dan bu yana biriktirilmiş bir deneyimin eseri pek yararlı tavsiyeler verirmiş, onlar da karşılığında kendisine yeni haberler taşırlarmış. Bazen haber alırken mal sattığı da oluyormuş. Nihayetinde -burada sesini yükseltti çünkü